GENÇLİK, bir Milletin en büyük, en önemli parçasının kaynağıdır. Türk Milleti’nin engin zekasında "DELİKANLI" sıfatıyla en güzel ve en kısa tarifine kavuşan Türk Gençliği milletimizin geleceğidir. O, enerji, kuvvet ve ümittir.
Gençlik, milletimizin dinamizmi, hareket kaynağı, istikbale yönelik ümit kaynağıdır. Bundan dolayı Gençliği iyi yetiştirmek, onu milletimizin değerleriyle zamanın gerektirdiği bilgi, beceri ve kültürle donatmak, kendisinin ve milletimizin istikbaline yönelik idealize etmek gerektirdiği gibi; onları milli meselelerimiz, dertlerimiz ve sorumluluklarımız konusunda duyarlı bir hale getirmemiz icap etmektedir. Çünkü unutulmamalıdır ki,"GENÇLİĞİ AYAKTA OLMAYAN CEMİYETLER YATAKTADIR."
GENÇLİK VE MİLLİ-MANEVİ MESELELERİMİZ
Bilindiği gibi, bir hastalığın tedavisinden önce onun doğru bir teşhisi; bundan dolayı milletimizin ve ülkemizin dertlerine çözüm aramadan, bu meselelerin kaynağını ve niteliğini öğrenmemiz gerekir.
Düşünmemiz gereken ilk konu, düşmanlarımızın çokluğunun sebepleri olsa gerek. Hemen şunu belirtelim ki, ne Türkiye, herhangi bir Afrika Ülkesidir, ne de Türk Milleti bir Güney Amerika kabilesidir. Öncelikle Türk Milleti ve Ülkesi; Tarihiyle, inancıyla, kültürüyle, Devlet Yönetim tecrübesiyle ve en önemlisi yaşadığı Coğrafya ile sahip olduğu yeraltı-yerüstü zenginlikleriyle diğer bütün millet ve ülkelerden üstündür ve yine her ülke ve milletin gözünü kamaştırmaktadır.
Yine muhteşem günlerimize dönmemizden ve Türk'ün dünya hakimiyetinden korkan; kurdukları sömürü düzeninin tehlikeye düşmesini istemeyen, yeraltı-yerüstü kaynaklarımızı bu sömürü çarklarının içine almayı düşünen büyük Devletlerin gözü üzerimizdedir. Ayrıca Türkiye’nin içerisinde bulunduğu coğrafyanın Ekonomik ve Askeri açılardan sahip olduğu stratejik konumdan da aynı devletler yararlanmak istemektedirler. Bunlar Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail, Rusya ve Çin gibi devletlerdir.
Bir de etrafımızda bulunan Ermenistan, Yunanistan, İran, Suriye gibi devletler de, yukarda belirttiğim devletler tarafından teşvik ve tahrik edilerek, topraklarımıza göz dikmişlerdir.
Netice itibarıyla, sahip olduğumuz milli, manevi ve maddi değerler münasebetiyle dünyanın gözü üzerimizdedir.
Yaşadığımız ihtişamlı tarihimiz ve sahip olduğumuz yüce inancımız bize hem büyük sorumluluklar yüklemekte, hem de bu sorumlulukları yerine getirme yollarını göstermektedir. Geçmişimiz bunun sayısız ders ve ibretleriyle dolu olduğu gibi, Yüce kitabımız KUR’AN’da da bize bu konularda gerekli uyarılarda bulunmakta ve yol göstermektedir.
Üzerinde yaşadığımız Cennet Anadolu muz’a gelince; böyle bir vatanımız olduğu için gurur duymalıyız. Üzerinde aynı anda dört mevsimin yaşandığı, nice yer altı yerüstü zenginliklere sahip olan, Tarih boyunca birçok medeniyete beşik olan Anadolu; Avrupa-Asya-Afrika üçgeninin tam ortasında ve bu üç kıtanın geçiş yollarına hakim bir noktada, ayrıca petrol ve diğer yeraltı-yerüstü zenginliklerine sahip olan, Orta-Doğu’ya da egemen bir konumdadır. Ve aynı Orta-Doğu’nun en büyük ihtiyacı olan suya ve verimli topraklarına sahiptir. Dünyanın kendi kendine yetebilen bir tarım potansiyeline sahip 7 ülkesinden biri biziz. Üç tarafımızın denizle çevrili olması ve çeşitli su ürünlerine sahip olmamız da cabası. Dünyada böyle özelliklere sahip olan başka bir coğrafya, başka bir ülke yok.
İşte böylesine göz kamaştırıcı bir Tarihe, altın sayfalarla dolu bir maziye, girişken ve mensuplarını ilerlemeye; İlimde ve Kültürde gelişmeye teşvik eden bir inanca; herkesin göz diktiği ve sahip olmaya çalıştığı bir vatana sahip olan Büyük Türk Milleti’nin mensubu olan bizlerin sorumluluğu da bu derece büyüktür. Böyle bir özelliğe sahip olan bir millet ve devlet, ortalama bir devlet olarak yaşayamaz. Afrikalı bir kabile, Asyalı bir devlet gibi göremez kendini, Aydınıyla, İdarecisiyle, özellikle genciyle çok uyanık olmak; çalışmak, birlik ve beraberlik içinde olmak; kısaca büyük devlet olmak mecburiyetindeyiz. Bunun alternatifi yoktur.
