Geçtiğimiz gün traş olmak üzere berberime gittim. 4 yaşındaki küçük kızım Ayşe "baba bende geleceğim" dedi. Kızımı da aldım, berberimin yolunu tuttum. Hoş sohbet, neşeli bir insan olan Gümüşhaneli berberimle her gitmemde muhakkak güzel bir sohbetimiz oluyor. Traş olurken vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorum bile. Kendimde küçük esnaf çocuğu olmamdan belki küçük esnafları oldum olası çok severim, sıcak ve samimi bulurum. Berberimin daha önce çalıştığım Gümüşhane ilinden olması haliyle konuşacak konularımızın da çok olmasını sağlıyor. Berber koltuğuna oturduğumda Ayşe'de bekleme koltuklarına uslu uslu oturdu. Ayşe'nin Kelkit doğumlu olması ise bir Gümüşhaneli için ise ayrı bir ilgi kaynağı oluyor. Berber ben koltuğa oturunca çırağını göndermiş,yandaki bakkaldan Ayşe'ye bir çikolata aldırmış. "Çikolatayı alayım mı baba" diyen kızıma "Amcana teşekkür et" deyince berber amcasına teşekkür eden Ayşe sonra yiyeceğini ve çikolatasını açmayacağını söyledi. "Tamam kızım" dedim. O arada Ayşe'nin yanında boş olan koltuğa bir müşteri daha geldi. Hafif esmer tenli olan müşterinin dükkanın sürekli müşterilerinden olduğu anlaşılıyordu. Tam o arada berberim gülümseyerek dedi ki " Ayşe yanındaki amcaya dikkat et, o amca Kürttür, senin çikolatanı çalar" dedi. Çok şaşırdım, hemen müdahale ettim. " Ya nasıl konuşuyorsun. Çocuk senin şakanı anlamaz. Kafasına koyar. Bilinçaltına işler , gerçek zanneder" deyince Kars Digorlu bir Kürt olduğunu öğrendiğim ve berberin şakasını kaldıran müşteri benim tepkime de şaşırmış görünerek "Böyle konuşulursa çocuk Kürt düşmanı olacak"dedi...
Bu çok yeni yaşadığım olay gençlik çağlarımda yaşadığım bir anımı hatırlattı. Sinop Durağan'da terzilik yapan merhum babama boş zamanlarımda yardım ediyorum. Okulların açılmasına az bir zaman var. Kayıtlar başlamış. O sırada Kürt bir amca yanında çocuğuyla pantolon paçası yaptırmak üzere dükkana geldi. Babam önceden tanıdığı ve belli bir hukuku olduğu belli olan müşterisine "Hayırdır,nerden böyle " dedi. Kürt müşteride " Metin, çocuğu İmam-Hatipe yazdırdım." der demez çevresinde esprili kişiliği ile tanınan babam lafı yapıştırdı. "Ya sen bilmiyon mu, çocuğu niye imam-hatipe yazdırdın. Ne demişler; Kürtten olmaz evliya, olsada koyma avluya" Bu konuşmaya iyi bir espri edasında diğer müşteriler gülerken muhatabı sadece "Yaw Metin" diyebilerek, boynunu büktü...
