1970 ve 80'li yıllarda bir liseden mezun olmak, yalnızca bir eğitim sürecini tamamlamak değil, aynı zamanda insan olma sanatında ustalaşmak demekti.
O dönemin liseleri, bugünün üniversitelerine eşdeğer bir itibar taşırdı.
Mezun olanlar sadece bilgiyle değil, ahlâk, fazîlet, nezâket, ilim ve irfanla donatılmış bir birey olarak topluma katılırlardı.
Derslerin yoğunluğu ve zorluğu dillere destandı. Matematik, fizik edebiyat, tarih ya da kimya… Her ders, öğrenciye bilgi verirken aynı zamanda sabır, azim ve disiplin aşılıyordu.
Çoğu öğrenci dersleri ağır bulsa da “zor olanı başarma” hazzını yaşayarak yetişirdi.
Öğretmenler ise sadece ders anlatan değil, aynı zamanda birer rehber, rol model ve ilhâm kaynağıydı.
Bir öğretmenin ufacık bir tebessümü ya da takdiri, bir öğrencinin ömür boyu unutamayacağı bir motivasyon kaynağı olurdu.
Okul kitapları dışında okunan kitapların sayısı o kadar çoktu ki çoğu kere hatırlanmazdı bile.
Sabah akşam elden düşmeyen kitaplar, öğrencileri sadece kendi ülkelerinin değil, dünyanın da meseleleriyle ilgilendiren birer pencereydi.
Dostoyevski, Victor Hugo, Yaşar Kemal, Necip Fazıl Kısakürek, Attilâ İlhan…
Kitaplar, bireyi bir yandan derin düşüncelere sevk ederken bir yandan da insanlığın ortak kaderine karşı duyarlı hâle getirirdi.
Okul sıralarında fısıltıyla tartışılan meseleler sadece ders notları değildi; gençler, dünyadaki savaşları, barışı, açlığı ve bilimsel gelişmeleri konuşurdu. Cep telefonları yoktu, ama hayallerin sınırı da yoktu.
En belirgin değerlerden biri sevgiydi. Öğrenciler, sevginin yalnızca bir duygu değil, aynı zamanda toplumu iyileştiren bir güç, en etkili ilaç olduğuna inanırdı.
Sevgi, öğretmenin şefkâtinde, arkadaşın omzunda ve ailelerin fedakârlığında kendini gösterirdi.
O dönemin gençleri, sevgiyle büyür ve sevgiyi yaymanın toplumda dönüşüm yaratacağına inanırdı. Bu yüzden geleceğe umutla bakarlardı.
O yılların gençleri, geleceğin belirsizliğinden korkmak yerine, onu şekillendirebileceklerine inanırlardı. İmkânlar bugünkü kadar geniş değildi, ama inanç çok daha güçlüydü. Hayâller büyük, hedefler yüceydi.
“Ne iş yaparsan yap, en iyisini yap” anlayışıyla yetişen bu nesil, geleceği inşâ etme görevini bir onur meselesi olarak görürdü.
Sonuç olarak, 1970 ve 80’lerin gençlerini düşünerek bugüne baktığımızda bazı şeylerin eksikliğini hissediyoruz.
Teknoloji ilerledi, bilgiye erişim kolaylaştı ama o dönemin özverisi, sevgisi ve ahlâkî değerleri hafızalarımızda bir yıldız gibi parlamaya devam ediyor.
Bugünün gençlerine bir mesaj verilecekse, bu mesaj o yıllardan alınan derslerin bir yankısı olmalı:
Bilginizi sevgiden, ahlâkınızı vicdandan, umutlarınızı ise inançtan ayırmayın. Çünkü geçmişin ışığı, geleceğin yolunu aydınlatmaya devam ediyor.
Ne güzel demişler: "Sevginin olduğu yerde, her zaman umut da vardır."