Ayrıca şunu da hemen belirteyim ki, Afrika’nın en ilkel kabileleriyle adı sanı duyulmamış Güney Amerika kavimlerinin hak ve hürriyetlerine kavuştuğu 21.yüzyılın başlarında hala esaret, baskı ve çile içerisinde bulunan Türk ve İslam Dünyası (Doğu Türkistan, Arakan, Karabağ, Filistin, Keşmir, Sudan, Somali, Batı Trakya, Bosna vb.) ile yerküremizdeki diğer mazlum millet ve ülkelerin de yegâne ümit kaynağı biziz, bizim medeniyetimiz…
Bunu da unutmamak, bu yönde de sorumluluklarımızın olduğunu bilmeliyiz. Çünkü onlar, 21. Asrın bir Türk asrı olabilmesi için bize göz kulak, el ayak olacak kardeşlerimizdir.
Milletimizin karşı karşıya bulunduğu meselelere gelince;
Hiç şüphesiz, bugün milletimizin ve Ülkemizin en önemli meselesi, bölücülük tuzağıdır. Türk-Kürt, Sünni-Alev, Doğulu-Batılı gibi yapay ayrımlarla, 1000 yıldır bu topraklarda beraber yaşamış; dini bir, ırkı aynı olan yüce milletimizi bölmek, birbirine düşürmek, vatanımızı parçalamak isteyenler giriş kısmında bahsettiğimiz beklenen büyük düşmanlarımızın uşakları, işbirlikçileridir. Gayeleri Türklüğün asrımızdaki beklenen büyük uyanışına engel olmak, milletimizin kalkınmasına mani olmak, O’nu kolay yutulur lokma ve kolay yönetilecek, yönlendirilecek, sömürülecek zayıf bir hale getirmektir.
Bir yandan ülkemizin ve milletimizin bir parçası böylesine kanarken, başka bir kısmı da maalesef sanki her şey güllük-gülistan imiş gibi alabildiğince eğlence ve sefahat içerisinde bulunmaktadır. Siz gençleri de bu insanlar, alkol ve ahlaksızlık çarkı içine çekmek istemektedirler. Dimağı, aklı, kalbi, ruhu; mide ve bağırsakların da, şehevi arzuların da boğulmak istenen zavallı bir gençlik... Bu durum çok daha acı değil midir? vatan ve millet bir beden gibidir. Bedenimizde herhangi bir organda bir rahatsızlık, bir sızı olduğunda nasıl ki bütün bedenimiz o acıya hissediyorsa, o ülkemizin bir parçasında yaşanan acıyı bütün benliğimiz de duymalı, onun sorumluluğunu yerine getirmeliyiz. Peki böyle bir duruma neden düştük? Bir yandan dışarıdan çevremize ateş çemberi örülmeye çalışılır, bir taraftan da içeride bölücü terör yüreğimizi kanatırken, bu duyarsızlığın sebebi nedir?
Sadece bu durumun değil, belki de içinde bulunduğumuz şartların en önemli sebeplerinden biri milli kimliğimizi yitirmiş olmak, bundan da ötesi idealsizleşmemizdir. Bugün Türk genci kimlik bunalımı içerisinde bulunmaktır. Eğitimimiz gençliğimize milli bir kimlik kazandırmak işlevinden yoksundur. Bir millete mensup olma ve o mensubiyetin sorumluluğunu taşıyabilme şuurunu eğitim-öğretim kurumları ve amaçları sağlar. Bu her ülkede böyledir.
Bizde ise; Eğitim-Öğretim kurumları olan okullar, basın-yayın organları, gazete ve televizyon, çevre, bırakın gençlerimize milli kimlik ve milli bir ülkü kazandırmayı; tam tersi gençlerimizin kimliksiz ve idealsiz, milli meselelere duyarsız, nemelazımcı yetişmeleri için ne gerekiyorsa onu yapıyorlar. Daha da ötesi, bize kimlik olarak başka örnekler sunulmaktadır. Ayrıca gençlerimizin kendi şahsi hayatları ve beklentilerinin ötesinde, mensup oldukları Türk milletinin geleceği ile ilgili ne bir idealleri ne de bir fikirleri vardır. Tabii ki bunu neticesinde sosyal huzur, birlik ve beraberlik sağlanamamaktadır. Halbuki asırlar öncesinde Hz. Ali ne güzel ve doğru söylemiştir: "GENÇLİĞE İDEAL VERMEKTEN KAÇINANLAR, İLERİDE ONLARI İDARE EDEMEMEKTEN YAKINMAMALIDIR."
Türk gençliği muhteşemdir istikbale değil hazırlanmak, buna hayal dahi edememektedir. Yine bir düşünüre, Fyodor Dostoyevski'ye kulak verelim: "Bir milletin Ahlak ve Din ideali güçsüz düştüğü anda, insanlar pusulayı şaşırır, ondan sonra da, yalnız ve yalnız rızıklarını kurtarmak için bir araya gelmeye başlarlar. Bundan böyle siyasi birliğin (yani devletin) başka bir gayesi kalmamıştır. İnsanları bir araya getiren idealler içinde en son geleni, en kısırı bu rızık kurtarma idealidir. Sonun başlangıcıdır bu: Kıyamet gününün habercisi”
Ziya GÖKALP de bunu ne kadar doğru bir tespitle izah etmiştir. “Mefkûresiz fertler; hodkâm ve menfaatperest, ümitsiz ve korkaktır.” Böyle bir toplumdan ne beklenir ki? Daha doğrusu, hayır umulur mu böyle bir gecenin sabahından...
MİLLİ VE MANEVİ DEĞERLERİMİZ
Buraya kadar hep yanlışlarımızdan, meselelerimizden, sıkıntılarımızdan bahsettik. Peki, bizim hiç mi kurtuluş ümidimiz yok? Ya da geleceğe yönelik ümidimiz hiç mi olmayacak?
