Kamil bir insanın en büyük özelliklerinden birisi, onun güvenilir olmasıdır. Sürekli yalan söyleyen, verdiği sözleri yerine getirmeyen insanlar, diğerlerinin güvenlerini yitirirler; sevilmeyen, daima kuşku ile bakılan biri olurlar.
Asr-ı Saadet döneminde yaşayan insanlar Peygamberimizin güvenilirliği konusunda acaba ne düşünüyorlardı? Onu özü sözü doğru biri olarak mı görüyorlardı yoksa yalan söyleyen, verdiği sözde durmayan yalancı biri olarak mı?
Peygamberimizin çocukluğu, gençliği, orta yaş dönemi bütünüyle Mekke-i Mükerreme’de geçti. Abdulmuttalib’in bu yetim torununu Mekke-i Mükerreme’de bulunan herkes tanır, nasıl biri olduğunu çok iyi bilirlerdi. Orada yaşayan hemen herkesin bir lakabı vardı. Hz. Peygamber (s.a.v)’e de bir lakap vermişlerdi: “el-Emîn” Bu kelime “İnsana güven veren, güvenilir kişi” demektir. Hz. Peygamber (s.a.v) bu lakabı fazlasıyla hak ediyordu. Çünkü ne peygamberlikle görevlendirilmeden önce ne de sonra bir kez olsun yalan söylememişti. Buna, Müslümanlığı kabul etmiş olsun olmasın herkes şahitlik ederdi. Onun peygamberliğine şiddetle karşı çıkan putperestler, insanların Hz. Muhammed’e (s.a.v.) yönelmesini önlemek amacıyla çeşitli iftiralar atmışlar, ama ona asla “O bir yalancıdır” diyememişlerdir. Çünkü herkes Hz. Muhammed’i (s.a.v.) çok iyi tanıdığından böyle bir iftiranın tutmayacağını da zaten çok iyi biliyorlardı.Güvenilir olduğuna dair birkaç misali sizlere arzedeyim.
Putperestlerin baskı ve eziyetlerinden kurtulmak için bir grup Müslüman Habeşistan’a (Bugünkü Etiyopya) hicret ettiklerinde, o zaman henüz İslam’la şereflenmemiş olan Ebu Süfyan ve adamları Müslüman muhacirlerin peşinden oralara kadar gitmiş ve Habeş kralının huzuruna çıkıp, ülkesine sığınan Müslümanları kötüleyerek, onların iadesini istemişti. Sonradan Müslüman olma şerefine ulaşacak olan bu adil kral, işin gerçek yüzünü anlamak için Ebu Süfyan’a çeşitli sorular sordu. Bu sorulardan biri de şuydu:
“– Onun yalan söylediğine daha önce hiç şahit oldunuz mu?”
Ebu Süfyan doğruyu söylemek zorundaydı:
“–Hayır” dedi. “Daha önce onun yalan söylediğini hiç görmedik.”
Hz. Peygamber (s.a.v) çok zor şartlarda dahi emaneti iade etme sorumluluğunu asla ihmal etmezdi. Evi, onu öldürmek isteyen putperestler tarafından kuşatıldığında o, Hz. Ali’ye (r.a.) şöyle diyordu:“Bu gece yatağımda sen yatacaksın; ben hicret ediyorum. Bende bulunan emanetleri yarın sahiplerine ver, sonra sen de yola çık.”
Hz. Peygamber (s.a.v) peygamberlik vazifesinin verilmesinden önceki dönemlerdi.Kabe-i Muazzama’nın yeniden inşaası için kabileler bir araya gelmiş olanca güçleri ile çalışmaktaydılar. Sıra Hacer-ül Esad’ın yerine yerleştirilmesine gelmişti ki, her kabilenin canla başla yerine getirmek isteyeceği bu vazife için kabileler bir biri ile anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Bu anlaşmazlık öyle büyümüştü ki, bir an sesler yükselir olmuş ve kılıçlar kınlarından çıkmıştı.
Birkaç gün süren bu anlaşmazlık süresince Kabe-i Muazzama’nın inşaasına ara verilmiş, herkes Hacer-ül Esad‘ın yerleştirilmesi meselesine odaklanmıştı. Kanlı bir hadisenin kopması her an beklenirken, Kureyş’in en yaşlılarından Ebû Ümeyye diye bilinen Huzeyfe b. Muğîre, ortaya atıldı ve taraflara şu teklifi sundu:“Ey Kureyşliler! Anlaşamadığınız şu işte, mâbedin şu kapısından (Benî Şeybe Kapısını eliyle işaret ederek) ilk girecek zâtı aranızda hakem yapın; o kimse bu işi bir neticeye bağlasın!”
Ebû Ümeyye’nin beklenmedik bu teklifi, taraflarca tereddütsüz kabul gördü. Artık bütün gözler Benî Şeybe kapısındaydı.Acaba kim çıkacaktı ve kabilelerin anlaşmazlığına nasıl bir çareyle son verecekti? Hiçbir kabilenin gönlünü kırmadan bu işi nasıl halledecekti? Merak dolu bakışlar, mescidin mezkûr kapısını dikkatle süzmekte idi. Kapıdan bir zât belirdi.Uzaktan fark ettiler, kendisine mahsus boyu posu ve yürüyüşüyle vakar içinde gelen bu zâtı derhal tanıdılar ve sevinç içinde bağırdılar: “El-Emin o! Muhammed o! Onun aramızda vereceği hükme râzıyız!”
Evet, gelen Muhammedü’l-Emin’di. Herkesin itimadını kazanmış olan dürüst insandı. Bu sebeple, merak dolu bakışlar, birden sevinç bakışlarına döndü. Çünkü âdil karar vereceğinden hepsi tereddütsüz emindi.
Evet, isabetli karar vermekten şaşmayan Hz. Peygamber (s.a.v)’in gelişi, elbette tesadüfî değildi. Vereceği hükümle onlara, peygamberliğinden önce de, isabetli görüşe, derin düşünceye sahip olduğunu tasdik ettirecekti.
