Kayıp, nesnenin kaybolduğu durumlar için geçerlidir. Kayıp durumunda, elimizde üzerinde akledecek bir nesnemiz bulunmamaktadır. Kaybolmuş ve yitmiştir. Kaybolduğu için hala varlığını sürdürüp sürdürmediğini bilmemekteyiz. Kaybolan bir şeyin var oluşunu sürdürüp sürdürmediği ihtimale açıktır. Varlığını koruyor da olabilir, korumuyor da. Dolayısıyla ‘’kayıp’’ hakkında konuşmak spekülasyona açıktır. Bir başka ifadeyle kayıp hakkında konuşmak yarı yarıya olmayan, vücudiyeti gözden kaybolduğu gibi mevcudiyeti varlık aleminden kaybolmuş olma ihtimali bulunan bir şey hakkında konuşmaktadır.
Ya ğayb hakkında konuşmak öyle midir?Ğayb hakkında konuşmak kayıp hakkında konuşmaya benzer mi?Elbette benzemez.
Bir kere ğaybi hakikatler,varlığı hakkında şüphe duyulmayan hakikatlerdirBu yüzden ‘’kayıp’’ hakkında bazı durumlarda düşünülmezken,’’ğayb’’ hakkında her daim düşünebilir.Zira ğayb mahsusat alemine ğaybdır.O beş duyumuzun algı alanı dışındadır.Görülmez,dokunulmaz,işitilmez,koklanamaz.Ğaybın mahsusat alanımızın dışında olması mahlukat alanımızın dışında olduğu anlamına gelmez.O yüzden Kur’an-ı Kerim Allah-u Teala’nın ğayb olduğunu söyler.Gayba inanmanın,imanın olmazsa olmazı olduğunu söyler.Ahiret hem zatı hem de eseri itibarıyla ğaybtır.
Kayıp olan bir şey varlık itibarıyla ortada olmadığı için görülemez.Ğayb öyle değildir.Mesela Allah (c.c)’ü ğaybtır.Fakat onun ğayb olması varlığından mahrum olmamızdan değil,varlığının şiddetine maruz kalmamızdan kaynaklanmaktadır.Onun için büyükler ‘’O zuhurunun şiddetinde ğaibtir’’ demişlerdir.Bu çok yüksek voltajlı bir ışığın gözü kör etmesine benzer.Oysaki ışık görmenin yarısıdır.Görme işleminde göz ne kadar önemli ise,ışıkta o kadar önemlidir.Fakat ışık çok yoğun gelince gören göz kör olur.İşte büyüklerin Hz. Allah’ın ğayb oluşunu açıklama babında ‘’O zuhurunun şiddetinde ğaibtir’’ demeleri böyle anlaşılmalıdır.
Ğaybın akledilebilirler dünyasına dahil olması,ancak iman ile mümkündür.Bu açıdan küfür kayba,iman ğayba delalet eder.Zira küfür önyargıdır,iman ise ön bilgidir.Küfür negatiftir,iman pozitif.Küfür ‘’yok’’un ispatı,iman ‘’var’ın ispatıdır.
Vahiy,ğaybın varlığını imanımızın olmazsa olmaz umdesi saymakla,esasen ğaybı akledilebilirler (makulat) aleminin konusu haline getirir.Zira vahiy muhatabını ‘makul’ olana iman etmeye çağırır,’makul olmayana’ değil.Bu yüzden de bilginin kalpte istikrar bulmuş hali olan marifeti iman ağacının kökü mesabesinde görür.Vahyin ğaybı iman önbilgisi sayesinde akledilebilirler arasına almasının sebeplerinden biri,fıtri dinin makarrı olan vicdanı,ahlakın kaynağı yapmak istemesidir.
Akledilebilirler alanda başlama noktası bilginin nesnesi (akledilen) değil,bilginin öznesidir.Yani ‘’bilinen’’ şey değil,’’bilen’’ kimsedir.Eğer bilen ve akleden özne kendisine şahit değilse,ğayb ona sadece ‘’ğaib’’ değil,aynı zamanda ‘’kayıp’’tır da.İş bu noktada,tam Yunus’un mısralarını hatırlamanın tam yeridir:
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmedin
Ya nice okumaktır.
‘’İlim ilim bilmektir’’ esasen bir ‘’bilgibilim’’ (epistemolojik) meselesidir.Bu mısra farklı bir söyleyişle ‘’bilmek ,bilmeyi bilmektir’’ manasına gelir. Yani,şeylerin bilgisine sahip olmadan önce,’’Doğru bilgiye nasıl erişirim?’’ sualinin cevabını bilmek.Yunus’un bu mısralarda dert edindiği şey,esasen Kur’an’ın ilk inen pasajı olan Alak süresinin ilk beş ayetinde mesele edindiği şeyle benzerdir.
Sözün özü:Ğayb ‘’kayıp’’ değildir,aksine belki gördüklerimizden daha kesin gerçektir.Zira gördüğümüzü sandığımız öyle şeyler vardır ki,bazen gözümüz bizi yanıltır.Gözümüzün bizi yanıltmasına sudaki değneğin kırık olmasını misal verebiliriz.Gördüğümüzün bizi yanıltmasına,aslı milyonlarca sene önce yok olduğu halde,ışığı hala bize gelmeye devam eden ‘’kayıp’’ yıldızları misal verebiliriz.Aslında ışığını gördüğümüz yıldızın yerinde yeller esmektedir,ama biz onu ışığına bakarak var saymaktayızdır.