Tabi ki hayır biz her şeye rağmen, hala büyük bir millet ve devlet olduğumuz gibi, bizi gelecekte dünyanın süper gücü yapacak her türlü maddi, manevi imkân ve kaynaklara sahibiz. Veya konuya şöyle yaklaşalım; bizim 21. Asırda büyük bir devlet ve medeniyet olmamız için, 21.yüzyılın Türk asrı olması için neyimiz eksik? Tarihi tecrübe, yönetim tecrübesi mi? Nüfus mu? Coğrafi konumumuz mu? Yüksek bir kültür ve inanç mı? Yer altı-yerüstü zenginlikleri mi? Dünyanın açlık felaketiyle karşı karşıya olduğu bugünlerde verimli arazi ve su kaynakları mı? Hayır, Allah’a şükür biz bunların hiç birinden mahrum olmadığımız gibi fazlasına da sahibiz. Tek bir eksiğimiz aydınlarımızın bu imkânları kullanarak, değerlendirerek Türkiye’ye yeni ufuklar açamaması, gösterememesidir. Yani Peyami SAFA’nın dediği gibi: “DOKTORU ÖLÜM DÖŞEĞİNDE OLAN HASTAYIZ.”
İlk önce, geleceğimizle ilgili bize saygısız ders ve ibretlerle dolu tarihimizden bahsedelim. Tarihimiz ayrıca Milli şahsiyetimiz ve kimliğimizin de kaynağıdır. Bizim için geleceğe yönelik ümitlenme ve büyük düşünme imkânı sağlar.
Tarih ve kültür milletlerin kimliğidir. Milli şahsiyetler tarih şuuruyla şekillenir. Bundan dolayı tarihe bir milli kimlik ve tecrübe kaynağı olarak bakacağız. Aksi halde dün-bugün-yarın sentezi kurulamadığı için Türklüğe aydınlık bir gelecek hazırlanamayacaktır. Hele bugün bazı kesimlerin yaptığı gibi tarihine, geçmişimize sövmek, onu hakir görmek ne büyük bir yanlıştır. Unutulmamalıdır ki, geçmişine taş atanın geleceğine gülle atarlar. (B.VAHAPZADE). Dün ile bugün arasında bir kavga çıkarırsak yarını kaybederiz.
“Bir zamanlar bizde millet, hem nasıl milletmişiz
Gelmişiz dünyaya, insanlık nedir öğretmişiz
Kapkaranlıktan hep ufukları insaniyetin,
Hür olup fışkırmışız, tâ sinesinden zulmetin"
Sahip olduğumuz bir manevi değerimiz yüce dinimiz islamiyettir. Özüne ruhuna uygun doğru bir şekilde öğrenir ve yaşanırsa bizim için ilham kaynağı ve itici güç olur. Çünkü yüce dinimiz “ iki günü birbirine denk olan zarardadır” diyerek gelişmeyi ve büyümeyi; peygamberimizin lisanından, “beşikten mezara ilim öğreniniz”, “ilim ve ahlak, iki tükenmez hazinedir” diyerek okumayı eğitim öğretimi teşvik etmektedir.
Bizim Türk aydını ve gençliği olarak yapmamız gereken faaliyetlerden biri de milli kültürü yaymak, milli şuuru güçlendirmektir. Çünkü milli kültürün ve milli şuurun hâkim olmadığı toplumlarda, onun yerini kabile şuuru ve kabile gelenekleri alır ki, bu milli birlik ve beraberliğimiz için çok tehlikelidir ve düşmanın bizi birbirimize düşürmek yolunda uygun ortam oluşturur. Sağlam bir eğitimle bütün fertlere Milli kültür değerleri kavratılmalı ve büyük bir millete mensup olma şuuru verilmelidir.
Hâlbuki bugün, bir milli kültür eğitimi verilmediğinden; her Türk boyu kendine has küçük ayrıntıları fertlerine benimseterek bunu milli kültürün yerine koymuş ve kendini Türk milletinden farklı bir etnik grup olarak görmek hatasına düşmüştür. Maalesef kendini aydın zanneden ve bir milli kültür bilgisinden bile mahrum olan bazı yazar-çizerler bile bu küçük ayrıntıları etnik bir kültür farkı zannetmişler ve farkında olmadan düşmanlara, bölücülere dayanak teşkil edecek sözler sarf etmişlerdir.
Van’dan, Diyarbakır’dan Trakya’ya, Karadeniz’den Akdeniz’e kadar yurdumuzun her köşesindeki memleket evlatları “Hep aynı cevherin damarları” dır.
Tarih potasında kaynaşmış, birlikte sevinip ağlamış insanları ırk veya mezhep kavgalarını körükleyerek birbirine düşürmek ihanettir. Türkiye’de “Türkiye halkları” değil, bir Milet vardır.
TÜRK MİLETİ…
Sahip olduğumuz bir manevi değerimiz yüce dinimiz islamiyettir. Özüne ruhuna uygun doğru bir şekilde öğrenir ve yaşanırsa bizim için ilham kaynağı ve itici güç olur. Çünkü yüce dinimiz “ iki günü birbirine denk olan zarardadır” diyerek gelişmeyi ve büyümeyi; peygamberimizin lisanından, “beşikten mezara ilim öğreniniz”, “ilim ve ahlak, iki tükenmez hazinedir” diyerek okumayı eğitim öğretimi teşvik etmektedir.
Bizim Türk aydını ve gençliği olarak yapmamız gereken faaliyetlerden biri de milli kültürü yaymak, milli şuuru güçlendirmektir. Çünkü milli kültürün ve milli şuurun hâkim olmadığı toplumlarda, onun yerini kabile şuuru ve kabile gelenekleri alır ki, bu milli birlik ve beraberliğimiz için çok tehlikelidir ve düşmanın bizi birbirimize düşürmek yolunda uygun ortam oluşturur. Sağlam bir eğitimle bütün fertlere Milli kültür değerleri kavratılmalı ve büyük bir millete mensup olma şuuru verilmelidir.