Kureyş, durumu kendilerine anlattı.Kalbi gibi zihni de tertemizdi Hz. Peygamber (s.a.v) kendi ridâsını yere serdi. Hacerü’l-Esad-ı bu örtünün ortasına koydu.Sonra da,her kabileden bir kişiyi ridanın birer köşesinden tutturdu.Hacerü’l-Esad’ı örtüyle, konulacak yere kadar kaldırdılar.Ve Resulüllah Efendimiz (s.a.v), bizzat Hacerü’l-Esad’ı kendi eliyle yerine koyarak, bu şerefe nâil oldu.Bundan sonra duvar örülmeye başlandı ve kısa zamanda Kabe-i Muazzamanın inşası tamamlanmış oldu. Böylece, Allah Resûlü (s.a.v), ilâhî mevhibenin bir eseri olan isabetli kararıyla, kabileler arasında büyük bir kanlı çarpışmayı önlemiş oldu.
Hz. Peygamber’in kısa süre içinde yüzbinlerce insanın sevgisini ve bağlılığını kazanmasındaki sırlardan birisi, onun güvenilir bir insan olmasıydı. Biz de Allah’ın ve insanların sevdiği biri olmak istediğimize göre, güvenilirliğimize gölge düşürecek davranışlardan uzak durmalıyız.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) sekiz yaşından beri kendi geçimini kendi sağlıyordu.El açan değil yardım isteyenlere yardım edendi.Gençlik yıllarıydı. Abdullah b. Ebû Hamsâ isimli zatla ticaret yapmıştı.Bu ticareti yaparken vadesi belli bir borçlanma yapmıştı Peygamber Efendimiz.Günü geldiğinde parayı ödemek için anlaştıkları yere geldi Resulullah.Üç gün burada bekler. Abdullah b. Ebû Hamsâ alacağını hatırlar.Doğruca bulaşacakları yere gelir.Bakar ki Hz. Muhammed (s.a.v) orada bekliyor. Yüce Resülümüz ona şöyle der.Beni üç gün burada sıcakta bekletiyorsun biliyormusun.Biz anlaşmıştık,borcumu ödeyecektim.Ama belirlenen günde geldim sen yoktun.Dün geldim yine yoktun.Bu gün geldim ve yine seni bekliyorum. Abdullah İbni Hamse özür diler.Peygamberimizin güvenini,emanet ehli olduğunu sonra anlatır.
Yıllar sonra Mekke-i Mükerremenin fethi günlerdi.İnsanlar fevc fevc İslam’a geliyordu.İşte o günlerde Hz. Osman Abdullah’ın elinden tutmuş Resulullah’ın huzuruna getirmişti.Hz. Osman Abdullah’ı tanıtırken Peygamberimiz (s.a.v) Hz. Osman’a,İslam öncesi dönemde Kays b. Sâib ile ortaklık yapmıştır. Kays b. Sâib’in sözlerinden Kays’ın, bir ortak olarak Hz. Peygamber’den daha iyi bir ortakla iş yapmadığı anlaşılmaktadır.
Hz. Hatice annemizin kendisine emanet ettiği kervanı önce Yemen’e sonra Şam’a götürmüş, daha önce gönderdiği kervandan daha fazla kâr etmesi ve güvenilir vasfı nedeniyle, Hz. Peygamber (s.a.v) ile bu sefer dönüşünde evlilik gerçekleştirmiştir.
Değerli Dostlar!
Mü’min güvenen ve güvenilen insandır.Mü’min olarak neye güveneceksin? Evvela Allah-u Teala’ya güveneceksin. Sonra kime güveneceksin? Allah’ın kitabına güveneceksin.Kime güveneceksin? Allah’ın kitabını bize getiren Hz. Peygamber (s.a.v)’e güveneceksin.Daha kime güveneceksin? Bu kitabı kendi hayatında yaşayan sahabeye,onlardan sonra bu aziz dini bize getiren alimlere,hocalarımıza güveneceksin.Daha kime güveneceğiz?Mü’minler olarak biribirimize güveneceğiz.
Dünyada bir milyon sekizyüz milyon Müslüman vardır.Nereye giderseniz gidin şu anda ümmetin üç temel zafiyeti vardır.Bu temel zafiyetlerin en başındaki;
1-İman zafiyeti yaşıyoruz.İster kabul edin ister etmeyin biz,Allah’ın istediği şekilde,Onun şanına yakaşır bir biçimde iman edemiyoruz.Allah’ın şanına uygun bir biçimde iman edemeyince, iman noktasında bazı güzellikleri ortaya koyamıyoruz.Onun için biz iman zafiyeti yaşıyoruz.Zaten iman zafiyeti yaşadığımız için diğer iki zafiyeti de yaşıyoruz.O iki zafiyetimiz de şunlardır.
2-Emanet zafiyeti (güven bunalımı) yaşıyoruz.
3-Mehabbet sorunu yaşıyoruz.
Sondan başlayarak size anlatmaya çalışayım.Mehabbet noktasında sorun yaşıyoruz.Birbirimizi sevmiyoruz.Birbirimizin dertleriyle dertlenmiyoruz.Birbirimize düşmanca bakıyoruz.Bu gün birmilyon sekizyüz milyon Müslüman ümmetin birbirlerine verdikleri zararı kafir vermiyor.Bizim şu anda imtihanımız kafirden ziyade Müslüman gözükenlerdendir.Müslümanım diyor elinden ve dilinden kimse emin değil.Müslüman müslüman kardeşine mehabbeti eksik.Bir türlü hayatımızda sevgiyi tesis edemiyoruz.Ancak Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda bir Müslüman’ın dört tane mehabbeti hayatında hakim kılmak gerektiği hakikatini okursunuz.Dört tane sevgi ile biz bir hak olarak mükellefiz.Hz. Allah sevgisi,Hz. Resülüllah sevgisi ,sahabenin sevgisi ve iman kardeşlerimize olan sevgi, yani birbirimize karşı olan sevgi.
a-Allah-u Teala'yı sevmek imanın bir hakkıdır.
İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir.(Bakara Süresi 2/165)
b-Resulüllah (s.a.v)’i sevmek Allah-u Teala’nın hakkıdır.
De ki: “Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, o taktirde bana tâbi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve sizin günahlarınızı mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve Allah "Gafur"dur, "Rahîm"dir.” (Al-i Imran Süresi 3/31)
c-Sahabeyi sevmek Resulullah’ın hakkıdır.
İşte bu Allah'ın, inanıp salih ameller işleyen kullarına müjdelediği şeydir. De ki: "Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum." Kim güzel bir iş yaparsa, onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. (Şura Süresi 42/23)
d-Birbirimizi sevmek aziz İslam’ın bir hakkıdır.
