Yazıma, öncelikle son üç yıl içinde Covid-19 ve varyantları ile mücadelede yaşamlarını kaybeden sağlık savaşçılarını rahmet ve minnetle anarken ailelerine de sabır dileyerek başlamak istiyorum.
Gece gündüz demeyip evlerine bile gidemeden zor koşullar altında çalışan tüm sağlık çalışanlarına çok şey borçluyuz. Yazılı ve görsel medyada yaşadıklarını, çektikleri sıkıntıları, yorgunluklarını görüyor ve üzülüyoruz. Her türlü sıkıntı ve zorluğa göğüs gererek bu savaşı kazanmaya ant içmiş sağlık ordusunu ayakta alkışlıyor, kutluyorum. Bu nedenle yazımda hekimlerin mesleki ilişkilerine özellikle de Hekim – Hasta ilişkilerine yer vermeye çalışacağım.
Tıp bilimi ve dolayısıyla doktorlar, tarih boyunca hastalıkları tedavi etmekle ve yeni tedavi yöntemleri geliştirmekle ilgilenmişlerdir. Salgın hastalıklar, sadece insanların kaderlerini etkilememiş, dönem dönem ulusların ve bazen de dünyanın kaderini etkilemiştir. Veba, kolera, tifüs vb. tarihte kimi medeniyetlerin ortadan kalkmasına neden olan salgınlar yaşanmıştır.
Günümüzde birçok alanda olduğu gibi tıp alanında da sınırlar kalkmıştır. Bulunan bir tedavi yöntemi tüm dünyadaki insanlar için umut ışığı olduğu gibi yeni oluşan ve dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan salgın hastalık, tüm insanlığı etkilemektedir. Dolayısıyla tıp, bilim dünyası ve doktorluk mesleği evrensel bir bilim ve evrensel bir meslek olma özelliğini sürdürmektedir. İnsanlık var oldukça da tıp bilimi ve doktorluk mesleği yaşamımızdaki bu dinamik ve çok önemli işlevlerini koruyacaktır.
Türk Tıp Tarihi incelendiğinde görülecektir ki hem tıp bilimine hem de doktorluk mesleğine Türk insanı tarafından büyük saygı gösterilmiş ve güvenilmiştir. Türk insanı için doktorlar şifa kapısı olmuş, daima inanılmış ve daima güvenilmiştir. Atamız da “Beni Türk Hekimlerine emanet ediniz.” demiştir.
Türk tıbbı tarih boyunca dünya çapında başarılı hekimler yetiştirmiştir. Günümüzde de birçok uluslararası platformda Türk doktorların başarılarından söz edilmektedir.
HEKİMLERİN MESLEKİ İLİŞKİLERİ
Hekimin mesleki ilişkilerini üç başlık altında ele alabiliriz.
Bunlar;
1.Hekim – Hasta ilişkileri
2.Hekim – Hekim ilişkileri
3.Hekim – Hemşire ilişkileri
Bugünkü yazımda sadece Hekim – Hasta ilişkilerini ele alacağım.
Hekim- Hasta ilişkisinde birinci koşul, hekimliğin ilk ve temel ilkesi olan “Her şeyden önce zarar vermeme” ilkesine uymaktır. Bu kural “Primum non nocere” olarak tanımlanmıştır. Bunun için hekim, uğraşı konusu olan insanı tanımak zorundadır. Öncelikle sağlıklı insanın psikolojisini iyice tanımalıdır ki sonra hastalıklı halini tanısın, anlasın. Dolayısı ile hekimin insanlar ile olan ilişkisini aşağıdaki şekilde gösterebiliriz.