Hâlbuki bugün, bir milli kültür eğitimi verilmediğinden; her Türk boyu kendine has küçük ayrıntıları fertlerine benimseterek bunu milli kültürün yerine koymuş ve kendini Türk milletinden farklı bir etnik grup olarak görmek hatasına düşmüştür. Maalesef kendini aydın zanneden ve bir milli kültür bilgisinden bile mahrum olan bazı yazar-çizerler bile bu küçük ayrıntıları etnik bir kültür farkı zannetmişler ve farkında olmadan düşmanlara, bölücülere dayanak teşkil edecek sözler sarf etmişlerdir.
Van’dan, Diyarbakır’dan Trakya’ya, Karadeniz’den Akdeniz’e kadar yurdumuzun her köşesindeki memleket evlatları “Hep aynı cevherin damarları” dır.
Tarih potasında kaynaşmış, birlikte sevinip ağlamış insanları ırk veya mezhep kavgalarını körükleyerek birbirine düşürmek ihanettir. Türkiye’de “Türkiye halkları” değil, bir Milet vardır.
TÜRK MİLETİ…
Birlik ve beraberliğini sağlayan bir milletin başarılı olabilmesi için bir tek şeye ihtiyacı vardır: tek tek bütün fertlerin gönül verdiği, uğrunda her türlü fedakârlığı göze alabileceği bir mili ülkü.
Unutulmamalı ki, zaman büyük düşünenlerin emrinde. Büyük düşünmek, büyük işler başarmanın ilk ve en önemli şartıdır.
Peki, nedir bizim milli ülkümüz? Nedir aklımıza geldiğinde toplumumuzun bütün fertlerinin yüreğini kıpır kıpır eden, uğruna seve seve canımızı bile verebileceğimiz ideallerimiz. Dün, kızıl elma diye, îlây-ı Kelîmetullah diye, Nizam –ı âlem diye dünyayı yönetmeye, dünyaya nizam vermeye talip olmuş ve en mükemmel bir şekilde de gerçekleştirmiş olan ecdadımızın torunlarının şahsi zevk ve ihtiyaçlarının ötesini düşünemeyen bugünkü içler acısı hali nedir böyle.
Hâlbuki milli bir ülküye ulaşmış olan Milletler için ülkü en büyük muharrik güç kaynağıdır. Var olanın, gelişmenin ve kalkınmanın en tesirli destekçisi milli ülkülerin mevcudiyetidir. Japonlara mucize çapında kalkınmayı sağlayan Japon ruhunu kutsallaştıran milli ülküleri olmuştur. Almanları, her savaşta ve yenilgiden sonra hiç bir şey olmamışçasına dirilten, soylarını kutsallaştırmaya dayanan milli ülküleridir. Yahudilere binlerce yıl sonra, vaat edilmiş topraklarda yurt kazandıran Siyonizm’in meydana getirdiği heyecan fırtınalarıdır. Yunanistan’ı yüzyıllarca sonra bir devlet ve millet hayatına ulaştıran ve devamlı gelişmelerini sağlayan “Megalo İdeo”larıdır. Ruslara sahip oldukları durumu sağlayan Deli Petro’nun vasiyetleridir. Zamanında cihanın efendisi rolüne talip olan ülkelerin bu hava ve heyecanı kaybettikleri anda neleri kaybettikleri gözler önündedir. Araplar, biz, İtalya gibi.
Peki, nedir bizim milli ülkümüz? Nedir aklımıza geldiğinde toplumumuzun bütün fertlerinin yüreğini kıpır kıpır eden, uğruna seve seve canımızı bile verebileceğimiz ideallerimiz. Dün, kızıl elma diye, îlây-ı Kelîmetullah diye, Nizam –ı âlem diye dünyayı yönetmeye, dünyaya nizam vermeye talip olmuş ve en mükemmel bir şekilde de gerçekleştirmiş olan ecdadımızın torunlarının şahsi zevk ve ihtiyaçlarının ötesini düşünemeyen bugünkü içler acısı hali nedir böyle.
Hâlbuki milli bir ülküye ulaşmış olan Milletler için ülkü en büyük muharrik güç kaynağıdır. Var olanın, gelişmenin ve kalkınmanın en tesirli destekçisi milli ülkülerin mevcudiyetidir. Japonlara mucize çapında kalkınmayı sağlayan Japon ruhunu kutsallaştıran milli ülküleri olmuştur. Almanları, her savaşta ve yenilgiden sonra hiç bir şey olmamışçasına dirilten, soylarını kutsallaştırmaya dayanan milli ülküleridir. Yahudilere binlerce yıl sonra, vaat edilmiş topraklarda yurt kazandıran Siyonizm’in meydana getirdiği heyecan fırtınalarıdır. Yunanistan’ı yüzyıllarca sonra bir devlet ve millet hayatına ulaştıran ve devamlı gelişmelerini sağlayan “Megalo İdeo”larıdır. Ruslara sahip oldukları durumu sağlayan Deli Petro’nun vasiyetleridir. Zamanında cihanın efendisi rolüne talip olan ülkelerin bu hava ve heyecanı kaybettikleri anda neleri kaybettikleri gözler önündedir. Araplar, biz, İtalya gibi.
Milletimiz milli ülküsünden, tarihi misyonundan koptuğu, kendisine güvenini yitirdiği, batı taklitçiliği belasına kapıldığı andan itibaren zirveden aşağılara doğru düşmeye başlamıştır. Son iki yüz yıllık maceramız budur.
