Hiçbir sorumluluk almadan akıl vermek, eleştirmek çok kolaydır. Hesap verecek kimseniz yoktur. Alacağınız kararlarla insanların ölümüne yol açmaz veya ülkenizin büyük kayıplara uğramasına neden olmazsınız.
Dün sabah Ankara’ya giderken bunları düşündüm. 1. VURUN- ÖLDÜRÜN 2. GELİN KONUŞALIM : ÜÇÜNCÜ BİR YOL DAHA VAR...
Başbakan, medya sahipleri ve genel yayın yönetmenleriyle bir toplantı yaptı. Bize durumu anlattı ve medyadan beklentilerini sıraladı.
Başbakan konuşurken kendi kendime en zor soruyu sordum: “Sen Erdoğan’ın yerinde olsan, şimdi ne yapardın?”
Buna en kolay verilecek yanıt : “Ben Başbakan değilim ki böyle bir göreve soyunduğuna göre hesabını da o vermeli”dir, değil mi?
Ancak bu sorun öylesine derinleşti ki artık “Beni ilgilendirmez” denilemeyecek bir noktaya gelindi.
Hadi gelin ucuz populariteyi bir yana bırakalım. Klişeleşmiş sözlerden kurtulalım ve birlikte karar verelim. Erdoğan’ın yerinde olsanız ne yapardınız?
Ortada üç senaryo var:
Kamuoyundaki tepkileri de arkanıza alıp, fırsat bu fırsat diyerek 1995’lerdeki gibi, her yönden bir savaş mı açardınız? Binlerce askerinizi Kuzey Irak’a sokar, sınır boyunca bir tampon bölge oluşturur, Kandil’i bombalar, hatta faili meçhul cinayetlere de göz mü yumardınız?
Tabii ki bunun bir de faturası olacaktır.
Kuzey Irak ve sınır batağında zor günler...
Güneydoğu’nun bir ateş topuna dönmesi...
Batıdaki büyük kentlerde patlamalar...
Sokaklarda her gün bir başka olay...
Yüzlerce ölü, binlerce yaralı...
Sonuç: Kesin değil.
Kamuoyundan büyük tepki görme riskine rağmen tetiklerden parmağımızı çekip, operasyonları durdurup, MİT-ÖCALAN görüşmelerini başlatır mıydınız?
PKK ve örgütü destekleyenlerin “Zafer kazandık” çığlıklarını önleyebilmeniz imkansızlaşacaktır. Daha da ötesi, özgüvenleri artacağı için müzakere masasındaki isteklerinin de genişlemesi beklenebilir.
Böyle bir durumda da sokakları dolduracak gazi ve şehit ailelerinin gösterilerine nasıl dayanacaksınız?
Partinizin prestij kaybını nasıl hesaplayacaksınız?
Gayet tabii, bir de 3 üncü yol var.
Yani, hem güvenliği hem de barışı bir arada yürütebilme mahareti...
İşin püf noktası da bu zaten...
Şimdi hepimizin beklediği, Başbakan’ın bu mahareti gösterip gösteremeyeceğidir.
Bunun ne kadar güç olduğunu da çok iyi biliyorum.
Yazımı aynı soruyla bitiriyorum.
Siz olsanız nasıl hareket edersiniz?
TV programları neden iptal ediliyor?
Son olaylar hepimizi çok üzdü.
Birkaç gün arayla karşılaştığımız saldırılarda yaklaşık 35 insanımızı kaybetmemiz bütün ülkeyi sarstı. İçimiz kan ağladı . Hele o acılı ana ve babaları görmek, hepimizde derin yaralar açtı.
Terör örgütünün hedefi de budur. Kamuoyunu ümitsizliğe sevketmek, çaresizlik içinde bırakmak ve korkutmak.
Olaydan hemen sonra gördüklerim ve okuduklarım, PKK’nın bu açıdan istediğini elde ettiğini gösteriyor.
Gazetelerin birinci sayfalarındaki başlıklar, köşe yazıları ve daha da önemlisi bazı TV programlarının iptal edilmesi gereğinden abartılı tepkilerdi. Acılı bir günde göbek atanlarla dolu bir program koymayabilirsiniz, hatta onu fazla ses çıkartmadan da iptal edebilirsiniz. Ancak, sesini kısan radyolar, normal programlarını iptal eden TV kanallarını toplumun acısını paylaşmış olmuyorlar. Aksine terör örgütüne bilmeden ve de dolaylı şekilde yardım ediyorlar.
Yarın belki de çok daha büyük olaylara göğüs germemiz gerekecek. Belki çok daha önemli kayıplar vereceğiz. O zaman ne yapacağız ?
Oysa şimdi dimdik durmamız gerekiyor.
Unutmayalım ki bu uzun soluklu bir mücadeledir. Kayıplarımız da olacak, kazançlarımız da…
Bir toplum verdiği tepkilerle gücünü gösterir.
Yapmacıklık dolu jestlerle değil.
Ucuz göz yaşlarıyla değil…
- - - -