Hekim kendisine başvuran insan karşısında üç öğe ile karşı karşıyadır; sağlıklı insan, hastalık ve hasta insan. Hekimin sağlıklı insanlar hakkında bir bilgisi vardır. Ayrıca çeşitli hastalıklar hakkında da bilgi sahibidir. Ancak o anda, karşısındaki kişinin kendisi ve hastalığı arasındaki ilişkiden kurulu hasta insan ile uğraşmak, onun hastalığının teşhisi ve tedavisi göreviyle yükümlüdür. Bu görevi de yeterince yerine getirebilmek için hastalıkları iyi bilmesi her zaman iyi bir hekim olduğunun kanıtı değildir. İnsanı ve özellikle o insanı ne kadar iyi tanımış, onun hastalığı ile ilişkisini ne kadar iyi anlayabilmişse tanı ve tedavideki başarısı o oranda yüksek olacaktır.
Hasta yardım bekleyen bir dertli olup ya kendiliğinden ya da bir yakınının yardımı ile ulaşım, konaklama, ekonomik vb. gibi zorlukların yanı sıra fizik ve psikolojik şikâyetlerle hekime gelmiştir. Fakat yalnız kendi sorunları ve rahatsızlığı bakımından değil, hekim bakımından da birçok endişe ve korkuları vardır: Doktor nasıl bir kişidir? Kendisini nasıl karşılayacaktır? Derdini anlatabilecek midir? Onun karşısında rahatça konuşabilecek midir? Konuştukları şeyler gizli kalacak mıdır? Bir hata yapıp sakat bırakacak mıdır? Acaba yeniden sağlığına kavuşabilecek midir? gibi birçok sorular hastanın düşüncelerini kurcalamaktadır.
Hasta, hastalığı konusunda hekimin açıklama yapmasını bekler. Bu nedenle, hekimin tıbbi bulguları hastanın anlayabileceği bir dille aktarması gerekir. Hekim hastasını durumdan haberdar etmekle kanunen de yükümlüdür, özellikle hastalığın gidişatını bildirmelidir. Önerilen tedavinin muhtemel sonuçlarından hastasını haberdar etmelidir. Ancak bunu hastanın fizyolojik ve psikolojik durumunu göz önünde bulundurarak, basit, akılcı ve samimi bir şekilde yapmalıdır.
Hekim, Sanatını icra ederken, hastanın yalnız insan olma özelliğini dikkate almalı, zengin veya fakir, dil, din, ırk, büyük ve küçük arasında fark gözetmemelidir.
Gerçek doktor, fakiri de bir zengini tedavi ettiği gibi muamele etmeli ve tedavisini yapmalıdır. Zamanın büyük Fransız cerrahı A. Pare (1510- 1590) ile Kral IX. Charles arasında geçen konuşma bu bakımdan ibret vericidir.
Ruen kuşatması sırasında kral sorar:
-“Umarım ki sen kralını fakirden daha iyi tedavi edersin.
-Hayır efendimiz, bu mümkün değildir.
-Niçin? diye kral sorunca,
-Çünkü ben fakirleri de krallar gibi tedavi ederim.” Yanıtını verir.
Hekim, anemnez alırken hastasına özel merakla değil, yalnız teşhis ve tedavide yardımcı olmak amacı ile sorular sormalıdır. Hastanın sırlarına nüfuz etmeye çalışması hekimlik ahlakı ile bağdaşamaz.
Hastası için gerekli gördüğü laboratuvar ve röntgen muayenelerini hastanın mali durumuna uygun ve yetkili yerlerde yaptırmalıdır. Örneğin ekonomik durumu iyi olmayan hastalara, zorunlu olmadıkça pahalı ve teselli ilaçları verilmemesi daha uygundur. Unutulmamalıdır ki vicdanlı bir hekim, gösterişli bir hekimden daima daha iyi sonuç alır.
Bazı vakalarda konsültasyondan kaçınmamalıdır, bu bir hekim için noksanlık değildir.
Covid-19 ve varyantları nedeniyle hastanede gecesini gündüzüne katarak fedakârca çalışan doktorlarımızdan hizmetlisine kadar tüm sağlık çalışanlarının Tıp Bayramını tebrik ediyor, gönülden kutluyorum.
Daha nice TIP BAYRAMLARINDA birlikte olmak dileğiyle…
Prof. Dr. İbrahim BAŞAĞAOĞLU
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi E. Öğretim Üyesi
Türk Tıp Tarihi Kurumu Eski Başkanı