Bugün, 21. Asrın başlarında Türklüğün önüne yeni imkanlar, yeni kapılar açılmıştır. TÜRK DÜNYASI dediğimiz 200 milyonluk bir topluluk hareket halindedir. Esaret halinde bulundukları yerlerde teker teker hürriyetlerine kavuşarak gelecekte yeni ve büyük bir doğumun müjdesini vermektedir. Peki biz ne yapıyoruz, bizim bu konuda ki hazırlıklarımız, gayretlerimiz oldu mu? Koskoca bir HİÇ …
Hâlbuki ATATÜRK 1933’te bakın ne diyordu: “Bugün Sovyetler birliği dostumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilir. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostluğumuzun idaresinde, DİLİ BİR, İNANCI BİR, ÖZÜ BİR KARDEŞLERİMİZ vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür… Tarih bir köprüdür… Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz onların(dış Türklerin) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz bizim onlara yaklaşmamız gerekli”
Peki Atatürk böyle dedi de biz ne yaptık acaba… Her vesileyle Atatürk’ü dilinden düşürmeyen aydın, idareci ve basın-yayın mensupları ne tür hazırlık yaptılar? Koskoca bir HİÇ… Bırakın hazırlanmayı 50-60 yıl Türkiyede, Türkiye dışında TÜRK varmış, soydaşlarımız varmış demek bile suç olmuş, onlarla ilgili fikir düşünce ve idealleri olanlar ne gariptir ki cezalandırılmıştır. Dileriz iş işten geçmeden gerçekler görülür ve 21. Asrın TÜRK’ÜN ASRI olması sağlanır.
İşte bunu gerçekleştirecek siz TÜRK GENÇLİĞİ’dir. Yarınlarımızın sahibi, yarınların aydınları sizlersiniz. Bugün yeni bir düşünme, derlenme, uyanma ve dirilme dönemindeyiz. Türk Dünyası’nın uyanışı, 21. Asrın Türk Asrı olması, TÜRK’ün gönlünde, sizin gönlünüzde nazlı birer hayal, yani bir milli ÜLKÜ halinde gelmelidir.
Belki içinizden, Türkiye’nin bunca iç meseleleri ne olacak diyeceksiniz. Zaten yukarıda da belirttiğim gibi, bu meseleler zikrettiğim milli ülkümüzün, 21. Asrın Türk Asrı olmasının gerçekleşmesine engel olmak için başımızı örtülmüştür ve kesinlikle, 5000 yılık tarihinde nice acılar, sıkıntılar, başarı ve zaferler görmüş olan Türk milleti, bugünleri, bu acıları da aşacaktır. Benim korkum bunlarla uğraşırken, büyük idealleri, mili ülkümüzü yani TÜRK BİRLİĞİ ÜLKÜSÜ’nü kaçırmaktır. Yoksa, üçbuçuk çapulcunun Türklüğün önünü tıkamaya gücü yetmeyecektir.
Bu arada ideal, bilgi ve kabiliyetlerin, mili kimlik ve şahsiyetin kazanılacağı eğitim-öğretim kurum ve faaliyetlerinden de bahsetmeden geçmemek gerekir. İstisnalar hariç, büyük edebiyatçımız, şaheser üretebilecek mimarımız, ekol haline gelebilecek kültür adımız yetişmiyorsa, içimizden büyük idealist ve düşünürler çıkmıyorsa bunun sebebi, Mimar Sinan’ın, İbni Sina’nın, Mevlana’nın, Yavuz’un torunlarının yeteneklerini kaybetmiş olmaları değildir. Bunun sebebini onların istidat, yetenek ve potansiyellerini değerlendirmeden yoksun eğitim ve yönetim politikalarında aramak gerekir. Şahsiyet bozukluklarının olması da bundan kaynaklanmaktadır.
Aile okulu, okul sokağı, televizyon ise hepsini reddeder manada programlar üretiyorsa, böyle bir ortamda yetişen insanların davranışlarında bozukluk ve ruhlarında fırtınalar kopması normaldir. Kişi neye inanacağını, nereye yöneleceğini bilemez hale gelir.Büyük ideallerin doğduğu, büyük imanların teşekküle başladığı yükseliş zamanlarında ise, kişi, kuvvetli birlik ve beraberlik ruhunun hâkim olduğu çevrede yaşadığı için, olumlu bir şahsiyete sahip olur. Bu idealler ölmeye, bu imanın yıkılmaya başladığı çökme zamanlarında, çevre, fertleri bir taraftan ölmüş geleneklene, diğer yandan ferdî ihtiraslara doğru sürükler. Şahsiyetsiz fertler, bu sürüklemeyi kolayca kabul ederler. Bu tür şahsiyet, ülkenin hayati sorunları karşısında bile “etliye sütliye” karışmama tavrını benimser. “Kaçma, karışma, buluşma, görmedim, duymadım, söylemedim” tipinde ilgisiz ve hissiz bir yaşantıyı en önemli tutum olarak görür.
Eğitimin şahsiyeti ve varlığı geliştirmede hayati önemi vardır. Bu eğitimin olumlu katkısı için de, olumsuz katkısı için de böyledir. Eğitim bu manada iki ucu keskin bıçağa benzetilebiliri şahsiyeti kökleştirdiği gibi soysuzlaştırabilir de. BU ÜLKE’NİN YÜKSEK DÜZEYDE EĞİTİM ALMIŞ, KALİFİYE VE BİLGİLİ VATAN HAİNLERİNE İHTİYACI YOKTUR. YAŞADIĞI ÜLKENİN TAŞINA TOPRAĞINA BORÇLU OLDUĞUNA İMAN ETMİŞ, MEMLEKETİN YÜKSEK MENFAATLERİNİ TUTUM, TAVIR VE DAVRANIŞLARINDA GÖSTEREN İNSANLARA İHTİYACI VARDIR. Eğitim eğer milli hedeflere yönelik milli kültürü esas almazsa milli değil milletlerarası insan meydana getirir. Millilik, öncelikle farklılık, orjinallik, kendine özgülük demektir. HERKESE BENZEYEN DEĞİL, KENDİNE, KENDİ MİLLETİNE BENZEYEN İNSAN TİPİ GAYE OLMALIDIR.
