Ramazan ayı ihsan ayıdır; nereden çıktı istihdam da diyenleriniz olabilir. Doğru, Ramazan ayı ihsan ayı; insanlara iyilik etme vaktidir. Aynı zamanda ibadetlerin bolca ihya edildiği mübarek bir ay.
Dernekler ve vakıflar başta olmak üzere, kurum ve şirketlerin çoğu iftar programları hazırlıyor. Yüzlerce kişi için iftar sofraları kuruyor. Kimi beş yıldızlı otellerde, kimi de camilerin imarethanelerinde.
İftar programlarına katılım gösterenlerin sayısı hiçte küçümsenecek kadar az değil. Masalar boş kalmayacak şekilde hınca hınç doluyor.
Her yıl olduğu gibi bu senede davetli olduğumuz iftarlara fırsat buldukça katılmaya özen gösteriyoruz.
Bu kez iştirak ettiğimiz iftar davetlerinden biri de Sinop-Durağan Dernekler Federasyonu’nun (DUDEF) Fatih Laleli Cami avlusunda düzenlediği ve bundan sonraki yıllarda gelenekselleştirmek istediği programdı.
DUDEF Genel Başkanı Abdullah Taşpınar ilk defa geniş katılımlı bir iftar programı düzenlediklerini başlangıçta söylediğinde çok heyecanlı olmakla birlikte gelecek kişi sayısının çok olup olmayacağı konusunda biraz endişeli olduğunu gözlemledim.
Endişelenmesini gerektirecek bir hal de yoktu aslında. Çünkü sosyal medyayı ve komünikasyon araçlarını sürekli davet amaçlı kullandıklarını biliyorum.
Sosyal ağ hesapları ve iletişim yoluyla çok kişiye ulaştıklarını tahmin ettiğimden davetlerin Sinoplularda karşılık bulacağından emindim.
Yine de yaşadığımız şehrin onbeş milyonluk bir nüfusa sahip, araç enflasyonuyla mütemadiyen karşı karşıya kalan ve gecenin ilerlemiş saatlerinde bile trafiği eksik olmayan bir mega kent olduğu görmezden gelinemezdi tabi.
İftar vakti yaklaştıkça davetlilerin sayıları arttı. Kalabalığın arasında misafirlerle kucaklaşan Sayın Taşpınar’ın sevinci bakışlarından anlaşılıyordu.
Ramazan-ı Şerif ayı münasebetiyle iftar programlarında çok sayıda hemşerilerimizle görüşme fırsatı buluyor ve bolca hasbıhal etme imkanı yakalıyoruz.
Yöre insanımızın birkaç dakikalık hoşbeşten sonra vakit kaybetmeden sitemli bir şekilde hemen hemen her programda dile getirdiği “ne olacak bizim memleketin hali?”sorusu, ne derneklerin yönetiminde, ne iş adamlarında, nede siyasilerde karşılık buluyor.
Yıllardır hemşehrileri ve memleketi için çalıştıklarını üzerine basa basa söyleyenlerin istihdam alanı oluşturma işini sürekli bir kenara bıraktıkları bir vakıa. Aynı kişilerin doğduğu büyüdüğü şehre bir çivi çakma teşebbüsünde bile bulunmadıkları herkesin malumu.
Hemşehri derneklerin isimleri genelde birbirleriyle aynıdır. Ortak iki kelimeleri vardır: Biri “Yardımlaşma”, diğeri de “dayanışma”.
Günümüzde hem yardımlaşan hem de dayanışma içerisinde bulunan kaç dernek var? İkisinin de köy dernekleri hariç sivil topluk kuruluşlarının arasında yok denecek kadar az olduğunu söylesek sanırım kusur işlemeyiz.
Derneklerin ekseriyeti ülkemizde bir türlü kahvecilikten kendilerini kurtaramadılar. Faaliyet alanı çoğu kere lokal hizmetleriyle sınırlı tutuldu veya kaldı.
Dernekler kahvecilikle bütünleştirildi. Tüzüklerine uygun faaliyet gerçekleştirmeye bir türlü yanaş(a)madılar. Başka bir anlatımla lokal prangasını bir türlü kırıp atamadılar.
Kendilerini aşan, üreten dernekçiliği benimseyen sivil toplum kuruluşlarının sayısı iki elin parmak sayısını geçmiyor ülkemizde.
Derneklerimiz, bundan böyle üreten sivil toplum kuruluşları arasında yer almalı. İstihdam meydana getirecek projelere ve uygulamalara da katkı sağlamalı; destek vermelidir.
Bir öğün iftar verelim vermesine ama her akşam emeğinin karşılığında satın aldığı gıdalarla ailecek iftar yapacağı sofraların her haneye kurulmasına önderlik etmekte vazifemiz olmalı.
Zannımca en büyük ihsanlardan biri günümüzde, işsizlere yeni istihdam alanları oluşturabilmektir.
Derneklerimiz ve vakıflarımız alan el olmaktan kendilerini kurtarmaları, veren el üstünlüğünün izzetini yaşamalıdırlar.