Küreselleşen ve sürekli olarak gelişen dünyada, insan ihtiyaçları da bu gelişime oranla artmaktadır.

Bu artışla birlikte devletler, sınırlı kaynaklarını toplumun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kullanmaktadır. Fakat geldiğimiz zaman itibariyle tek başına devlet, bu ihtiyaçları gidermede yeterli olamamaya başlamış ve bu noktada da devreye sivil toplum kuruluşları girmiştir. Hemen hemen akla gelebilecek her alanda, devlete adeta yardımcı bir mekanizma görevi gören sivil toplum kuruluşları, günümüzde kamu hizmetlerini vatandaşa ulaştırmada da önemli bir aracı konumuna gelmiştir. Özellikle artan nüfus artışı, sanayileşme ve kentleşme gibi gelişmeler devletlerin her geçen gün üstlendiği görev ve sorumluluğu arttırmıştır.

Bu sebeple de bazı hizmetlerin sunumunda aksaklıklar yaşanmıştır. Bu aksaklıklar da tabii ki sivil toplum kuruluşları gibi örgütlenmelerin önemini artmış ve aksaklıkların giderilmesinde yardımcı bir figür haline getirmiştir. Bu duruma şu günlerde yaşadığımız pandemi sürecini örnek olarak verebiliriz. Tüm dünyada etkin olarak varlığını sürdüren covid-19 sebebiyle birçok devlet, aşı ve ekonomi konularında gündemlerini sürdürmüş; sosyal sorunların bir kısmını gidermek için ise sivil toplum kuruluşlarını görevlendirmiştir.

 Peki bu süreçte, sivil toplum kuruluşlarının etkinliğinin artmasıyla birlikte devlet otoritesinin sorumluluğu belli bir ölçüde azaltmakta mıdır? Yukarıda da bahsettiğimiz gibi teknolojik gelişmeler ve sanayileşmeyle birlikte Dünyamız, sürekli bir gelişim halinde olup devletlerin görev ve sorumlulukları da tabii ki bu gelişime oranla artmaktadır fakat sivil toplum kuruluşlarının gönüllü desteği ve faaliyetleri sayesinde devletin sahip olduğu görev ve rolleri yerine getirmedeki payı da azalmaktadır. Bu sayede devlet, temel görevlerini yerine getirmeye odaklanabilmekte, sivil toplum kuruluşları ise daha çok sosyal sorunlar için faaliyetlerini sürdürerek çözüme ulaşmaya çalışmaktadır.

Devlet ile sivil toplum kuruluşları arasındaki bu görev ve sorumluluğun paylaştırılmasıyla birlikte bir ‘’yönetişim’’ kavramından da söz etmek mümkündür.

Kamu hizmetlerinin sunumunda tek yetkili olan devlet, bu kavramla birlikte görev ve yetkilerini sivil toplum kuruluşları ile paylaşarak, kamu hizmetlerinin sunumunda uzmanlaşmayı sağlamıştır. Bu sayede de devlet otoritesinin yükü azalmış, sivil toplum kuruluşlarına sağlanan finansman ve yetkiyle birlikte, kamu hizmetlerinin ‘’etkin’’ ve ‘’verimli’ bir şekilde sunulması amaçlanmıştır. Yönetişimle birlikte, ‘’Tek otorite, her şeyi kendi yapan güçlü devlet’’ anlayışından, ‘’Çok aktörlü, sorumlulukları paylaştırılmış bir yönetim’’ anlayışına geçiş de sağlanmıştır.

Batuhan DEMİROL