Çanakkale Şavaşları, I. Dünya Savaşı’nın bir parçası değil, dünyayı dize getiren bin yıllık tarihimizde kazandığımız zaferlerin en büyüklerinden sadece biridir.
Gözünü kırpmadan Hakk’a yürüyen şanlı ecdadımızın muhteşem kahramanlık örneğini ortaya koyduğu emsalsiz insani güzelliklerle dolu bu büyük zafer Osmanlı’nın son kükreyişidir aslında.
Dünya tarihinde eşine hiç rastlanılmamış, gül bahçesine girercesine şehadete koşan vatan evlatlarının ölümsüz hatırasıdır.
Metrekareye 6 bin merminin düştüğü Çanakkale’de ordumuz, milletimiz bir mahşer yaşadı. Bu milletin evlâtları, yetişen fidanları bir bir toprağa karıştı.
Çanakkale Destanı denilince ilk akla gelen isimdir araştırmacı yazar merhum Mehmed Niyazi Özdemir.
Çanakkale üzerine “Çanakkale Mahşeri” adında tarihi bir roman yazmıştır kendisi.
Bu romanın tek bir kahramanı yoktur. Roman içerisinde isimleri geçen her bir kahraman gerçek karakterlerdir çünkü.
Yenilmez sanılanların yenilgiye uğratıldığı, iman ve azmin karşısında teknolojinin dize geldiği, mananın maddeyi delik deşik ettiği, Hakk’ın ve haklının tescil edildiği Çanakkale, 250 bin şehidimizin kefensiz yattığı, hatta bir devrin battığı yer olmuştur.
Mehmed Niyazi Özdemir konuşmalarında “Tarihte iki tür devlet vardır: Biri hami, diğeri de mahmi (himaye gören) devletler” derdi.
Hami devletler, koruyan, süper güce sahip olan devletler demektir. Mahmi devletler ise, güçsüz, zayıf, arkasında kendisini koruyan bir süper gücün olmadığı, korunmaya muhtaç devletlerdir.
Biz bağımsız yüce bir devlet olmakla beraber millet olarak yeryüzünde hep yalnız bir millet olmuşuzdur. Hakk’ı üstün tuttuğumuzdan, haklıyı da düştüğü ya da düşürüldüğü yerden tutup kaldırdığımız için.
Üzerinde yaşadığımız coğrafya değer biçilemeyecek kadar çok kıymetli. O kadar çok kıymetli ki, binyıllardır hep birilerinin gözü bu coğrafyadan başka bir yeri görmemiştir.
Asya ile Avrupa arasında geçiş noktası olan, Afrika ile Balkanlar’ı, Kafkaslar’ı, Ortadoğu’yu birbirine bağlayan köprü konumundaki bu ülke, stratejik öneme sahip olmasından dolayı dış güçlerin emelleri aynı kalmak koşuluyla hakkında yazılmış türlü türlü senaryolara maruz kalmıştır.
Gerçekten değerli bir coğrafyadayız.
Ulu Hakan II. Abdülhamit Han şunu söylüyor: “Ceddim, sırtlanların geçit yerinde imparatorluğu kurdu. Biz Japonya’da olsaydık, 10 sene zarfında bayağı kalkınabilirdik. Bizi rahat bırakmıyorlar.”
Tarih boyunca gücümüzü hep inancımızdan aldık. Fethettiğimiz topraklarda uzun yıllar varlığımızı ve topluluklar arasında barışı beraberimizde götürdüğümüz insani politikalarımız ve uyguladığımız adaletle sağladık.
Dünyada nerede bir zulüm varsa onu kaldırmak ve adaleti sağlamak için gayret gösterdik.
Osmanlı Devleti, belki bir süper güç olamadı, ama hep mazlumların, gurebanın yanında oldu. Zalimlere karşı mazlumları korumaya çalıştı.
Ecdadımız bu toprakları kanını dökerek bize vatan bıraktı. Bugün de askerimizle polisimizle, korucularımızla, güvenlik görevlilerimizle yine vatan olarak gelecek nesillere bırakmak için şehadet şerbeti içmeye hazırız.
Gençlerimiz, fidanlarımız hem içeride hem dışarıda terörle mücadelede şehadet şerbeti içmeye devam ediyorlar. Allah onların hepsinin mekanlarını cennet eylesin.
Türkiye yeryüzündeki bütün Müslümanlara bir ümittir. Tarihimizi gelecek nesillere olduğu gibi anlatmalıyız.
Geçmişini doğru bilmeyenlerin geleceğini sağlıklı inşa etme şansı yok günümüzde de gelecekte de.