Türkiye, hızla yaşlanan bir nüfus yapısına doğru ilerliyor. 2001 yılında 2,38 olan doğurganlık hızı, 2023 itibarıyla 1,51'e düşmüş durumda.
Bu önemli düşüş, gelecekte ülkemizin demografik yapısında köklü değişikliklere işaret ediyor.
Araştırmalar, bu trendin devam etmesi durumunda 2075 yılına gelindiğinde her üç kişiden birinin yaşlı olacağını öngörüyor.
Peki, bu dönüşümün arka planında neler yatıyor ve Türkiye için bu değişiklikler ne anlama geliyor?
Doğurganlık hızındaki bu keskin düşüş, bir dizi sosyo-ekonomik ve kültürel faktörün bir araya gelmesiyle oluşan karmaşık bir durum aslında.
Şehirlerdeki yaşam maliyetleri, özellikle konut, eğitim, ulaşım gibi temel masraflar, çocuk sahibi olmayı zorlaştırıyor.
Başka bir anlatımla, büyük şehirlerde yaşamın pahalı olması, çocuk sahibi olma konusunda aileleri tereddüte düşürüyor.
Özellikle kadınların eğitim seviyelerinin artması ve iş dünyasında
kariyer hedeflerinin ön plana çıkması, evlilik ve çocuk sahibi olma kararlarını etkiliyor.
Kadınların uzun zamandır, iş gücünde aktif olarak yer alma ve kariyerlerinde ilerleme isteği herkesin malumu.
Çalışan kadınlar evlenseler bile, çocuk sahibi olma kararını ertelemelerine neden olabiliyor.
Geleneksel geniş aile yapısının yerini çekirdek aile yapısına bırakması da çocuk sayısının azalmasına neden oluyor.
Çekirdek aileler, çocuk sayısını sınırlı tutma eğiliminde olabiliyor.
Bir de, modern toplumlardaki değişen toplumsal normlar ve değerler, bireylerin yaşam tercihlerini etkileyebiliyor.
Bilhassa, şehirleşme ve bireyselleşme, çocuk sahibi olma arzusunu azaltabiliyor.
Bu faktörler, toplumun yaşlanmasına ve genç nüfusun azalmasına yol açıyor.
Yaşlanan nüfus, ulaşılabilir hizmetlerin iyileştirilmesine, bina, daire, sokak, meydanlar gibi özel ve kamuya ait alanlarda çevresel düzenlemelerin genişletilmesine her zamankinden daha çok ihtiyaç duyacak. Sağlık sistemine ek yük getirecek, sosyal güvenlik sisteminde büyük değişikliklerin yapılmasını zorlayacak.
Bunlara ilave olarak iş gücünün azalmasına etki edecek. Ekonomik büyüme üzerinde baskı oluşturacak ve yaşlı bakım hizmetleri talebini artıracaktır.
2020 yılından bu yana doğum oranlarını artırmaya yönelik teşvikler ve destekler hem iktidar partisi hem de yerel yönetimler tarafından sağlansa da, bunların etkili olması için daha uzun süreli ve kapsamlı politikalar gerekmekte, daha çok kaynağa ihtiyaç duyulmaktadır.
Türkiye'nin bu demografik değişikliklerle başa çıkabilmesi için birkaç strateji geliştirmesi gerekiyor:
1. Genç Nüfusun Desteklenmesi:
Gençlerin iş gücüne katılımını artırmak, aile kurma teşvikleri sunmak, çocuk yardımlarını çeşitlendirmek, doğurganlık oranlarını destekleyebilir.
Çocuk sahibi olmayı cazip hale getiren politikalar, genç aileleri cesaretlendirebilir.
2. Yaşlı Bakım Sisteminin Güçlendirilmesi:
Yaşlı nüfusun artması, yaşlı bakım hizmetlerine olan talebi artıracak.
Bu nedenle, yaşlı bakım hizmetlerinin kalitesinin artırılması, sosyal destek sistemlerinin güçlendirilmesi ve yaşlılara yönelik sağlık hizmetlerinin genişletilmesi önemlidir.
3. Ekonomik Politikaların Gözden Geçirilmesi:
İş gücü eksikliğini telafi etmek için göç politikalarının gözden geçirilmesi, yeniden ele alınması gibi stratejiler değerlendirilebilir.
Kabulü zor olsa da emeklilik yaşının yeniden düzenlenmesi ve emeklilik sisteminin sürdürülebilirliğinin sağlanması gibi adımlar atılabilir.
4. Eğitim ve Teknolojiye Yatırım:
Eğitim ve teknolojiye yatırım yaparak, yaşlı nüfusun sosyal hayata ve ekonomik aktivitelere katkı sağlaması teşvik edilebilir.
Teknolojik gelişmeler, yaşlıların yaşam kalitesini artırabilir ve sosyal izolasyonu azaltabilir.
Sonuç olarak, Türkiye'nin hızla yaşlanan nüfus yapısı, toplumsal ve ekonomik dengeleri ciddi şekilde etkileme potansiyeline sahip.
Doğurganlık oranlarındaki düşüş ve yaşam süresindeki artış, gelecekte iş gücü piyasasından emeklilik sistemine kadar birçok alanda önemli sorunlara yol açabilir.
Ancak bu tablo, doğru politikalarla iyileştirilebilir.
Genç ailelere yönelik destekler artırılarak doğum oranları yükseltilebilir, yaşlı nüfusun bilgi ve deneyimlerinden yararlanılarak aktif yaşlanma teşvik edilebilir.
Böylece, hem genç hem de yaşlı nüfusun toplum hayatına katılımı sağlanarak sürdürülebilir bir gelecek inşa edilebilir.