Allah Rasûlünden sonra ortaya çıkan mücadelelerin hemen hemen hepsinde Müslümanlar kavmiyet mücadelesini aşamamışlarıdır. Dinin Arap’ın Acem’e, Acem’in Arap’a üstünlüğü yoktur, üstünlük ancak Allah’a karşı görevleri yerine getirme oranındadır emri ilahisinin bir tarafa itildiği bir süreç yaşanmıştır. Müslümanların birbirleriyle verdiği mücadeleler sonucunda kaybeden yine kendileri olmuştur. Kazanan ve sevinen her zaman düşmanları olmuştur.
Müslümanlar olarak bizlerin birbirimizle mücadelede gözden kaçırdığımız veya görmek istemediğimiz noktalar vardır. Mesela 1980–1988 yılları arasında gerçekleşen İran-Irak savaşı esnasında savaşan milletler Müslüman, ölenler Müslüman, sıkıntı çekenler yine Müslümanlardır. Savaşta her iki tarafa aynı Batı devletleri ve aynı silah şirketlerinin silah sağlamıştır. Her iki tarafa da silah verenler Müslüman olmayan kişilerdir. Ama ölen, memleketi harap olan, insanları sakat kalan, yetim ve öksüzleriyle yaşamaya çalışan ülkeler silah üreticilerinin oyununa geldiklerinin farkında olmadan birbirlerini zayıflatmanın yoluna devam etmişlerdir. Benzer olaylar, Pakistan’da, Afganistan’da, Çeçenistan’da, Filistin’de, Irak’ta ve Suriye’de yaşanmaktadır.
Son dönemde yaşanan olaylarda da benzer durumlar söz konusudur. Bunun en çarpıcı örneğini Mısır’daki iktidar mücadelelerinde görmekteyiz. Seçimle yönetime gelen Müslümanları alaşağı edenler İslâm coğrafyasının büyük bir kısmında muteber görülmektedir. Müslüman kardeşlerinin oylarıyla yönetime gelenler zamanında herhangi bir yardımda bulunmayan diğer Müslüman devletler, onlar iktidardan uzaklaştırılınca yardım etme yarışına girmişlerdir. Bu durum, Müslümanlığın, kardeşliğin, aynı davaya inanmanın neresiyle açıklanacaktır. Hani Peygamber (s.a.s.)’in ifadesiyle “”. Hani “bizler birbirimize karşı bir binanın tuğlaları gibiydik”. Hani “bizler Müslüman kardeşini başkalarına teslim etmezdi ellerimizde bulunan imkânlardan muhtaç olan kardeşlerimizle paylaşacaktık”. Son olaylarda kendi iradesiyle değil de Batılı Müslüman olmayan dostlarının gönlü olsun, onların istekleri yerine gelsin diye çabalayan sureta Müslüman ülkelerinin kolay kolay hesap veremeyecekleri ortadadır. Aslında o ülkelerdeki Müslümanların kendi yönetimlerini uyarmaları gerekmektedir. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır fehvasınca tepki ortaya koymayan Müslümanların da yaşananlarda payları olacaktır.
Dünya yüzeyine bakıldığında neden hep Müslümanlar ezilmekte, horlanmakta ve başkalarının oyuncağı olmaktadır. Allah karşı tarafa verdiği imkânları Müslümanlara da vermiştir. Aynı aklı, fikri ve düşünce mekanizmasını kullanmaktadırlar. Hatta dünyanın en önemli tabii kaynaklarını ellerinde muhafaza etmektedirler. Durum böyleyken niçin Afrika’nın içlerinde, Uzak Doğuda, Filistin’de, Arakan’da, Afganistan’da, Pakistan’da, Suriye’de ve Kafkaslar’da Müslümanlar ezilmektedir. Bir ekmek dilimine muhtaç hale gelmektedirler. Zengin Müslümanlar, çocuklarının düğünlerinde daha fazla nerelerde para harcarım düşüncesinin peşinde koşarken, gün içerisinde farklı ülkelerde keyfi için seyahat ederken, gösteriş ve debdebenin her türlüsünü yaşamaya çalışırken burunlarının dibinde sıkıntılara boğulmuş Müslüman kardeşlerini görmemektedirler. Yoksa onların anladığı Müslümanlık ile komşularınınki başka mıdır?
İslâm coğrafyasında meydana gelen sıkıntıların giderilmesinde her şeyden önce din anlayışımızı baştan kontrol etmemiz gerekmektedir. Allah Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerîm’de de buyurduğu üzere “Ey iman edenler tekrar iman ediniz!” emri yerine getirilmelidir. Allah Teâlâ, niçin iman edenlere tekrar iman edin tavsiyesinde bulunmaktadır. Buradan zaman içinde dini anlayışımızda bir değişikliklerin olabileceği anlaşılmalıdır. Günlük işlerimizde kullandığımız cihazların bile arada bir güncellemesini yaparken dini anlayışımızı güncellememiz gayet doğaldır. Bizler her şeyin en iyisini, en yenisini arzu ederken dini bilgi ve becerilerimizin daha fazlasını istememekteyiz. Bildiklerimiz ne kadarsa onunla yetinmekteyiz. Adeta daha fazlasına ihtiyacımız yok anlayışındayız. Onun içindir ki bizler Hz. Ömer (r.a.)’in ifadesiyle “inandığımız gibi yaşamaktan ziyade yaşadığımız gibi inanmaya” başlamaktayız. Yaşadığı gibi inanan bir Müslüman için kardeşinin hangi durumda olduğunun bir önemi yoktur. Çünkü o kendi dünyasının insanı olmuştur. İslâm düşmanlarının tezgâhlarıyla karşı karşıya kalan kardeşlerini görmekten ziyade menfaatleri neredeyse orada var olmayı dilemektedir. Bizler bugün artık bu ataleti, zayıf inanç zeminini ve Müslüman kardeşlerimizin sıkıntılarına bigâne kalmayı bir tarafa bırakmalıyız. Bunu hep birlikte 1,6 milyar İslâm âlemi olarak yapmak durumundayız. Yeniden başlama noktamız ilk başta dini iyi bir anlayış ve idrak ile güncellemek olmalıdır. Bir günümüze bakıldığında ne kadar İslâm’ı yaşadığımız Müslümanlığımızın liyakatini göstermektedir. Onun için 24 saatimizde İslâm’ı hayatımızın her alanına hitap edecek şekilde yaşamalıyız. Rabbim bizlere İslâm şuuruyla bezenmeyi, dünyanın her neresinde olursa olsun Müslüman kardeşimizin dertleriyle dertlenmeyi, onların problemlerine çözüm üretmeyi, eğer yapamıyorsak en azından dualarımızda yer vermeyi nasip etsin.