“Sen bizim ala öküzden daha çok yiyorsun”
Hasan Ün Hocam’ın, Boyabat Gazetesindeki “Günlük Olaylar” makalesini okuyunca yine kem-küm etmeye başladım.
Eylül ayı, çoğu aileler tarafından tatlı bir telaşın yaşandığı aydır. Bu ayda okullar açılıyor. Yeni, okula gidecek öğrencilerin heyecanına, ilk defa okula öğrencisi gidecek olan velilerin tatlı telaşı karışıyor.
Eğitim, eğitim, eğitim.
Yok, başka bir seçenek.
Bu dünyada hür ve sağlıklı yaşamanın tek bir yolu var: Eğitim.
Bütçeden en büyük payın ayrılması gereken bakanlıktır eğitim. Çünkü geleceğimizdir eğitim. Eğitimde başarılı olduğumuzu şimdilik söylememiz mümkün değildir. Nedense bir türlü rayına oturtulamadı. Üç dönemdir aynı hükümet başta olmasına rağmen, devamlı Milli Eğitim Bakanı değişiyor. Partizanlık yaparak meth etmeye veya eleştirmeye gerek yok. Her şey meydanda.
İşler iyi gitse bakan değişir mİ?
Eğitimde, öğrenci bir kuşun gövdesi, öğretmen bir kanadı, aile diğer kanadıdır. Bu kanatlardan bir tanesi olsun görevini yapmaz ise kuş uçamaz. Öğrenci başarılı olamaz.
Bilhassa ailenin ilk çocukları, deney malzemesi gibilerdir. Anne ve baba, kendi okul yıllarında yapamadıkları başarıları, çocuklarında görmek isterler. Bir tarafta öğretmen plan çerçevesinde( sık sık değişen )eğitim metaotları ile derse devam ederken; diğer yandan aileler kendi gördükleri yöntemlerle çocuğunu çalıştırmaya başlarlar. Çocuk evde başka, okulda başka yöntemlerle karşılaşınca ne yapacağını şaşırır. Hem kendi bocalar. Hem öğretmen sıkıntıdadır. Hemde aile üzülmeye başlar.
Devletimiz işsizlere yardım etmek amacı ile “ara eleman yetiştirme” kursları açıyor. Bu kurslara katılanlara para veriyor. Demek ki, ülkemizde para meselesi yok.
O halde neden okula ilk defa öğrenci verecek aileler olsun bir veya iki hafta kursa tabi tutulmuyorlar?
Çok mu zor? Çok mu külfetli? Zaten öğretmenler 1 Eylülden itibaren okullarda görevleri başındalar. Bir veya iki hafta günde 3 saat öğrenci velileri ile toplansalar, hem aileyi tanısalar hemde velileri bilinçlendirseler daha iyi olmaz mı? Hem de devlete parasal yük getirmeden.
Yıllar önce bu hatıramı yazmıştım. Yeni okurlarım ve özellikle mesleğe yeni giren öğretmen kardeşlerim ve velilerie yardımım olur amacı ile tekrar anlatayım başımdan geçen olayı.
Ala Öküz
İlk öğretmen olduğum köye gittiğimde; 64 öğrencim vardı. 5 sınıf bir arada, tek öğretmendim. Okul, 1965 yılında açılmış, ben 1968 yılında göreve başladım. Okula 3 sene içnde gelen 6. Öğretmendim. Her gelen öğretmen kısa zamanda ayrılmış. Öğrencilerin çoğu günleri, öğretmensiz geçmiş. Bir başıboşluk vardı. Üstelik okul 1965 yılında açıldığında 12–13 yaşındaki çocuklar birinci sınıfa yazılmış, yaşları 17–18 olmuş. Bunların içinde sözlüsü olan, nişanlısı olan sevgilisi olanlar da vardı. Boyları benim boyumdan uzun olan, kiloda benden ağır olanlar vardı.
Biraz sevdirerek, biraz korkutarak, ne yalan söyleyim bazen de pat-küt le disiplini sağlamış ve derse başlamıştım. 3 senedir daha adını yazamayan öğrenciler bülbül gibi okuyup kâtip gibi yazmaya başlamıştı.
Bu başarım, İstanbul’da konuşulmaya başlamış.
5. Sınıfa giden Mustafa 10 yıldır güya okula gidiyormuş. Anne- baba işte olduğundan, Mustafa, okula canı isterse gidiyor, istemezse sokaklarda akşamı ediyor. Her sene sınıfta kalarak 10 yılda 5. Sınıfa gelebilmiş. Baba, benim ünümü duyunca Mustafa’yı köye göndermeye karar verir. Mustafa geldi ve 5. Sınıfa bende başladı. Mesleğimin ikinci yılı idi.
Amcasının yanında kalıyordu. Amcasının da birinci sınıfa giden oğlu vardı. Bir gün 3. Derste amcasının birinci sınıfta okuyan oğlu ağlamaya başladı. Niçin ağladığını sorunca “acıktım” dedi. Başka mahalleden geliyorlardı. Torbalarında ekmek getiriyorlardı. Çıkar ekmeğini ye dedim. “Yok” dedi. Niçin almadığını sorduğumda “Mustafa Agam getirmedi” dedi. Belli ki büyük olduğu için ekmek torbasını Mustafa taşıyordu. Mustafa’ya niçin getirmediğini sorduğumda; cevap vermedi.
Mahalle ile köyün arası 20 dakika çekiyordu. Hemen gidip koşarak azığı getirmesini söyledim. Mustafa isteksizce çıktı. Mehter yürüyüşüyle gidiyordu. Akşama geri gelmesi mümkün değildi. Geri çağırıp iki tokat yerleştirdim ensesine,” 15 dakikada burada olacaksın” dedim. Mustafa gitti ve getirdi.
Sonradan öğrendim ki; o sabah kahvaltı yapark, amcası Mustafaya: “Sen bizin ala öküzden daha çok yiyorsun” demiş. Mustafa bü söze içerlemiş, sofradan kaltığı gibi ağlayarak okula gelmiş. Mustafa kendisi aç. Anne yok, baba yok, ben öğretmen olarak Mustafa’yı koruyacağım yerde bir de tokat atıyorum. Bu, ölsem dahi unutamayacağım acı bir öğretmenlik hatıramdır.
İşte, bunun için diyorum ki; Hiç değilse okullar açılmadan önce bir hafta olsun; velilerle öğretmen bir seminer yapsın, bu hatalar olmasın. Sadece öğretmenden veya okuldan beklemek tek kanatla kuş uçurmaya benzer.
Yeni eğitim- öğretim yılında eğitimle ilgisi olan öğretmen, öğrenci ve velilere sağlık ve başarılar diliyorum.