O halde yapılması gerekenler nedir, bu hususları da şöyle ifade edebiliriz:
1. Eğitimin amacı yeniden belirlenmelidir. Soyut, ne anlama geldiğini uygulayanlarında bilmediği hedefler hem somut bir hale getirilmeli, hem de denetlenebilir olmalıdır.
Bugün, 21. Asrın başlarında Türklüğün önüne yeni imkanlar, yeni kapılar açılmıştır. TÜRK DÜNYASI dediğimiz 200 milyonluk bir topluluk hareket halindedir. Esaret halinde bulundukları yerlerde teker teker hürriyetlerine kavuşarak gelecekte yeni ve büyük bir doğumun müjdesini vermektedir. Peki biz ne yapıyoruz, bizim bu konuda ki hazırlıklarımız, gayretlerimiz oldu mu? Koskoca bir HİÇ …
Hâlbuki ATATÜRK 1933’te bakın ne diyordu: “Bugün Sovyetler birliği dostumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilir. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostluğumuzun idaresinde, DİLİ BİR, İNANCI BİR, ÖZÜ BİR KARDEŞLERİMİZ vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür… Tarih bir köprüdür… Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz onların(dış Türklerin) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz bizim onlara yaklaşmamız gerekli”
Peki Atatürk böyle dedi de biz ne yaptık acaba… Her vesileyle Atatürk’ü dilinden düşürmeyen aydın, idareci ve basın-yayın mensupları ne tür hazırlık yaptılar? Koskoca bir HİÇ… Bırakın hazırlanmayı 50-60 yıl Türkiyede, Türkiye dışında TÜRK varmış, soydaşlarımız varmış demek bile suç olmuş, onlarla ilgili fikir düşünce ve idealleri olanlar ne gariptir ki cezalandırılmıştır. Dileriz iş işten geçmeden gerçekler görülür ve 21. Asrın TÜRK’ÜN ASRI olması sağlanır.
İşte bunu gerçekleştirecek siz TÜRK GENÇLİĞİ’dir. Yarınlarımızın sahibi, yarınların aydınları sizlersiniz. Bugün yeni bir düşünme, derlenme, uyanma ve dirilme dönemindeyiz. Türk Dünyası’nın uyanışı, 21. Asrın Türk Asrı olması, TÜRK’ün gönlünde, sizin gönlünüzde nazlı birer hayal, yani bir milli ÜLKÜ halinde gelmelidir.
Belki içinizden, Türkiye’nin bunca iç meseleleri ne olacak diyeceksiniz. Zaten yukarıda da belirttiğim gibi, bu meseleler zikrettiğim milli ülkümüzün, 21. Asrın Türk Asrı olmasının gerçekleşmesine engel olmak için başımızı örtülmüştür ve kesinlikle, 5000 yılık tarihinde nice acılar, sıkıntılar, başarı ve zaferler görmüş olan Türk milleti, bugünleri, bu acıları da aşacaktır. Benim korkum bunlarla uğraşırken, büyük idealleri, mili ülkümüzü yani TÜRK BİRLİĞİ ÜLKÜSÜ’nü kaçırmaktır. Yoksa, üçbuçuk çapulcunun Türklüğün önünü tıkamaya gücü yetmeyecektir.
Bu arada ideal, bilgi ve kabiliyetlerin, mili kimlik ve şahsiyetin kazanılacağı eğitim-öğretim kurum ve faaliyetlerinden de bahsetmeden geçmemek gerekir. İstisnalar hariç, büyük edebiyatçımız, şaheser üretebilecek mimarımız, ekol haline gelebilecek kültür adımız yetişmiyorsa, içimizden büyük idealist ve düşünürler çıkmıyorsa bunun sebebi, Mimar Sinan’ın, İbni Sina’nın, Mevlana’nın, Yavuz’un torunlarının yeteneklerini kaybetmiş olmaları değildir. Bunun sebebini onların istidat, yetenek ve potansiyellerini değerlendirmeden yoksun eğitim ve yönetim politikalarında aramak gerekir. Şahsiyet bozukluklarının olması da bundan kaynaklanmaktadır.
Aile okulu, okul sokağı, televizyon ise hepsini reddeder manada programlar üretiyorsa, böyle bir ortamda yetişen insanların davranışlarında bozukluk ve ruhlarında fırtınalar kopması normaldir. Kişi neye inanacağını, nereye yöneleceğini bilemez hale gelir.Büyük ideallerin doğduğu, büyük imanların teşekküle başladığı yükseliş zamanlarında ise, kişi, kuvvetli birlik ve beraberlik ruhunun hâkim olduğu çevrede yaşadığı için, olumlu bir şahsiyete sahip olur. Bu idealler ölmeye, bu imanın yıkılmaya başladığı çökme zamanlarında, çevre, fertleri bir taraftan ölmüş geleneklene, diğer yandan ferdî ihtiraslara doğru sürükler. Şahsiyetsiz fertler, bu sürüklemeyi kolayca kabul ederler. Bu tür şahsiyet, ülkenin hayati sorunları karşısında bile “etliye sütliye” karışmama tavrını benimser. “Kaçma, karışma, buluşma, görmedim, duymadım, söylemedim” tipinde ilgisiz ve hissiz bir yaşantıyı en önemli tutum olarak görür.
