TÜSİYAD Haber Gazetesi Mayıs ayı içersinde çıkacak olan sayısını hazırlarken aldım haberi... O acı haber tüm dünyaya anons yapılırken ben de gazetedeki köşe yazımı yazmaya hazırlanıyordum. Geçen ay TÜİK raporlarında en mutlu il Sinop olarak yayınlanmıştı ve “En Mutlu Şehir Sinop” ile ilgili yazımı yazacaktım ancak mutlu bir şehir olarak yazacağım ilim yerine “En yaslı Soma”’ diye yazmak durumunda kaldım. Mutlu bir şehrin evladı olarak mutlu olurken, Soma’dan gelen haberle yıkıldık... Ve öğrendik ki Sinoplu altı madencimiz göçük altında alarak vefat etmiş. Gurbet ellerde ekmeğini kazanmak için memleketinden kilometrelerce uzakta toprak altında kalan hemşerilerimize ve Soma’da vefat eden tüm emekçi kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyor ve geride kalan ailelerine baş sağlığı diliyorum.

Ancak;
Bir gerçek ile yine karşı karşıya kaldık… Kömür işçileri ve emekçileri. Ülkemizde bir gerçeği daha yaşadık. Sabah evden çıkarken aile fertlerine “Hakkınızı helal edin” diyerek güne başlamak nasıl bir duygudur? Biri bana bunu nasıl açıklayabilir!.. Kömür tozundan yüzleri simsiyah olmuş ancak gözleri ışıl ışıl, helal ekmek kazanmak için yerin altında kazma sallamak, her vurduğu kazmada alın teri olması; helalinden kazanılan en kutsal para olsa gerek… 

Bu şartlarda geçinmeye çalışmak; ailenin tüm yükünü ağır ölüm riskine rağmen sırtlamak bir kader midir? 

Yaptığı işin ne derece tehlikeli olduğunu bilmek, gün ışığına hasret kalmak nasıl bir duygudur?

Bunu yaşayan bilir! Toplu ölümlerin yaşandığı yerin altında hayatı yaşamak nasıl bir duygudur?

Anlatsın biri bana… “Yok o kadar da değil” mi diyeceğiz? Emek ve özveriyle bu kadar çalışırken ölümle yaşam arasındaki ince çizgide nasıl yüründüğünü birisi bana açıklayabilir mi? 

Anlatılamaz ancak içinde yaşayanlar anlar bunu… Empati yaptığımda ne kadar elem ve kederin bir arada olduğunu sadece biraz fark edebiliyoruz. Ancak anlayabilmeye çalışmanın dışında hiçbir duyguya maalesef sahip olamıyoruz. 

Yüreklerimizin kömür emekçilerinin ailesi kadar, evladı, eşi, anası, babası kadar yanması mümkün mü? 
Asla!..

Dünya var oldukça en ağır meslek olarak tarihe geçmiş! Medeni ülkelerde “Kader”’olarak görülmemiş iş güvenliği ve insana sağlanan imkanlar içinde biraz da olsun tedbir alınmış... Kader bizim kutsal dinimizde hep var hep olacak.. Ancak Allah akıl ve fikirde vermiş; yol göstermiş; “Tedbirini al” diye….

“İçim yanıyor” demek içinin yandığını nasıl anlatabilir ki? Ancak aslt olan  ateş düştüğü yeri yakıyor..

Medyada takip ediyoruz olan bitenleri bazen gözümüz yaşarıyor, duygusallaşıyoruz.

Kendimi onların yerine koyuyorum; korkunç bir hissiyat. Sosyal medya çalkalanıyor... Her türlü fotoğraflar ve grafikler ile bir sürü başsağlığı mesajları... Türk toplumu acıya ortak oluyor. Böyle günlerde acıya ortak olmak bizim genetiğimizde var. Devlet üç günlük yas ilan ediyor, bayraklar yarıya indiriliyor. Toplumun bazı kesimleri maden ocaklarında vefat eden  emekçilerin yaşadıkları ortamı protesto etmek için eylem yapıyorlar; en demokratik haklarını kullanıyorlar. Bunlar demokratik yollar ile yapıldığında hep yanındayım ancak spekülasyon ve marjinal guruplara hayır diyorum. Klavye karşısında kahraman olan ruhu bozulmuş züppelere kızgınım. Sen kalk her şeye muhalefet et; sonrada sosyal medya üzerinden “19 Mayıs tatili için Bodrum’a ya da yurt dışına gideceğim” diye sosyal medya aracılığı ile hava at… Yapma arkadaş ayıptır. Nerede kaldı senin duyarlılığın? Nerede senin vatanseverliğin… Mevlana’nın bir sözünü hatırlatmak isterim, “Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün”.

Samimi olmak gerekiyor, taşın altına elini koymak gerekiyor. Harekete geçmek gerekiyor. İmece usulü çalışmak gerekiyor… Papatya falına döndü “Şehit sayısı 300 mü olacak 400 mü olacak?” diye... Resmi rakam geliyor devlet yetkililerinden 301…Aman Allahım ne kadar acı.. Kömür ocağının kapısında bekleyen eş için, evlat için, anne için, baba için… Her şeyden önemlisi insan için… Ne ürpertici bir sondur…

Önünden geçen sedyelere baktığında ya yaşam çığlığı atacaksın yada hüzün çığlığı... Çığlık çığlığa geçen saatler aç ve susuz, yorgun bir bekleyiş…
Bir hafta sonra aynen şöyle söyleneceğini duyar gibiyim; Hayat devam ediyor..

Evet hayat devam edecek, dul kalan kadın için, yetim kalan evlat için, evladını yitirmiş anne ve baba için, aşk için, iş için evet hayat nasıl devam edecekse!!! Onun için…

Ancak bu büyük iş faciasını “İş kazası” diye geçiştiremeyiz… “Madenlerde bu tür kazalar olur” diye susamayız…

Neden benim güzelim ülkem iş kazalarında rekor kırıyor?.. Neden dünyada üçüncü sıradayız…

Neden?.. Neden?.. Neden?.. Acaba neden?

Bir duruma da ayrıca dikkat çekmek gerekiyor. Bütün acılara, tepkilere, sinire, üzüntüye, acıya rağmen Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, facianın yaşandığı andan itibaren olay yerine intikal etti ve çalışmaları bizzat yöneten. Yıldız’ı kah gecenin 3’ünde, kah sabah 8’de ekranda gördük. Oldukça özveriyle çalıştı. Siyasetin renklerini gözetmedi ve acıları elinden geldiğince üslubuyla, tavrıyla paylaştı. Taner Yıldız halkın tepkilerini dinleyerek ve yumuşak üslubuyla anlatarak takdir kazandı.