İstanbul'da Halkalı Ziraat Meslek Lisesinde yatılı öğrenciyim. Okul ülkemizin her yerinden çocuklarla dolu. Bir hafta sonu arkadaşlarla Taksim İstiklal Caddesine gidip gezelim istedik. Yaşları 14-15 olan bir Eskişehirli, bir Adanalı, bir Yozgatlı, bir Sinoplu ve bir Diyarbakırlı kafadar kah öğrenci biletlerimizle bindiğimiz belediye otobüsleriyle, kah yürüyerek İstiklal Caddesine vardık. İnsan kalabalığının adeta sel olup aktığı bu cadde bizler için inanılmaz bir deneyim özelliği taşıyordu. Anadolu'nun çeşitli yerlerinden gelen en zengini memur çocuğu olan tamamen dar gelirli ailelerin çocukları olan bizler keyifle gezmeye başlamıştık. Sene 1994 idi. Diyarbakırlı sınıf arkadaşımız Şahin KOÇAK'ın kafasında yeşil kırmızı renkte bir Diyarbakırspor şapkası vardı. Herkes memleketini ve memleketinin takımını severdi, gayet olağan bir durumdu. Şahin Diyarbakır'ı ilk defa bir Diyarbakırlıdan öğrendiğim isimlerdendi. Arkadaşlarla İstiklal Caddesinde bir kaç yüz metre yürüdük yürümedik, iri kıyım yelekli, bıyıklı bir amca bizi durdurdu ve kimlik çıkarmamızı istedi. Henüz sivil polisin ne olduğunu çok bilmeyen bizler ilk defa bir uygulamayla karşı karşıya kalınca çok şaşırmıştık. Hemen korkuyla kimliklerimizi çıkardık ve gösterdik. "Ne yapıyorsunuz burda " deyince yatılı okulda okuduğumuzu ve hafta sonu izninde gezmek amacıyla geldiğimizi söyledik. O arada Şahin'e çıkar o şapkayı kafandan dedi ve "Hadi çabuk tozolun,burdan" diyerek sepetlendik. 20-30 metre gitmedik başka bir kişi daha durdurdu bizi ve "Siz daha burdamısınız, kaybolun çabuk" dedi ve biz korkudan apar topar rastgele ara sokaklardan birine daldık ve caddeden uzaklaştık. Olay basitti. Terörü çağrıştırdığı gerekçesiyle kafasında Diyarbakırspor şapkası olan lise 2.sınıf öğrencisi çocuklar sakıncalı bulunarak caddeden uzaklaştırılmıştık. Bu eylemin bizlere karşı değil, Şahin'e karşı yapıldığı apaçık belliydi. Arkadaşları olarak bizler uğradığı haksız ve ayrımcı muameleden ağlayan ve hırslanan Şahin'i teselli etmeye çalıştık...
Çocukluğum Durağan'da yarısı Kürtlerden oluşan bir mahallede geçtiğinden dolayı Kürtleri yakından tanıma fırsatı buldum. İlkokulda her sabah bağıra bağıra büyük bir içtenlikle, coşkuyla andımızı söylerdik. "Türküm, Doğruyum, Çalışkanım..." Seslerimiz Adadağının eteklerinde yankılanırken alttan alta espriyle karışık sessiz ve derinden ince sesler duyardık. "Kürdüm, Eğriyim, Tembelim..."
İlk gençliğimizde henüz askere gitmeden askere gidip gelenlere askerlik anılarını anlattırırdık. Komando olarak askerlik yapanlar gözümüzde devleşirlerdi. Onlardan asker hatırası getirdikleri mermileri ister bakardık ve "kulak var mı" diye sorardık. Yani "Kulak kolyesi" var mı? diye. "Kulak kolyesi" çatışmada öldürülen PKK'lının kesilen kulağının bir ipe yada zincire takılmasıyla elde edilirdi. Tek kelimeyle bir vahşetin anatomisiydi. Bunun bir vahşet olduğunu düşünmez bir kahramanlık öyküsü olduğuna inanırdık.
Hasip Kaplan sıradan bir avukatken kendini bilmez bazı askeriye mensuplarının sözde vatandaşı yola getirmek, belki suçluların yerini itiraf ettirmek için yaptığı söylenen "vatandaşa işkence ve dışkı yedirmek" konusunda AİHM'de Türkiye'yi dava etti ve ülkemiz suçlu bulundu , vatandaşa 300 bin frank tazminat ödemeye mahkum edildi. Kaplan insanlık dışı bir davranışı yapan bir kişinin sayesinde Kürt siyasetinin önemli figürlerinden birine dönüştü. Terörle mücadele adı altında sıradan vatandaşa yapılanları yazmaya gerek duymuyorum. Bu hikayelerle büyümedik mi? 36 yıllık ömrümün neredeyse tamamında PKK sorunu , Kürt meselesi tam göbekte oluverdi.
Bayraklar tüm ülkeler için kutsaldır. Bayrağa saygı noktasında Atatürk'ten öğrendiğimiz ayağının altına serilen Yunan bayrağını çiğnememesi ve bayrağın kimin olursa olsun kutsal olduğunu bizlere öğretmiştir. Lice'de bayrağa karşı yapılan eylem herkesin yüreğini parçalamıştır. Bu vatan için Sarıkamış harbinde 300 kişilik bir bölükte sağ kalıp akabinde 9 sene Rusya'da savaş esiri olarak kalan 3 kişiden biri olan İsa IRMAK'ın(Büyük büyükbabam) torunuyum. Vatana karşı borcumuzu dedelerimizde ödedi, bizde ödedik, gerektiğinde kaçmadan yine öderiz. "Kendi çocuklarını askere" göndermeyen, gerek bedeliyle, gerek okutarak, gerekse torpille askerlikten yırtmanın çarelerine bakanlar bu konuda lütfen fakir çocuklarının bedenleri üzerinden siyaset yapma, ucuz kahramanlık yapma işini bıraksınlar.