Bilin ki, aranızda Allah'ın elçisi bulunmaktadır. Eğer o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize güzel göstermiş; inkârı, fasıklığı ve (İslam'ın emirlerine) karşı çıkmayı da çirkin göstermiştir. İşte bunlar doğru yolda olanların ta kendileridir.
Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin. .(Hucurat Süresi 49/7,10)
Dört tane sevgi ile biz mükellefiz.Bu sevginin en üstünde Hz. Allah’ın sevgisi duruyor.En altta ise birbirimize olan sevgi duruyor.Bu sevgiler şöyle tesis edilir.Yukarıdan aşağıya doğru değil,aşağıdan yukarıya doğru tesis edilmelidir.Biz neden Hz. Allah’ı istenilen doğrultuda sevmiyoruz biliyormusunuz? Biz birbirimizi sevmiyoruz.Birbirimize karşı mehabbet olmadığı için,zafiyetler yaşandığı için hayatımızda Allah sevgisi istenilen düzeyde yok. Yapmamız gereken önce biribirimize olan sevgiyi,sonra sahabeye olan sevgiyi,sonra Resulüllah’a olan sevgiyi,en üstte de Allah-u Teala’ya olan sevgiyi tesis etmektir.Peki bunu nasıl yapacağız?Bir insan birbirini nasıl sever? Veyahut diğer sevgi alanlarını nasıl tesis eder? İşte onun yeri güvendir.Güven olursa bunlar olur.Güven olmazsa bunlar olmaz.Bundan dolayıdır ki bizler beştane güveni haytımızda tesis etmek zorundayız.Bu güven sıralaması da baştan aşağıya şöyledir.
a-Allah-u Tela’ya güven
b-Kur’an-ı Kerim’e güven
c-Hz. Resüle güven
d-Sahabeye güven
e-Birbirimize güven
Burada ki güven meselesi birbirimize olan güvenle başlamaz.Mehabbet ise birbirimizle başlar.Bizim birbirimize güvenebilmemiz için öncelikle Allah-u Tela’ya güvenmemizle başlar.Allah’a güvenmeyen insan Kur’an-ı Kerime güvenemez. Kur’an-ı Kerime güvenmeyen insan Resulüllah’a da güvenemez.Resulüllah’a güvenmeyen bir insan sahabeye de güvenemez.Sahabeye’de güvenemeyen insan müslüman din kardeşinede güvenemez.Bunlar olmadığı zaman da sevgi olmaz.Sadece ve sadece sevginin dedikodusu olur.Sevginin edebiyatı yapılmış olur.Hayata intikal eden bir sevgiye dönüşmez.
Aziz Kardeşim!
Kuran-ı Kerim, ümmet-i Muhammedi anlatan ayeti kerimelerden fazla israiloğullarından bahseden ayetlere şahit oluruz.Hz. Kur’an bir tarih kitabı değildir.Kur’anın derdi bize tarih öğretmekte değildir.Neden Kur’an-ı Kerim beni israili anlatır?Şunun için anlatıyor.Sizden evvel yaşayan o ümmetleri ne helak etti ise dikkat edin sizi de onlar felakete sürükleyecektir.Yaptıkları yanlışları görün onlardan ibret alın.Yaptıkları doğruları doğru anlayın.Onları da örnek alın.Ku’an-ı Kerim İsrail oğullarının nasıl Müslüman olarak işe başlayıp,ama sonucunu nasıl berbat ettikleri bize anlatılır.
Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda beni İsrailin ocağını batıran şu üç şeye güvensizlik olduğunu göreceksiniz.
a-Hz. Allah’a güvenmediler.Mesela Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır.
Bulutu üstünüze gölge yaptık. Size, kudret helvası ile bıldırcın indirdik. "Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin" (dedik). Onlar (verdiğimiz nimetlere nankörlük etmekle) bize zulmetmediler fakat, kendilerine zulmediyorlardı.
Hani, "Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O halde, bizim için Rabbine yalvar da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin" demiştiniz. O da size, "İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada var" demişti. Böylece zillet ve yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah'ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların; Allah'ın âyetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise, isyan etmek ve aşırı gitmekte oluşlarıydı. .(Bakara süresi 2/57,61)
b-Kendilerine gönderilen Kitaba, Yani Tevrat’a güvenmediler.
c-Kendilerine gönderilen Peygamberleri olan Hz. Musa (a.s)’a güvenmediler.Güvenmedikleri için Mü’min olarak başladıkları yolu Mü’min olarak tamamlayamadılar.
Değerli Dostlar!
Din sisteminin üç esası vardır.
a-Hz. Allah (c.c)
b-Kur’an-ı Kerim
c-Hz. Peygamber (s.a.v)
Beşer pilanında bize en yakın olan peygamberdir.Biz peygambeimizi aladığımız zaman vahyi yani Kur’an-ı Kerimi ve Allah-u Telayı anlamış oluruz.Hz. Peygamberi anlamadan vahyi anlayamayız.Dini yıkmaya çalışanlar bu gün işi Hz. Kur’andan başlatmıyor.İşi nübüvvet kurumundan başlatıyor.O iyi biliyor kinübüvvet kurumunu yıkarsam,ortada ne Kur’an kalır nede iman kalacak.Bunu bildiikleri için malesef bazıları kavga yürütüyorlar.
Biz Peygamberimize güveniyoruz.Ona iman ettik.14 asır evvelden söylenen bize gelen ve Peygamberimize ait olan her söze kayıtsız ve şartsız bir biçimde teslim olduk iman ettik,bizden yapma adına istenilen ne varsa yapma gayreti içerisindeğiz.
Biz ümmeti Muhammediz.Güveniriz.Ve güven veririz aleme.Rabbimize de güveniriz,kitabımıza da güveniriz.Peygamber Efendimize de güveniriz.Onların mübarek ellerinde yetişen sahabeye de güveniriz. Birbirimize de güveniriz.
Kardeşlerim size beş şey söyleyeceğim.Bunlar bize bir işaret olacak.
a-Allah’a güvenen aleme güven verir.Bugün müslümanlar Hz. Allah’a güvenmedikleri için aleme güven vermiyorlar.
