Hayat beşikten mezara varıncaya kadar küçük ya da büyük imtihanlarla dolu. Sınavların daha büyüğü ise ondan sonra başlayacak.
İnsan yaşarken yaptıklarından hesaba çekileceği, her ne yaptı ise ecrini alacağı muhakkak; yapmadıklarının da hesabını vereceği herkesin malumu.
Biliyoruz ki; yarının ne getireceğini Allah'tan gayrı kimse bilmez. 'Var'lığımızı da 'yok'luğumuzu da tayin eden O'dur. Allah (CC) bir şeyi murat ettiğinde ona 'Ol!' der, o da oluverir.
Yer yer sel baskınları, orman yangınları, depremler oluyor. Doğal afetlerde gün geliyor su akıntısına kapılıyoruz, ateş çemberinin içinde dönüyoruz, depremlerde göçük altında kalıyoruz. Âdeta kıyameti yaşıyoruz. Sarsıcı mı sarsıcı, korkunç mu korkunç, ürpertici mi ürpertici, dehşet verici mi dehşet verici, akılları oynatıcı mı oynatıcı bir sahne… Olup bitenlere baktığımızda mahşer sahnesini görüyoruz sanki. Sağa sola kaçışanlar, çığlık çığlığa koşanlar. Kur’an’ın ifadesiyle: “Herkesin o gün kendisini meşgul eden bir işi vardır.” (Abese Sûresi, 37. Âyet)
İnsan bu dünyada bazen tek başına kalabilir, ama yalnız asla değildir. Nerede olursak olalım, “Allah (CC) bizimle beraberdir.” Sabredeceğiz. “Allah'ın (CC) yardımı yakındır.”
Kahramanmaraş depremiyle yıkıldık. 1939 Erzincan depreminden sonraki en büyük felaketle sarsıldık. 45 bin vatandaşımızı kaybettik. Yüzbinin üzerinde yaralımız var. Depremin meydana getirdiği yaraları sarmak vazifemiz olmalı.
Vatanımıza, devletimize, milletimize yani insanlarımıza sahip çıkmak mes'ûliyetimizin gereğidir. Mes'ûliyet duygusu insana has bir duygudur. İnsana insanı yaşatmak yaraşır. Kur'an, bir insanı öldürenin bütün insanları öldürmüş; bir insanı ihyâ edenin de bütün insanlara hayat bahşetmiş gibi olacağını bildiriyor (Maide Sûresi, 32.Âyet). Göz göre göre insanların ölümüne sebebiyet verenlerin mes'ûliyet ve vebâlini en iyi Allah (CC) bilir.
Onbir ilimizi kapsayan kocaman bir coğrafya yerle bir oldu. Enkaz altında kaldı nice canlar. Göçük altından kurtulanlar ise çaresiz. Asrın felaketiyle içimizde açılan tarifi çok zor bu derin yaraları sarmak, iyileştirmek ve bir daha bu acıları yaşamamak için artık değişmeliyiz; bilimle, akılla, sağduyuyla hareket etmeliyiz. Acılar üzerinden kazanç sağlama, sermaye biriktirme, başkalarının gözyaşlarıyla kendimizin sevincini büyütme gafletine düşmemeliyiz.
Büyük acılar ve yaşanan zorluklar milletçe el ele, omuz omuza verip dayanışmayla, yardımlaşmayla aşılabiliyor.
Depremzedelerin acılarını dindirmek, yaralarını sarmak, enkazı kaldırmak, sosyal ve toplumsal hasarı onarmak için Devlet ve Millet ilk günden el ele vermiş, muazzam bir dayanışma ve yardımlaşma örneği sergilemiştir.
Hatasız kul olmadığı gibi maalesef bazı kurum ve kuruluşlarımız da çok masum değildir. Eksikleri, kusurları, az da olsa hataları elbet vardır. Kendilerini 'sıfır hata' ya odaklamaları şarttır. Çok şükür toplumumuzdaki, Sivil Toplum Kuruluşları'mızdaki (STK) ahlâki, insanî, vicdanî kenetlenme hayranlık uyandırmaktadır.
Öte yandan enkaza dönen şehirlerini terk etmek zorunda kalanlar farklı kentlerde hayat kurmaya çalışıyor. Ancak bu durum ortaya fırsatçıları, yağmacıları ve hırsızları çıkardı ne yazık ki. Kira, nakliye, daire fiyatları uçtu. Bu hastalıklı hâller de bizleri derinden üzmektedir.
Herkes güzelliklerle doldurmalı heybesini. İyi gidiyor dediğiniz hayat an geliyor öyle bir sallıyor ki, yanınızda tutunacak bir dal, sarılacak bir kimse bulamıyorsunuz.