Bayrak meselesi başta olmak üzere bu süreçte yaşanan toplumsal olayları çözümlerken suçun kendisinden öte, suça iten sebepleri araştırmak ve mümkünse bunları çözebilmek lazım. Hayatımı sürdürdüğüm güvenlikli coğrafyalarda dahi benim bizzat yaşadığım ve bir kaçını anlattığım olayların bile adım adım insanların içinde zamanla bir Kürt fobisi oluşturabildiğini görebiliyorum. Kürtlerin önemli bir kesiminde ise gerek devlet tarafından, gerek halkımız tarafından yapılan büyük küçük çeşitli olayların neticesinde devletimizle ciddi bir şekilde gönül bağının zayıfladığını üzülerek görmekteyiz. Despotizmle, zorbalıkla değil gerçek demokrasiyi özümseyerek birbirimizi olduğumuz gibi kabul etme erdemine ulaşma zamanındayız. Birbirimizin evrensel hak ve hukukuna riayet edebilmeliyiz. Toplumun en küçük bir mahalle berberinden başlayabilen ve dalga dalga hayatın her alanına yayılan birbirimize karşı nefret dili oluşmasına neden olabilecek "tüm yanlış bilinç oluşturan kodlarını" ülkemizden kazımak için birlikte çalışmalıyız.
Bakanlığımızın hizmet içi eğitimlerine gittiğimde ülkenin her yanından gelenler olmasına rağmen Kürtlerle Türklerin doğru dürüst karışmadığını üzülerek gözlemlerdim. Sıradan Kürtler çoğunun gözünde potansiyel terörist, potansiyel PKK'lılar idi. Birbirinden çok farkı olmayan, ezelden beri ortak kader oluşturmuş iki halk neden birbirlerinden bu kadar koptu. Bu konuları incelerken lütfen hamaset yapmayalım. Kürtlerle aynı apartmanda oturmamak isteyenler, Kürde evimi kiraya vermem diyenler, çocuğunu Kürtlerin yoğun olduğu okullara göndermek istemeyen veliler, Kürde kız vermeyen babalar, Kürtleri potansiyel üçkağıtçı olarak görüp veresiye yazmayan esnaf, ben Kürt çalıştırmam diyen işverenler, Kürtle arkadaş olmayanlar, Kürtlerle ilgili yanlış bilinç oluşturabilecek esprileri yapanlar... Ya iki halkın arasında en sağlam bağ İslam diniyken 28 Şubat döneminde İmam-Hatipleri kapatarak bayrak düşmanı bir grup Kürt gençliği yetişmesine neden olanların yaşananlarda suçu ne kadardır?
Bu gelinen istenmeyen tabloda maalesef az çok herkesin katkısı var. Bardağın boş ve dolu tarafı var. Özeleştiri olması anlamında bardağın boş tarafını göstermemiz gerekti. Bardağın dolu tarafında ise hala Kürtlerin önemli bir kısmı ile sağlam bir gönül bağımızın devam ettiği gerçeği vardır. Bizlere düşen elele, toplumuzun arasında ikilik oluşturan sorunları, sosyolojik temellerine inerek çözmek ve sözde değil özde kardeşlik hukukunu tesis etmektir. Kürtten evliya olur mu, olmaz mı meselesinde ise Arabın Aceme, Acemin Araba üstünlüğünün olmadığını , üstünlüğün ancak takvada olduğunu öğreten bir peygamberin ümmeti değil miyiz? Kürt Allah dostlarının dualarının ve gönüllerinin İslam dünyasının biricik umudu Türkiye ile olduğunu biliyoruz. Herkes elbette doğuştan kendisinin seçemediği en az bir ırka mensuptur. Irkların birbirine üstünlüğü yada aşağılığı yoktur. Hepimiz insanız, terörizme, despotizme, vandallığa başvurmadan insanca beraber yaşamanın yollarını arama zamanımız çoktan geldi, geçiyor...