Peygamber Efendimizin hadîs-i şerîflerinde çok defa rastladığımız “sizin en hayırlınız” ifadesi, çok çeşitli konularda hayırlı insanın kim olduğunu ortaya koyar. Bir de hayırlı insan olmanın tek bir vasıfla olmadığını... Meselâ;
“Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.” (Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân, 21)
“Sizin en hayırlınız insanlara faydalı olandır.” (Beyhakî, Şuab, VI, 117),
“Sizin en hayırlınız hanımlarına iyi davrananlardır.” (Tirmizî, Rasâ, 11/1162)
“Sizin en hayırlınız selâmı yayandır.” (Ebû Dâvud, Edeb, 132-133/5197)
“Sizin en hayırlınız komşusuna iyi davranandır.”(Tirmizî, Birr, 28/1944) gibi…
Esma bint-i Yezîd (r. anha)'dan rivayet edildiğine göre; Kendisi Rasûlullah (s.a.v) :Dikkat ediniz! Ben size en hayırlı olanlarınızı bildirmeyeyim mi? buyurduğuna, sahâbîlerin (de) : Belâ (yâni bize bildir) Yâ Rasûlallah, diye karşılık vermişler.
Rasûlullah (s.a.v) : "Sizin en hayırlılarınız o (mu'min)kimselerdir ki görüldükleri zaman Hz. Allah hatırlanır", buyurduğuna şâhid olmuştur."(İbn Mâce, Zuhd, Bab 4, Hadis no: 4119)
İbn-i Ömer (Radiyallahu anhuma)’dan Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:“Meclisinde bulunacağınız en hayırlı kimseler, görüldüğünde size Allahı hatırlatan, konuşması ilminize bereket katan ve ameli âhirete rağbetinizi artıran sâlihlerdir.” (Ebu Yalâ, Musned, 4, 326 (No:2437); Suyuti, Câmiu's sağir,1, 617 (No: 3995); Munavi, Feyzul Kadir, 3, 467-468)
b-Kur’an-ı Kerime güvenen dertlerine dermanı bu aziz kitapta bulur.
c-Hz. Peygambere güvenen bahanelere kapıyı kapatır.
d-Sahabe Efendilerimize güvenen başka yerlerde rol model aramaz.
e-Birbirine güven duyan muhabbet meltemini en üst düzeyde hisseder ve hayatına taşır.
Sahabe-i Kiram efendilerimizden güvenmekle ilgili iki misali arzedeyim.
MİKDÂD BİN ESVED (veya AMR) ( radıyallahü anh )
Müşrikler, hicretin ikinci senesinden itibâren, Medine’deki müslümanlar üzerine saldırmak için hazırlığa giriştiler. Bu sebeple onlarla yapılan muharebelerin hepsinde Hazreti Mikdâd da hazır bulunmuştur. Hicretin ikinci (m. 624) yılında Bedir Savaşı başlayacağı sırada Peygamberimiz (s.a.v) Eshâbın ileri gelenlerini toplayıp onlarla istişâre etti. Henüz müslümanlar çok azdı. Harp için hazırlıkları yok sayılırdı. Maddî imkânları azdı. Önce Hazreti Ebû Bekir’in ve Hazreti Ömer’in fikirlerini aldı. Onlardan her biri “Hiç bir hizmet ve fedâkârlıktan geri durmayız” diyerek, Resûlullahın dilediği gibi hareket etmesini istediler. Bu sırada konuşmak için müsâade isteyen Mikdâd bin Esved ( r.a ) dedi ki: “Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ sana neyi emrettiyse onu yap. Vallahi biz, İsrâiloğullarının Hz. Musa’ya dediği gibi “Git Rabbinle beraber düşmanlara karşı çık.Biz buradan kımıldamayız” şeklinde bir söz söyleyecek değiliz. Biz sana tâbiyiz, Senin sağında, solunda, önünde ve arkanda dâima düşmanla çarpışırız”.Onun, bu feragat ve şecaat misâli sözlerinden son derece memnun olan Peygamberimiz ( s.a.v ) ona duâ etti. Bedir Savaşında büyük bir kahramanlık gösteren Mikdâd bin Esved ( r.a ) bu savaşta İslâm ordusundaki tek süvari idi. Bunun için kendisine, Resûlullah’ın süvarisi denilirdi. Hazreti Mikdâd, ok atmakta, binicilikte son derece mahir bir yiğitti. Bedir’deki kahramanlıkları siyer ve hadîs kitaplarında anlatılmaktadır.
SA’D BİN MUAZ ( r.a )
Sa’d bin Muaz Bedir Savaşı’na katılarak, Bedir Eshâbından olmakla da şereflendi. Bedir Savaşı başlamadan önce, Peygamberimiz (s.a.v ) Mekkeli müşriklerin bir ordu hazırlayıp, Medine’ye doğru harekete geçtiklerini haber alınca bir meşveret meclisi kurup, Eshâb-ı kiram ile istişâre yaptı. Bu istişâre sırasında Sa’d bin Muaz da söz alıp, şöyle konuştu: “Yâ Resûlallah, biz sana inandık. Bize getirdiğin Hazreti Kur’ân’ın hak olduğuna şehâdet ettik. Sen nasıl arzu edersen öyle yap. Sen bize denizi gösterip dalsan biz de seninle birlikte dalarız. Ensârdan (Medineli müslümanlardan) tek kişi dahi geri dönmez. Biz sözümüzde duracağız.” dedi. Bu sözler Resûlullah’ı ( aleyhisselâm ) çok memnun etti. Bundan sonra da Sa’d bin Ubade aynı şekilde konuşunca, Bedir Savaşı hazırlığı başladı. Sa’d bin Muaz bu savaşta Evs kabilesinin başında bulundu.
Özetleyecek olursak;
Mü’min,inanan ve inanılan, güvenen ve güvenilen kimsedir.Mü’min;İmanı olan demektir.İman; hem emin olma,hem emin olunma ,hemde karşısındakinden emin olma halini içerir.
Altıncı asırda dünya nüfusunun 245 milyon olduğu o zamanda Allah Rasulü (s.a.v), el-Emin olarak yürüdüğü için el-Resül seçilmiştir.
Allah Rasulü (s.a.v)’in ümmeti olarak derdimiz güvenilir insan aramak değil güvenilir insan olmaktır.Asrı saadette sahabe efendilerimiz güvenilir insan aramadılar.Güvenilir insan oldular. Asrı felaketi asrı saadete çevirdiler.
Yaşadığımız bu asırda,yüce Resülümüzün tabiriyle, gökteki yıldızlar gibi olan sahabe efendilerimizi rol model alacak gençliği yetiştirdiğimizde, dünyayı yeniden güvenin mahalli haline getireceğiz inşaallah.
