Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasındaki ilişkiler, yarım asrı aşan bir geçmişe sahip.  

1963'te imzalanan Ankara Anlaşması ile başlayan süreç, 1995 Gümrük Birliği ile derinleşmiş, 2005’te müzakerelerin resmen başlamasıyla zirveye ulaşmıştı. Ancak zamanla bu ilişki yükselen bir grafik çizmek yerine gerileme eğilimi gösterdi.  

Bugün geldiğimiz noktada, taraflar ne tamamen kopabiliyor ne de birlikte ilerleyebiliyor. Bu "ne seninle ne sensiz" durumu artık sürdürülebilir değil.  

Tıkanan Sürecin Ana Sebepleri: Siyaset ve Güvensizlik

AB-Türkiye ilişkilerinin tıkanmasında birçok faktör rol oynuyor. Ancak en kritik iki unsur siyaset ve güvensizlik.  

AB’ye göre; Kıbrıs meselesi, demokratikleşme reformlarının yavaşlaması ve hukukun üstünlüğünde yaşanan gerilemeler, Türkiye'nin üyelik perspektifini zora soktu.  

Ancak AB’nin de Türkiye’ye karşı tutumunda çifte standartlar ve Yunanistan’ın çıkarlarını önceleyen bir yaklaşım söz konusu. AB, bu tek taraflı bakış açısını terk etmeli, üzerine düşeni yapmalı ve Türkiye’yi yanına almalıdır.  

Türkiye’nin stratejik önemini sıklıkla görmezden gelen AB, uyguladığı eşitsiz politikalar nedeniyle güven kaybına yol açtığını artık fark etmelidir.  

Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye’nin Artan Önemi 

Dünya artık eskisi gibi değil. Rusya-Ukrayna savaşı, enerji krizi, göç dalgaları ve küresel gıda güvenliği gibi devasa sorunlarla mücadele eden Avrupa, doğusundaki güvenlik mimarisini yeniden inşa etmek zorunda.  

İşte tam da bu noktada Türkiye’nin önemi daha da belirginleşiyor.  

- NATO’nun kritik bir üyesi,  
- Bölgesel bir güç,  
- Enerji koridorunun merkezi,  
- Göç yönetiminde kilit aktör 

olan Türkiye’yi dışlamak, AB için artık bir lüks değil, stratejik bir hata olur.  

AB’nin, Doğu Akdeniz’den Karadeniz’e uzanan güvenlik hattını sağlamlaştırmak için Türkiye ile iş birliğini kurumsallaştırması, sadece bir tercih değil, jeopolitik bir zorunluluktur.  

Üstelik sadece güvenlik alanında değil; yeşil dönüşüm, enerji, dijitalleşme gibi alanlarda da Türkiye ile ortak hareket etmek, AB’nin küresel rekabette ayakta kalması için hayati önem taşır.  

Türkiye’nin Yol Haritası: Dengeli ve Akılcı Dış Politika 

Bu yeni dönemde Türkiye’ye de önemli görevler düşüyor.  

Türkiye’nin izlemesi gereken yol, dengeli ve akılcı bir dış politika olmalıdır. AB süreci ne durumda olursa olsun, Türkiye;  

- ABD,  
- Rusya,  
- Çin,  
- İngiltere,
- Körfez ve Afrika ülkeleri,  

gibi aktörlerle ilişkilerini pragmatik ve çok boyutlu bir zeminde yürütmelidir.  

Ne tamamen Batı’ya entegre olmuş ne de Doğu’ya kayan, aksine ulusal çıkarları merkeze alan, çok yönlü bir diplomasi artık kaçınılmazdır.  

Hülâsa-i kelâm, AB, uzun yıllar boyunca Türkiye’yi yanlış anladı, ihmal etti, hatta çoğu zaman oyaladı. Ancak değişen küresel dengeler, bu iki aktörü yeniden masaya oturmaya zorluyor.  

Tarafların geçmişin yüklerini bir kenara bırakıp geleceğe odaklanması gerekiyor.  

Türkiye için bu yol, sadece AB üyeliğiyle sınırlı değil, aynı zamanda daha adil, demokratik ve müreffeh bir toplum olma hedefinin bir parçası olarak görülmeli.  

AB ise artık şunu anlamalı: Türkiye’yi dışarıda tutmanın bedeli, içeri almaktan çok daha ağır olabilir.  

Ortak geçmişin tortularına değil, ortak geleceğin ihtiyaçlarına odaklanma vakti çoktan geldi.  

Vakit geç olmadan AB, "Aramıza hoş geldin Türkiye" demelidir.