XIX. yüzyılın Paşa unvânını hak etmiş iki şâir ve devlet adamı vardır ki bunların doğruluk ve istikâmete vurguları gerçekten çok anlamlıdır. Bunlardan biri 1825-1880 yılları arasında yaşayan meşhûr Ziyâ Paşa’dır. O der ki:
İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrâh
Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah

Diğeri ise 1832-1891 yılları arasında yaşayan Diyarbakırlı şâir, yazar ve devlet adamı Saîd Paşa’dır. Onun “Hazret-i Allah Utandırmaz Seni” başlığını taşıyan şiiri bu mânâda çok ünlü ve derin muhtevâsıyla dikkat çekicidir. Saîd Paşa son mısraı “Müstakim ol Hazreti Allah utandırmaz seni” diye biten şiirinde istikametin bütün şümulünü anlatır. Şiirin tamamını açıklamaları ile birlikte veriyoruz.
Sen usandırma eli, el de usandırmaz seni
Hîlekârlık eyleme, kimse dolandırmaz seni
Dest-i a’dâdan soğuk su içme, kandırmaz seni
Korkma düşmandan, ki âteş olsa yandırmaz seni
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni

Sen başkalarını usandırma, ki başkaları da seni usandırmasın. Sen kimseye hîlekârlık yapma, ki kimse seni kandırıp dolandırmasın. Düşmanın elinden soğuk su içmeye ve harâretini teskin etmeye kalkışma. Çünkü düşman eliyle gelen su, seni kandırmaz ve harâretini kesmez. Düşmandan asla korkma, onu gözünde büyütme. Düşmanın ateş olsa, sen doğru olduktan sonra o seni yakamaz. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.
Halk arasında adâvet sû-i zandandır bütün
İhtilâl-i milket-i âlem fitendendir bütün
Öldürenden bilme cürmü, suç ölendendir bütün
Ne fenâlık görsen elden sanma, sendendir bütün
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni

Halk arasında düşmanlığın temel sebebi insanların birbirleri hakkındaki peşin hükümlü sû-i zanlarıdır. Âlem mülkünün bozulup karışması, sû-i zan kaynaklı fitnelerdir. Allah da sû-i zannı yasaklamıştır.4 Cinayetlerde genellikle suç öldürende bilinir ama, çoğu zaman ölendedir. Sen bir fenâlık görürsen, başkasından sanma. Çünkü kişiye kötülük ancak kendinden gelir. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.
İster isen hıfz ede ırzın, Hudâ-yı lem-yezel
Irzına a’dâ-yı bed-hâhın bile, verme halel
Tâ ezelden söylenir halkın dilinde bu mesel
Celb eder elbette insana mükâfatın amel
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni

Allah Teâlâ’nın senin ırz ve nâmusunu korumasını istiyorsan, sen de asla kötülük peşinde koşan düşmanın bile nâmusunu haleldâr etmemeli, ona zarar vermemelisin. Ezelden beri halk arasında söylenen bir darb-ı mesel vardır: Herkes yaptığının karşılığını görür, ne ekersen onu biçersin. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.
Halkı tahrîb eyleyip de kendin âbâd eyleme
Bu cihânda ev yapıp ukbâyı berbâd eyleme
Nef’in için zâlim-i bîrahm’e imdâd eyleme
Âlemi tenfîr eden ahvâli mu’tâd eyleme
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni

Halka zarar verip kendini âbâd ve ma’mûr eylemeye kalkışma. Bu dünyâ için çalışıp ukbânı ihmâl ile berbâd etme. Merhametsiz bir zâlimden çıkarın için yardım isteme. İnsanları kendinden nefret ettirecek hâlleri alışkanlık ve âdet hâline getirme. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.
Seyyiât insana nefs-i kemterîninden gelir
Her hacâlet âdeme sû-i karîninden gelir
İzzet-i zât mekâna hep mekîninden gelir
İstikâmet müstakîmü’l-hâle dîninden gelir
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni

İnsana her türlü kötülük kötü nefsinden, içinde beslediği öz benliğinden ve varlık iddiâsından gelir. Âdemoğluna her türlü mahcûbiyet de kötü arkadaşından bulaşır. Kişinin izzeti bulunduğu mekâna da izzet katar. Bu yüzden şerefü’l-mekân bi’l-mekîn demişlerdir. Müstakîm hâl sâhibi insanların istikâmeti dîninden; yâni dindârlığından gelir. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.
Düşmanı tezlîl için hîleyle etme iştigâl
Hüsn-i efkâra olur hâil cihânda sû-i hâl
Yüzsuyu dökme, teessüf çekme, etme kıyl u kâl
Sen sakîm olma, verir maksûdun elbet Zü’l-Celâl
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni

Düşmanını zillete uğratmak için hîle ve hud’a ile meşgûl olma. Çünkü bu dünyâda kötü hâl sâhibi olmak, güzel düşüncelere perde olur. Kötü işlerle uğraşanlar iyilik düşünemezler. Dünyâ için yüzsuyu dökme, kaçırdıklarına üzülme, dedikodu etme. Derdlenme ki celâl sâhibi olan Allah, senin maksadını mutlak verecektir. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.
At riyâyı elden, ıslâha çalış ahvâlini
Boşboğazlık etme ta’dil eyle kıyl u kâlini
Sen ne türlü saklayım dersen de sû-i hâlini
Hak Teâlâ senden a’lemdir senin ahvâlini
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni

Riyâdan uzaklaşmaya ve hâllerini düzeltmeye çalış. Boşboğazlık etme, dedikodularını azaltıp düzeltmeye bak. Sen kötü hâllerini ne şekilde saklayayım derdine düşsen de Allah Teâlâ senin her türlü hâlini senden daha iyi bilir, bunu unutma. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.
Hâline şeytan güler, gördükte senden gafleti
Üstüne güldürme öyle düşmen-i bed sîreti
Hâin olma, ver emânetle cihâna şöhreti
Herkesin destindedir âlemde züll ü rif’ati
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni

Seni gaflet üzere gördüğünde şeytan hâline güler. Sen gaflete düşüp de böyle kötü huylu bir düşmanı; yâni şeytanı kendine güldürme. Âlemde emînlik/güvenilirlik sıfatıyla meşhûr ol, ama asla hıyânete düşüp hâin olma. Çünkü bu âlemde herkesin horluğu da, yükseklik ve değeri de kendi elindedir. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.
Zâmin olan ey Saîd, erzâka Hâlık’tır sana
Mâsivâya ser-fürû etmek ne lâyıktır sana
Iztırâbı celb eden meyl-i alâyıkdır sana
Gayr için düşme lisân-ı nâsa, yazıktır sana
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni

Ey Saîd! Hâlık Teâlâ bu âlemde senin rızkını garanti etmiştir. Bu yüzden rızık endişesiyle mâsivâya boyun eğmek sana yakışmaz. Aslında bu âlemde ızdırâbın temel sebebi alâık denilen dünyâ bağlarına meyledip insanın kendini bağlamasıdır. Başkaları için halkın diline düşüp kendine yazık etme. Sen doğru olmaya, müstakîm olmaya bak. Öyle olursan Allah utandırmaz seni.
Dünyâ ve âhirette insanın yüzünü ağartacak olan doğruluk ve istikâmettir. Dînî hayâtın istikâmet zemininde yaşanması insanı huzûr ve mutluluk ile rızâ-i Bârî’ye ulaştırır. Kur’an ve sünnette istikâmet vurgusunun çokluğu da bundandır. Kulu erdirecek olan istikâmet ve ihlâstır.

Dinotlar: 

Dest-i âdâ: Düşman eli.
Müstakiym: Doğru, dosdoğru (yamukluğa sapmayan hayırlı ve doğru istikamet)
Mâsun: Korunmuş, esirgenmiş, selamette...
Zebun: Güçsüz, zayıf
Bedhah: Herkesin kötülüğünü isteyen, düşman.
Gırrelenme: Gururlanma, böbürlenme. Rûz-i ikbâl: iyi, talihli gün, Ehl-i hıred: Akıllılar, kafası çalışan salihler.
Cumartesi (yevmus- sebt ) gününü Pazar (yevmul-ehad) gününün takip etmesi gibi. Arapça haftanın günleri şöyledir: Cuma günü: Yevmul- Cum'a (يوم الجمعة ) Cumartesi günü: Yevmus- Sebt (يوم السبت) Pazar günü: Yevmul-Ehad (يوم الاحد) Pazartesi Günü: Yevmul- İsneyn: (يوم الاثنين) Salı günü: Yevmul- Sülasa (يوم الثلاثاء) Çarsamba günü: Yevmul- Erbãa: (يوم الاربعاء) Persembe günü: Yevmul- Hamis: (يوم الخميس)
 Seyl-i mevt: Ölüm seli. (Sekerat-ı Mevt de denilen ölüm sarhoşluğu anı, ölüme çok yakın olunduğu anlar), Meded: yardımcı, elinden tutan.
Ateş meşreb: ateşle yakınlık kuran. Cehennemi hafife alan, halk arasında Cehennemlik, kefere denilen takım...
Seyyiat: Kötülükler, günahlar. Nefs-i kemter: Aşağılık nefs.
Hacâlat: Utanılacak iş, utanma. Su'i karîn: Kötü yakınlar, kötü arkadaş, kötü akraba.
İzzet: Şeref, yücelik, Zillet: Haysiyetsizlik, alçaklık. Mekîn: Oturan, mekânda mukim olan, yerleşen, bulunan.
Tezlil: Zelil etmek, hakir etmek.
Hüsn: güzel, Efkâr: fikirler, Hâil: Mani, engel. Suî hal: Kötü hal, kötü işler, ayıplar...
Kıyl-ü Kal: Dedikodu, gıybet, birilerini çekiştirmek, boş laflarla fitneye sebebiyet vermek.
Sakiym: Hasta, perişan..
Bed sîret: Kötü suretli, çirkin suratlı, içi dışı kötü, çirkin ve iğrenç olan kişiyi...