Selam hidayete tabi olanlara olsun.
Asr-ı Saadet döneminde yaşayan insanlar Peygamberimizin güvenilirliği konusunda acaba ne düşünüyorlardı? Onu özü sözü doğru biri olarak mı görüyorlardı yoksa yalan söyleyen, verdiği sözde durmayan yalancı biri olarak mı?
Peygamberimizin çocukluğu, gençliği, orta yaş dönemi bütünüyle Mekke-i Mükerreme’de geçti. Abdulmuttalib’in bu yetim torununu Mekke-i Mükerreme’de bulunan herkes tanır, nasıl biri olduğunu çok iyi bilirlerdi. Orada yaşayan hemen herkesin bir lakabı vardı. Hz. Peygamber (s.a.v)’e de bir lakap vermişlerdi: “el-Emîn” Bu kelime “İnsana güven veren, güvenilir kişi” demektir. Hz. Peygamber (s.a.v) bu lakabı fazlasıyla hak ediyordu. Çünkü ne peygamberlikle görevlendirilmeden önce ne de sonra bir kez olsun yalan söylememişti. Buna, Müslümanlığı kabul etmiş olsun olmasın herkes şahitlik ederdi. Onun peygamberliğine şiddetle karşı çıkan putperestler, insanların Hz. Muhammed’e (s.a.v.) yönelmesini önlemek amacıyla çeşitli iftiralar atmışlar, ama ona asla “O bir yalancıdır” diyememişlerdir. Çünkü herkes Hz. Muhammed’i (s.a.v.) çok iyi tanıdığından böyle bir iftiranın tutmayacağını da zaten çok iyi biliyorlardı.Güvenilir olduğuna dair birkaç misali sizlere arzedeyim.
Putperestlerin baskı ve eziyetlerinden kurtulmak için bir grup Müslüman Habeşistan’a (Bugünkü Etiyopya) hicret ettiklerinde, o zaman henüz İslam’la şereflenmemiş olan Ebu Süfyan ve adamları Müslüman muhacirlerin peşinden oralara kadar gitmiş ve Habeş kralının huzuruna çıkıp, ülkesine sığınan Müslümanları kötüleyerek, onların iadesini istemişti. Sonradan Müslüman olma şerefine ulaşacak olan bu adil kral, işin gerçek yüzünü anlamak için Ebu Süfyan’a çeşitli sorular sordu. Bu sorulardan biri de şuydu:
“– Onun yalan söylediğine daha önce hiç şahit oldunuz mu?”
Ebu Süfyan doğruyu söylemek zorundaydı:
“–Hayır” dedi. “Daha önce onun yalan söylediğini hiç görmedik.”
Hz. Peygamber (s.a.v) çok zor şartlarda dahi emaneti iade etme sorumluluğunu asla ihmal etmezdi. Evi, onu öldürmek isteyen putperestler tarafından kuşatıldığında o, Hz. Ali’ye (r.a.) şöyle diyordu:“Bu gece yatağımda sen yatacaksın; ben hicret ediyorum. Bende bulunan emanetleri yarın sahiplerine ver, sonra sen de yola çık.”
Hz. Peygamber (s.a.v) peygamberlik vazifesinin verilmesinden önceki dönemlerdi.Kabe-i Muazzama’nın yeniden inşaası için kabileler bir araya gelmiş olanca güçleri ile çalışmaktaydılar. Sıra Hacer-ül Esad’ın yerine yerleştirilmesine gelmişti ki, her kabilenin canla başla yerine getirmek isteyeceği bu vazife için kabileler bir biri ile anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Bu anlaşmazlık öyle büyümüştü ki, bir an sesler yükselir olmuş ve kılıçlar kınlarından çıkmıştı.
Birkaç gün süren bu anlaşmazlık süresince Kabe-i Muazzama’nın inşaasına ara verilmiş, herkes Hacer-ül Esad‘ın yerleştirilmesi meselesine odaklanmıştı. Kanlı bir hadisenin kopması her an beklenirken, Kureyş’in en yaşlılarından Ebû Ümeyye diye bilinen Huzeyfe b. Muğîre, ortaya atıldı ve taraflara şu teklifi sundu:“Ey Kureyşliler! Anlaşamadığınız şu işte, mâbedin şu kapısından (Benî Şeybe Kapısını eliyle işaret ederek) ilk girecek zâtı aranızda hakem yapın; o kimse bu işi bir neticeye bağlasın!”
Ebû Ümeyye’nin beklenmedik bu teklifi, taraflarca tereddütsüz kabul gördü. Artık bütün gözler Benî Şeybe kapısındaydı.Acaba kim çıkacaktı ve kabilelerin anlaşmazlığına nasıl bir çareyle son verecekti? Hiçbir kabilenin gönlünü kırmadan bu işi nasıl halledecekti? Merak dolu bakışlar, mescidin mezkûr kapısını dikkatle süzmekte idi. Kapıdan bir zât belirdi.Uzaktan fark ettiler, kendisine mahsus boyu posu ve yürüyüşüyle vakar içinde gelen bu zâtı derhal tanıdılar ve sevinç içinde bağırdılar: “El-Emin o! Muhammed o! Onun aramızda vereceği hükme râzıyız!”
Evet, gelen Muhammedü’l-Emin’di. Herkesin itimadını kazanmış olan dürüst insandı. Bu sebeple, merak dolu bakışlar, birden sevinç bakışlarına döndü. Çünkü âdil karar vereceğinden hepsi tereddütsüz emindi.
Evet, isabetli karar vermekten şaşmayan Hz. Peygamber (s.a.v)’in gelişi, elbette tesadüfî değildi. Vereceği hükümle onlara, peygamberliğinden önce de, isabetli görüşe, derin düşünceye sahip olduğunu tasdik ettirecekti.
Kureyş, durumu kendilerine anlattı.Kalbi gibi zihni de tertemizdi Hz. Peygamber (s.a.v) kendi ridâsını yere serdi. Hacerü’l-Esad-ı bu örtünün ortasına koydu.Sonra da,her kabileden bir kişiyi ridanın birer köşesinden tutturdu.Hacerü’l-Esad’ı örtüyle, konulacak yere kadar kaldırdılar.Ve Resulüllah Efendimiz (s.a.v), bizzat Hacerü’l-Esad’ı kendi eliyle yerine koyarak, bu şerefe nâil oldu.Bundan sonra duvar örülmeye başlandı ve kısa zamanda Kabe-i Muazzamanın inşası tamamlanmış oldu. Böylece, Allah Resûlü (s.a.v), ilâhî mevhibenin bir eseri olan isabetli kararıyla, kabileler arasında büyük bir kanlı çarpışmayı önlemiş oldu.