Eğitimin şahsiyeti ve varlığı geliştirmede hayati önemi vardır. Bu eğitimin olumlu katkısı için de, olumsuz katkısı için de böyledir. Eğitim bu manada iki ucu keskin bıçağa benzetilebiliri şahsiyeti kökleştirdiği gibi soysuzlaştırabilir de. BU ÜLKE’NİN YÜKSEK DÜZEYDE EĞİTİM ALMIŞ, KALİFİYE VE BİLGİLİ VATAN HAİNLERİNE İHTİYACI YOKTUR. YAŞADIĞI ÜLKENİN TAŞINA TOPRAĞINA BORÇLU OLDUĞUNA İMAN ETMİŞ, MEMLEKETİN YÜKSEK MENFAATLERİNİ TUTUM, TAVIR VE DAVRANIŞLARINDA GÖSTEREN İNSANLARA İHTİYACI VARDIR. Eğitim eğer milli hedeflere yönelik milli kültürü esas almazsa milli değil milletlerarası insan meydana getirir. Millilik, öncelikle farklılık, orjinallik, kendine özgülük demektir. HERKESE BENZEYEN DEĞİL, KENDİNE, KENDİ MİLLETİNE BENZEYEN İNSAN TİPİ GAYE OLMALIDIR.
O halde yapılması gerekenler nedir, bu hususları da şöyle ifade edebiliriz:
1. Eğitimin amacı yeniden belirlenmelidir. Soyut, ne anlama geldiğini uygulayanlarında bilmediği hedefler hem somut bir hale getirilmeli, hem de denetlenebilir olmalıdır.
2. Eğitimin batı kültürü karşısında aşağılık kompleksi aşılayan mantığı değiştirilmelidir. Batının bizzat kendisi amaç değil, batıyı aşmakta kullanılabilecek araçlardan sadece birisi olduğu belirtilmelidir. Batının ahlaken sürüngen olan tavrı iyi anlaşılmalı, akli uygulamaları ve yönetimleri ise dikkatle takip edilmelidir.
3. Eğitimde ansiklopedik bilgi ölçü olmaktan çıkarılmalıdır. Araştıran, düşünen ve bildiğini kullanabilen insan yetiştirme esas olmalıdır. Bilgi hamalı nesillerin ülkeye sağlayacağı fazla bir katkı yoktur.
4. Eğitim; hem dinimizi, hem de milli varlığımızı ebed müddet devam ettirebilmenin baş şartıdır. Dinimizin en büyük düşmanını Ebu Cehil olduğu unutulmamalıdır. Ebu Cehil isim değil sıfattır. Nesillerini cahilliğe terk eden bir ülkenin geleceği de karanlığa mahkum olmuş demektir.
5. Ahlaki ve manevi özü olmayan hiçbir kişi kurum ve devlet ayakta kalamaz. Yeni nesilimizi nasıl görmek istiyorsak öyle eğitmek zorundayız. HER
MİLLET ÇOCUKLARINI KURT OLARAK YETİŞTİRİRKEN BİZİM ÇOCUKLARIMIZIN KUZU OLARAK YETİŞTİRİLMESİ İHANETTİR. YENİ NESİLE VERECEK EĞİTİM ÖNCE MİLLİ, MANEVİ VE AHLAKİ TEMELLER ÜZERİNE OTURMALIDIR.
SONUÇ OLARAK BÜYÜK BİR MİLLETİN KÜÇÜK EVLATLARI OLARAK DEĞİL, ONLARIN HAŞMET VE UFUKLARINA SAHİP EVLATLARI OLARAK YAŞAMAK ZORUNDAYIZ. Buda bugünü düne taşıyarak değil, dünü bugüne taşıyarak ve geçmişimizden alacağımız ilhamla sağlanabilir. Bu gücü kendinde duyan insanların ancak ve ancak eğitilerek sağlanabileceği gerçeğini unutmamamız gerekir. Milli kültürün gelişmesi yerleşmesi ve hayatı yorumlama biçimi olarak ortaya çıkabilmesi eğitimin milli olması ile mümkündür. Gelecekte mutlaka bunu başarmak zorundayız. Başarı için farkında olmak yetmez, birazda düşünmek gerekir. Kişilik ile kültürün bu göz ardı edilemez ilişkisi milli şahsiyetimizin teşekkülünde en büyük faktörü oluşturur. Bunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Kültürü olmayan bir toplumun geleceği olmaz.
Mazi ile ilişkisini kesen bir toplumun istikbali olamaz. Geçmiş irfanınızla köprüleri atarsanız köksüz ağaç gibi kaderiniz tesadüflerin eline geçer. “Dalından kopan yaprağın akibetini rüzgar tayin eder.” Bir milletin kaderi köksüz ağacın kaderiyle eşdeğer hale getirilmeyecek kadar önemlidir..
Türk gençliğinin bir diğer vazifesi de, içerisinde bulunduğumuz bilgi çağında, bilgi toplumuna geçebilecek çalışmalarda bulunmasıdır. Eğer Türkiye bilgi toplumuna geçmezse, milli ülküsünü gerçekleştiremeyeceği gibi ya devlerin çekişmesinde ayak altında kalacak, ya da bir “medeniyet proleteryası- ırgatı” olarak tarihin derinliklerine gömülecektir.
Geleceğimiz kitapla, kitap şuuruyla kuracağız. Büyük mütefekkirimiz Cemil MERİÇ bakın ne güzel söylemiş: “Her toplum bir kitaba dayanır; Ramayana, İncil, Neşideler neşidesi, KUR’AN … Senin kitabın hangisi?”
