Dünyanın kurulmasından günümüze kadar geçen zamanda insan yaşamını etkileyen en önemli faktör din olmuştur. İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem atamız ile birlikte düşünüldüğünde dinin ve onu yaşayan dindarların hayata bakışları, anlayışları, problemler karşısındaki duruşları, dini yönü zayıf olanlara veya dini yönü olmayanlara göre daha güçlü olduğu tespit edilmiştir. Çünkü din, hem bugünün hem de geleceğin inşa sürecini yönetmektedir. Din, bugünün geçici, geleceğin ise kalıcı olduğuna işaret etmektedir.
Peygamberler medeniyet inşa edenlerin başında gelmektedir. Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de, “Biz âdemoğluna bir takım isimleri öğrettik” buyurmaktadır. Müfessirler, öğretilenlerin insana günlük hayatında lazım olacağı konularla ilgili olduğunu düşünmektedirler. Halen bu ülkede çocuklarımıza eski çağlardan insanların hiçbir şey bilmediğini, medeniyetten yoksun yöntemlerle hayatlarını idame ettirdiklerini öğretmeye devam etmekteyiz. Bu düşünce, Müslümanın dimağından çıkan bir tespit değil, tamamen Müslümanların dışındakilerin yargıları ve kendilerince tespitleridir. Dünya kurulduktan günümüze kadar medeniyet ve her dönemin kendince modernliği vardır. Yapılan araştırmalara göre eski kavimlerden bazılarının dağların içine şehirler inşa etmesi, bugün bile en güçlü aletlerle bile çıkarılamayacak ağırlıktaki malzemelerin dağların tepesinde bulunması, Nuh (a.s.)’ın gemi inşa etmesi, Hz. İsa ve Hz. Lokman (a.s.) döneminde tıbbın temayüz etmesi, Hz. Dâvûd (a.s.)’ın marangozluk ve demirden zırh yapması, Hz. İdris (a.s.)’in terzilik yapması vs. gibi örnekler medeniyet inşa etmede onların ne kadar öncülük ettiklerinii göstermektedir. Okullarda öğretilenlerin Peygamberlerin medeniyet inşa etme süreçleriyle nasıl çeliştiği ortaya çıkmaktadır. Peygamberlerin medeniyet inşa ettikleri bir noktada, onların tâbi oldukları ve hayatlarını kendisine göre dizayn ettikleri dinin, gelişmelerin değil gericiliğin önünde engel teşkil ettiği aşikârdır.
Din, insana bulunduğu konumun farkındalığını yaşatır. Dünya hayatının geçici olduğu hususunda çok az bir kesim hariç ittifak vardır. Çünkü etrafımıza baktığımızda, mevsimlerin meydana gelmesinde, tabiatın kışın ölüp ilkbaharda dirilmesinde, yakınımızda bulunanların bir gün ölüp gitmesinde, yeryüzünde her bir canlının bir sistem dâhilinde hayatlarını idame ettirmesinde, insanın nefes almadığında bütün hayati fonksiyonlarının bitmesinde olduğu gibi birçok örnekte zayıflığımızı, acziyetimizi, büyük bir gücün karşısında zavallı halimizi anlamamızda bizim için yeterli nedenler vardır.
Dindar olan kişi, bu dünyanın geçici olduğunun farkındadır. Kendisine verilen nefeslerin sınırlı olduğunu bilir. Dünya ile arasındaki ilişkiyi imtihanın farkında olarak yaşar. Bu noktada, Allah Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerim’de zikrettiği üzere dünya nimetlerinden helal dairesi içinde nasibini unutmaz, faydalanır. Her bir insanın kabul edeceği üzere hayatın tek gerçeği ölümdür. Onun da ne zaman geleceği hakkında kimsenin bir garantisi yoktur. Dinini gerçekten yaşayan insan bu düşünceden hiçbir zaman kendisini müstağni kılamaz.
İnsan hayatında sabiteler olmazsa hayata bakışta zikzaklar çizme ihtimali yüksektir. Çünkü karşılaşılan her bir olayı değerlendirirken bir şeylere göre karar vermekteyiz. Eğer insan, dindar bir kişi ise meseleleri yorumlarken dinin emir ve nehiylerine göre bir bakış açısı ortaya koyacaktır. Eğer ehli dünya bir kişi ise, bildikleri ve tecrübeleriyle kanat bildirecektir. Hak ile batılın mücadelesinin yaşandığı bir dünyada hayata bakış felsefemizde mutlaka mezkûr iki eksenin etkisi görülecektir. Dindar olan kişinin meseleler karşısındaki duruş ve çözüm yollarında bir standart, dindar olmayanlarda ise zamana ve zemine göre şekil alma söz konusu olacaktır.