Hz. Peygamber’in kısa süre içinde yüzbinlerce insanın sevgisini ve bağlılığını kazanmasındaki sırlardan birisi, onun güvenilir bir insan olmasıydı. Biz de Allah’ın ve insanların sevdiği biri olmak istediğimize göre, güvenilirliğimize gölge düşürecek davranışlardan uzak durmalıyız.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) sekiz yaşından beri kendi geçimini kendi sağlıyordu.El açan değil yardım isteyenlere yardım edendi.Gençlik yıllarıydı. Abdullah b. Ebû Hamsâ isimli zatla ticaret yapmıştı.Bu ticareti yaparken vadesi belli bir borçlanma yapmıştı Peygamber Efendimiz.Günü geldiğinde parayı ödemek için anlaştıkları yere geldi Resulullah.Üç gün burada bekler. Abdullah b. Ebû Hamsâ alacağını hatırlar.Doğruca bulaşacakları yere gelir.Bakar ki Hz. Muhammed (s.a.v) orada bekliyor. Yüce Resülümüz ona şöyle der.Beni üç gün burada sıcakta bekletiyorsun biliyormusun.Biz anlaşmıştık,borcumu ödeyecektim.Ama belirlenen günde geldim sen yoktun.Dün geldim yine yoktun.Bu gün geldim ve yine seni bekliyorum. Abdullah İbni Hamse özür diler.Peygamberimizin güvenini,emanet ehli olduğunu sonra anlatır.
Yıllar sonra Mekke-i Mükerremenin fethi günlerdi.İnsanlar fevc fevc İslam’a geliyordu.İşte o günlerde Hz. Osman Abdullah’ın elinden tutmuş Resulullah’ın huzuruna getirmişti.Hz. Osman Abdullah’ı tanıtırken Peygamberimiz (s.a.v) Hz. Osman’a,İslam öncesi dönemde Kays b. Sâib ile ortaklık yapmıştır. Kays b. Sâib’in sözlerinden Kays’ın, bir ortak olarak Hz. Peygamber’den daha iyi bir ortakla iş yapmadığı anlaşılmaktadır.
Hz. Hatice annemizin kendisine emanet ettiği kervanı önce Yemen’e sonra Şam’a götürmüş, daha önce gönderdiği kervandan daha fazla kâr etmesi ve güvenilir vasfı nedeniyle, Hz. Peygamber (s.a.v) ile bu sefer dönüşünde evlilik gerçekleştirmiştir.
Değerli Dostlar!
Mü’min güvenen ve güvenilen insandır.Mü’min olarak neye güveneceksin? Evvela Allah-u Teala’ya güveneceksin. Sonra kime güveneceksin? Allah’ın kitabına güveneceksin.Kime güveneceksin? Allah’ın kitabını bize getiren Hz. Peygamber (s.a.v)’e güveneceksin.Daha kime güveneceksin? Bu kitabı kendi hayatında yaşayan sahabeye,onlardan sonra bu aziz dini bize getiren alimlere,hocalarımıza güveneceksin.Daha kime güveneceğiz?Mü’minler olarak biribirimize güveneceğiz.
Dünyada bir milyon sekizyüz milyon Müslüman vardır.Nereye giderseniz gidin şu anda ümmetin üç temel zafiyeti vardır.Bu temel zafiyetlerin en başındaki;
1-İman zafiyeti yaşıyoruz.İster kabul edin ister etmeyin biz,Allah’ın istediği şekilde,Onun şanına yakaşır bir biçimde iman edemiyoruz.Allah’ın şanına uygun bir biçimde iman edemeyince, iman noktasında bazı güzellikleri ortaya koyamıyoruz.Onun için biz iman zafiyeti yaşıyoruz.Zaten iman zafiyeti yaşadığımız için diğer iki zafiyeti de yaşıyoruz.O iki zafiyetimiz de şunlardır.
2-Emanet zafiyeti (güven bunalımı) yaşıyoruz.
3-Mehabbet sorunu yaşıyoruz.
Sondan başlayarak size anlatmaya çalışayım.Mehabbet noktasında sorun yaşıyoruz.Birbirimizi sevmiyoruz.Birbirimizin dertleriyle dertlenmiyoruz.Birbirimize düşmanca bakıyoruz.Bu gün birmilyon sekizyüz milyon Müslüman ümmetin birbirlerine verdikleri zararı kafir vermiyor.Bizim şu anda imtihanımız kafirden ziyade Müslüman gözükenlerdendir.Müslümanım diyor elinden ve dilinden kimse emin değil.Müslüman müslüman kardeşine mehabbeti eksik.Bir türlü hayatımızda sevgiyi tesis edemiyoruz.Ancak Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda bir Müslüman’ın dört tane mehabbeti hayatında hakim kılmak gerektiği hakikatini okursunuz.Dört tane sevgi ile biz bir hak olarak mükellefiz.Hz. Allah sevgisi,Hz. Resülüllah sevgisi ,sahabenin sevgisi ve iman kardeşlerimize olan sevgi, yani birbirimize karşı olan sevgi.
a-Allah-u Teala'yı sevmek imanın bir hakkıdır.
İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir.(Bakara Süresi 2/165)
b-Resulüllah (s.a.v)’i sevmek Allah-u Teala’nın hakkıdır.
De ki: “Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, o taktirde bana tâbi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve sizin günahlarınızı mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve Allah "Gafur"dur, "Rahîm"dir.” (Al-i Imran Süresi 3/31)
c-Sahabeyi sevmek Resulullah’ın hakkıdır.
İşte bu Allah'ın, inanıp salih ameller işleyen kullarına müjdelediği şeydir. De ki: "Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum." Kim güzel bir iş yaparsa, onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. (Şura Süresi 42/23)
d-Birbirimizi sevmek aziz İslam’ın bir hakkıdır.
Bilin ki, aranızda Allah'ın elçisi bulunmaktadır. Eğer o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize güzel göstermiş; inkârı, fasıklığı ve (İslam'ın emirlerine) karşı çıkmayı da çirkin göstermiştir. İşte bunlar doğru yolda olanların ta kendileridir.
Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin. .(Hucurat Süresi 49/7,10)
Dört tane sevgi ile biz mükellefiz.Bu sevginin en üstünde Hz. Allah’ın sevgisi duruyor.En altta ise birbirimize olan sevgi duruyor.Bu sevgiler şöyle tesis edilir.Yukarıdan aşağıya doğru değil,aşağıdan yukarıya doğru tesis edilmelidir.Biz neden Hz. Allah’ı istenilen doğrultuda sevmiyoruz biliyormusunuz? Biz birbirimizi sevmiyoruz.Birbirimize karşı mehabbet olmadığı için,zafiyetler yaşandığı için hayatımızda Allah sevgisi istenilen düzeyde yok. Yapmamız gereken önce biribirimize olan sevgiyi,sonra sahabeye olan sevgiyi,sonra Resulüllah’a olan sevgiyi,en üstte de Allah-u Teala’ya olan sevgiyi tesis etmektir.Peki bunu nasıl yapacağız?Bir insan birbirini nasıl sever? Veyahut diğer sevgi alanlarını nasıl tesis eder? İşte onun yeri güvendir.Güven olursa bunlar olur.Güven olmazsa bunlar olmaz.Bundan dolayıdır ki bizler beştane güveni haytımızda tesis etmek zorundayız.Bu güven sıralaması da baştan aşağıya şöyledir.
a-Allah-u Tela’ya güven
b-Kur’an-ı Kerim’e güven
c-Hz. Resüle güven
d-Sahabeye güven
e-Birbirimize güven
Burada ki güven meselesi birbirimize olan güvenle başlamaz.Mehabbet ise birbirimizle başlar.Bizim birbirimize güvenebilmemiz için öncelikle Allah-u Tela’ya güvenmemizle başlar.Allah’a güvenmeyen insan Kur’an-ı Kerime güvenemez. Kur’an-ı Kerime güvenmeyen insan Resulüllah’a da güvenemez.Resulüllah’a güvenmeyen bir insan sahabeye de güvenemez.Sahabeye’de güvenemeyen insan müslüman din kardeşinede güvenemez.Bunlar olmadığı zaman da sevgi olmaz.Sadece ve sadece sevginin dedikodusu olur.Sevginin edebiyatı yapılmış olur.Hayata intikal eden bir sevgiye dönüşmez.
Aziz Kardeşim!
Kuran-ı Kerim, ümmet-i Muhammedi anlatan ayeti kerimelerden fazla israiloğullarından bahseden ayetlere şahit oluruz.Hz. Kur’an bir tarih kitabı değildir.Kur’anın derdi bize tarih öğretmekte değildir.Neden Kur’an-ı Kerim beni israili anlatır?Şunun için anlatıyor.Sizden evvel yaşayan o ümmetleri ne helak etti ise dikkat edin sizi de onlar felakete sürükleyecektir.Yaptıkları yanlışları görün onlardan ibret alın.Yaptıkları doğruları doğru anlayın.Onları da örnek alın.Ku’an-ı Kerim İsrail oğullarının nasıl Müslüman olarak işe başlayıp,ama sonucunu nasıl berbat ettikleri bize anlatılır.
Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda beni İsrailin ocağını batıran şu üç şeye güvensizlik olduğunu göreceksiniz.
a-Hz. Allah’a güvenmediler.Mesela Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır.
Bulutu üstünüze gölge yaptık. Size, kudret helvası ile bıldırcın indirdik. "Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin" (dedik). Onlar (verdiğimiz nimetlere nankörlük etmekle) bize zulmetmediler fakat, kendilerine zulmediyorlardı.
Hani, "Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O halde, bizim için Rabbine yalvar da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin" demiştiniz. O da size, "İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada var" demişti. Böylece zillet ve yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah'ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların; Allah'ın âyetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise, isyan etmek ve aşırı gitmekte oluşlarıydı. .(Bakara süresi 2/57,61)
b-Kendilerine gönderilen Kitaba, Yani Tevrat’a güvenmediler.
c-Kendilerine gönderilen Peygamberleri olan Hz. Musa (a.s)’a güvenmediler.Güvenmedikleri için Mü’min olarak başladıkları yolu Mü’min olarak tamamlayamadılar.
Değerli Dostlar!
Din sisteminin üç esası vardır.
a-Hz. Allah (c.c)
b-Kur’an-ı Kerim
c-Hz. Peygamber (s.a.v)
Beşer pilanında bize en yakın olan peygamberdir.Biz peygambeimizi aladığımız zaman vahyi yani Kur’an-ı Kerimi ve Allah-u Telayı anlamış oluruz.Hz. Peygamberi anlamadan vahyi anlayamayız.Dini yıkmaya çalışanlar bu gün işi Hz. Kur’andan başlatmıyor.İşi nübüvvet kurumundan başlatıyor.O iyi biliyor kinübüvvet kurumunu yıkarsam,ortada ne Kur’an kalır nede iman kalacak.Bunu bildiikleri için malesef bazıları kavga yürütüyorlar.
Biz Peygamberimize güveniyoruz.Ona iman ettik.14 asır evvelden söylenen bize gelen ve Peygamberimize ait olan her söze kayıtsız ve şartsız bir biçimde teslim olduk iman ettik,bizden yapma adına istenilen ne varsa yapma gayreti içerisindeğiz.
Biz ümmeti Muhammediz.Güveniriz.Ve güven veririz aleme.Rabbimize de güveniriz,kitabımıza da güveniriz.Peygamber Efendimize de güveniriz.Onların mübarek ellerinde yetişen sahabeye de güveniriz. Birbirimize de güveniriz.
Kardeşlerim size beş şey söyleyeceğim.Bunlar bize bir işaret olacak.
a-Allah’a güvenen aleme güven verir.Bugün müslümanlar Hz. Allah’a güvenmedikleri için aleme güven vermiyorlar.