Fransız düşünürün Volteire’in söylediği de ne kadar doğrudur: “Yabani milletlerin dışında her ülke, kitaplar tarafından yönetilir.” Anlaşılacağı üzere “Gençlerine kitapla beslemeyen milletlerin sonu hüsrandır. Ovidis”
Sevgili gençler, sizler bilen, yapan, araştıran birer insan olacaksınız. Yabancılaşmadan çağdaşlaşacak, kökten kopmadan çağa ulaşacaksınız. Sloganlarla düşünmeyen, fakat ilim zihniyetine sahip, yeni bilgi üreten insan olacaksınız. Bütün kapılarınız kütüphane ve laboratuarlara, yorgunluklara, çilelere açılacak. Kısaca Mevlana’nın tabiriyle “BİR AYAĞI KENDİ MİLLİ KÖKLERİNDE, DİĞER AYAĞI ÇAĞDAŞ DÜNYADA BİR PERGEL MİSALİ DÖNEN İNSAN” olmalısınız.
Böylece milli ve manevi bütün değerlerimizi harekete geçirecek, yer altı ve yerüstü zenginliklerimizi akılcı bir fikirle kullanarak 21. Asrı Türklüğün asrı yapacaksınız. Bunu ümit ediyor, yapacağınıza, başaracağınıza inanıyoruz.
MUHTAÇ OLDUĞUNUZ KUDRET TARİHİMİZDE, İNANCIMIZDA VE DAMARLARIMIZDAKİ ASİL KANDA MEVCUTTUR. 03.05.2013
Muhsin KAHVECİ
MİLLET ÇOCUKLARINI KURT OLARAK YETİŞTİRİRKEN BİZİM ÇOCUKLARIMIZIN KUZU OLARAK YETİŞTİRİLMESİ İHANETTİR. YENİ NESİLE VERECEK EĞİTİM ÖNCE MİLLİ, MANEVİ VE AHLAKİ TEMELLER ÜZERİNE OTURMALIDIR.
SONUÇ OLARAK BÜYÜK BİR MİLLETİN KÜÇÜK EVLATLARI OLARAK DEĞİL, ONLARIN HAŞMET VE UFUKLARINA SAHİP EVLATLARI OLARAK YAŞAMAK ZORUNDAYIZ. Buda bugünü düne taşıyarak değil, dünü bugüne taşıyarak ve geçmişimizden alacağımız ilhamla sağlanabilir. Bu gücü kendinde duyan insanların ancak ve ancak eğitilerek sağlanabileceği gerçeğini unutmamamız gerekir. Milli kültürün gelişmesi yerleşmesi ve hayatı yorumlama biçimi olarak ortaya çıkabilmesi eğitimin milli olması ile mümkündür. Gelecekte mutlaka bunu başarmak zorundayız. Başarı için farkında olmak yetmez, birazda düşünmek gerekir. Kişilik ile kültürün bu göz ardı edilemez ilişkisi milli şahsiyetimizin teşekkülünde en büyük faktörü oluşturur. Bunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Kültürü olmayan bir toplumun geleceği olmaz.
Mazi ile ilişkisini kesen bir toplumun istikbali olamaz. Geçmiş irfanınızla köprüleri atarsanız köksüz ağaç gibi kaderiniz tesadüflerin eline geçer. “Dalından kopan yaprağın akibetini rüzgar tayin eder.” Bir milletin kaderi köksüz ağacın kaderiyle eşdeğer hale getirilmeyecek kadar önemlidir..
Türk gençliğinin bir diğer vazifesi de, içerisinde bulunduğumuz bilgi çağında, bilgi toplumuna geçebilecek çalışmalarda bulunmasıdır. Eğer Türkiye bilgi toplumuna geçmezse, milli ülküsünü gerçekleştiremeyeceği gibi ya devlerin çekişmesinde ayak altında kalacak, ya da bir “medeniyet proleteryası- ırgatı” olarak tarihin derinliklerine gömülecektir.
Geleceğimiz kitapla, kitap şuuruyla kuracağız. Büyük mütefekkirimiz Cemil MERİÇ bakın ne güzel söylemiş: “Her toplum bir kitaba dayanır; Ramayana, İncil, Neşideler neşidesi, KUR’AN … Senin kitabın hangisi?”
Fransız düşünürün Volteire’in söylediği de ne kadar doğrudur: “Yabani milletlerin dışında her ülke, kitaplar tarafından yönetilir.” Anlaşılacağı üzere “Gençlerine kitapla beslemeyen milletlerin sonu hüsrandır. Ovidis”
Sevgili gençler, sizler bilen, yapan, araştıran birer insan olacaksınız. Yabancılaşmadan çağdaşlaşacak, kökten kopmadan çağa ulaşacaksınız. Sloganlarla düşünmeyen, fakat ilim zihniyetine sahip, yeni bilgi üreten insan olacaksınız. Bütün kapılarınız kütüphane ve laboratuarlara, yorgunluklara, çilelere açılacak. Kısaca Mevlana’nın tabiriyle “BİR AYAĞI KENDİ MİLLİ KÖKLERİNDE, DİĞER AYAĞI ÇAĞDAŞ DÜNYADA BİR PERGEL MİSALİ DÖNEN İNSAN” olmalısınız.
Böylece milli ve manevi bütün değerlerimizi harekete geçirecek, yer altı ve yerüstü zenginliklerimizi akılcı bir fikirle kullanarak 21. Asrı Türklüğün asrı yapacaksınız. Bunu ümit ediyor, yapacağınıza, başaracağınıza inanıyoruz.
MUHTAÇ OLDUĞUNUZ KUDRET TARİHİMİZDE, İNANCIMIZDA VE DAMARLARIMIZDAKİ ASİL KANDA MEVCUTTUR. 03.05.2013
Muhsin KAHVECİ
Sinop Kız Teknik ve Meslek Lisesi
Md. Yrd. Ve Tarih Öğr.