Din, bugünün ve geleceğin umudunu inşa etmektedir. Bugün her bir insanın günlük olarak yaşadığı birçok problem vardır. Sıkıntılar karşısında insan bir nefes alma ihtiyacı hissetmektedir. Dini yönü güçlü olan birey, meseleler karşısında kendisini daha güçlü hissedecektir. Çünkü dinin emirlerinden birisi de ümitsizliği yermedir. Bir Müslüman, hiçbir zaman ümitsizlik deryasında kaybolmaz. Çünkü yaşanılan her bir sıkıntının karşılığında Rabbinin karşılığını vereceğini ve her yaşanılan olayın geçici bir imtihan olduğunu ilham etmektedir. Psikolojik sorunlar, bir Müslümanın hayatında çok fazla yaşanası haller değildir. Dini inancı güçlü olan, başa gelen hallerin yaratıcının takdiri olduğu bilen ve kendi hataları varsa onları da onarmaya çalışan kişiler için ümitsizliğin yaşanılması çok fazla muhtemel görünmemektedir. Dini yaşantının zayıfladığı toplumumuzda her geçen gün mezkûr olayların arttığı malumdur. Bu noktada çözüm, insanların içinde bulunduğu problemlerden uzaklaşması kendinin tutacağı din gibi sağlam bir kulpa tutunmakla gerçekleşecektir.
Dini gün ve gecelerde, toplumda yaşanan sıkıntıların azaldığı resmi verilerle tespit edilmektedir. Mesela, Ramazan ayı geldiğinde suç işleme oranları hatırı sayılır oranda düşmektedir. Dini bir atmosfere girilmesi Müslümanlar üzerinde etkili olduğu hususunda söz konusu veriler kanıt niteliğindedir. Her gün içki içenlerin Ramazan, önemli kandil ve gecelerde içmedikleri ise diğer bir yöndür. Örnekler hayatın her alanından çoğaltılabilir. Örneklerin hepsi aslında dinin ne kadar yaptırım gücünün olduğunu göstermektedir. Eğer insanın beyninde din gibi bir kontrol mekanizması olursa güvenlik tedbirlerinin büyük bir kısmına gerek kalmayacaktır. Göreve getirilenlerin kendi kurumunu soyması, başına güvenlik gücü olduğu halde hırsızlık, arsızlık yapılması, dini kontrolün olmadığı durumda insanın neler yapacağının delili değil midir? Etrafımıza baktığımızda ve resmi suç kayıtları incelendiğinde problemli olanların önemli bir kısmının dini yönü zayıf kişilerden oluştuğu anlaşılacaktır.
Din, artık bütün dünyada her geçen gün daha fazla takip edilen umde olmaya başlamıştır. Özellikle 11 Eylül olaylarından sonra Amerika’da Kur’ân-ı Kerîm satışları artmıştır. 2004’te Fransız İç İstihbarat Dairesi tarafından hazırlanan raporda; Batılı ülkelerde, özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından, İslam dinini tercih edenlerin sayısının daha da arttığı belirtilmiştir. Örneğin Fransa'da sadece bir yılda Müslüman olanların sayısı, 30 ila 40 bin arasındadır. Ülkemizde her ne kadar dini değerlerde bir erime gözlense de genel itibariyle dini az veya çok oranda yaşama söz konusudur.
Dindarlık, marjinallik yani olağan halin dışında bir şey değildir. Günümüzde yaşanılamayacak bir şey değildir. İçinde bulunan zamanda ve gelecekte de din ve dindarlık muteber olmaya devam edecektir. Dinin ve dindarların marjinal olduğunu söyleyenler yaşadığı anın ve kalıcı hayatın farkında olmadan yaşayanlardır. Dini öteleyenler, hayatında ona yer vermeyenlere özellikle dikkat edin, yakınlarından biri vefat ettiğinde, sıkıntılı bir sürece girdiklerinde ve çocukları imtihana girdiklerinde mutlaka dini dikkate almaktadırlar. Zor zamanların sığınağı olan mutlaka güçlüdür. Çünkü insanın zayıf kaldığı noktada güçlü olan temayüz edecektir. O güce hayatın her anında yer vermek en doğru olandır.