Peygamber Efendimizin hadîs-i şerîflerinde çok defa rastladığımız “sizin en hayırlınız” ifadesi, çok çeşitli konularda hayırlı insanın kim olduğunu ortaya koyar. Bir de hayırlı insan olmanın tek bir vasıfla olmadığını... Meselâ;
“Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.” (Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân, 21)
“Sizin en hayırlınız insanlara faydalı olandır.” (Beyhakî, Şuab, VI, 117),
“Sizin en hayırlınız hanımlarına iyi davrananlardır.” (Tirmizî, Rasâ, 11/1162)
“Sizin en hayırlınız selâmı yayandır.” (Ebû Dâvud, Edeb, 132-133/5197)
“Sizin en hayırlınız komşusuna iyi davranandır.”(Tirmizî, Birr, 28/1944) gibi…
Esma bint-i Yezîd (r. anha)'dan rivayet edildiğine göre; Kendisi Rasûlullah (s.a.v) :Dikkat ediniz! Ben size en hayırlı olanlarınızı bildirmeyeyim mi? buyurduğuna, sahâbîlerin (de) : Belâ (yâni bize bildir) Yâ Rasûlallah, diye karşılık vermişler.
Rasûlullah (s.a.v) : "Sizin en hayırlılarınız o (mu'min)kimselerdir ki görüldükleri zaman Hz. Allah hatırlanır", buyurduğuna şâhid olmuştur."(İbn Mâce, Zuhd, Bab 4, Hadis no: 4119)
İbn-i Ömer (Radiyallahu anhuma)’dan Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:“Meclisinde bulunacağınız en hayırlı kimseler, görüldüğünde size Allahı hatırlatan, konuşması ilminize bereket katan ve ameli âhirete rağbetinizi artıran sâlihlerdir.” (Ebu Yalâ, Musned, 4, 326 (No:2437); Suyuti, Câmiu's sağir,1, 617 (No: 3995); Munavi, Feyzul Kadir, 3, 467-468)
b-Kur’an-ı Kerime güvenen dertlerine dermanı bu aziz kitapta bulur.
c-Hz. Peygambere güvenen bahanelere kapıyı kapatır.
d-Sahabe Efendilerimize güvenen başka yerlerde rol model aramaz.
e-Birbirine güven duyan muhabbet meltemini en üst düzeyde hisseder ve hayatına taşır.
Sahabe-i Kiram efendilerimizden güvenmekle ilgili iki misali arzedeyim.
MİKDÂD BİN ESVED (veya AMR) ( radıyallahü anh )
Müşrikler, hicretin ikinci senesinden itibâren, Medine’deki müslümanlar üzerine saldırmak için hazırlığa giriştiler. Bu sebeple onlarla yapılan muharebelerin hepsinde Hazreti Mikdâd da hazır bulunmuştur. Hicretin ikinci (m. 624) yılında Bedir Savaşı başlayacağı sırada Peygamberimiz (s.a.v) Eshâbın ileri gelenlerini toplayıp onlarla istişâre etti. Henüz müslümanlar çok azdı. Harp için hazırlıkları yok sayılırdı. Maddî imkânları azdı. Önce Hazreti Ebû Bekir’in ve Hazreti Ömer’in fikirlerini aldı. Onlardan her biri “Hiç bir hizmet ve fedâkârlıktan geri durmayız” diyerek, Resûlullahın dilediği gibi hareket etmesini istediler. Bu sırada konuşmak için müsâade isteyen Mikdâd bin Esved ( r.a ) dedi ki: “Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ sana neyi emrettiyse onu yap. Vallahi biz, İsrâiloğullarının Hz. Musa’ya dediği gibi “Git Rabbinle beraber düşmanlara karşı çık.Biz buradan kımıldamayız” şeklinde bir söz söyleyecek değiliz. Biz sana tâbiyiz, Senin sağında, solunda, önünde ve arkanda dâima düşmanla çarpışırız”.Onun, bu feragat ve şecaat misâli sözlerinden son derece memnun olan Peygamberimiz ( s.a.v ) ona duâ etti. Bedir Savaşında büyük bir kahramanlık gösteren Mikdâd bin Esved ( r.a ) bu savaşta İslâm ordusundaki tek süvari idi. Bunun için kendisine, Resûlullah’ın süvarisi denilirdi. Hazreti Mikdâd, ok atmakta, binicilikte son derece mahir bir yiğitti. Bedir’deki kahramanlıkları siyer ve hadîs kitaplarında anlatılmaktadır.
SA’D BİN MUAZ ( r.a )
Sa’d bin Muaz Bedir Savaşı’na katılarak, Bedir Eshâbından olmakla da şereflendi. Bedir Savaşı başlamadan önce, Peygamberimiz (s.a.v ) Mekkeli müşriklerin bir ordu hazırlayıp, Medine’ye doğru harekete geçtiklerini haber alınca bir meşveret meclisi kurup, Eshâb-ı kiram ile istişâre yaptı. Bu istişâre sırasında Sa’d bin Muaz da söz alıp, şöyle konuştu: “Yâ Resûlallah, biz sana inandık. Bize getirdiğin Hazreti Kur’ân’ın hak olduğuna şehâdet ettik. Sen nasıl arzu edersen öyle yap. Sen bize denizi gösterip dalsan biz de seninle birlikte dalarız. Ensârdan (Medineli müslümanlardan) tek kişi dahi geri dönmez. Biz sözümüzde duracağız.” dedi. Bu sözler Resûlullah’ı ( aleyhisselâm ) çok memnun etti. Bundan sonra da Sa’d bin Ubade aynı şekilde konuşunca, Bedir Savaşı hazırlığı başladı. Sa’d bin Muaz bu savaşta Evs kabilesinin başında bulundu.
Özetleyecek olursak;
Mü’min,inanan ve inanılan, güvenen ve güvenilen kimsedir.Mü’min;İmanı olan demektir.İman; hem emin olma,hem emin olunma ,hemde karşısındakinden emin olma halini içerir.
Altıncı asırda dünya nüfusunun 245 milyon olduğu o zamanda Allah Rasulü (s.a.v), el-Emin olarak yürüdüğü için el-Resül seçilmiştir.
Allah Rasulü (s.a.v)’in ümmeti olarak derdimiz güvenilir insan aramak değil güvenilir insan olmaktır.Asrı saadette sahabe efendilerimiz güvenilir insan aramadılar.Güvenilir insan oldular. Asrı felaketi asrı saadete çevirdiler.
Yaşadığımız bu asırda,yüce Resülümüzün tabiriyle, gökteki yıldızlar gibi olan sahabe efendilerimizi rol model alacak gençliği yetiştirdiğimizde, dünyayı yeniden güvenin mahalli haline getireceğiz inşaallah.
Selam hidayete tabi olanlara olsun.