Çocukken babamın bana ilişkin hiçbir umudu yoktu, bir baltaya sap olabileceğime inanmazdı; benim hayalperest biri olduğumu düşünürdü. Annem de öyle.
… demiş bir röportajında, fotoğrafta gördüğünüz binanın mimarı.
Hem hayat hikayesiyle hem tasarımlarıyla ilham verici kişilerden biri o: Mimaride Dekonstrüktivizmin öncü uygulayıcılarından biri ve yaşayan en önemli mimarlardan sayılan aslen Polonya asıllı ama Kanada doğumlu Gehry.
Gençliğinin ilk yıllarında kamyon şoförlüğü, radyo sunuculuğu yapmış; sonra kimya mühendisliği okumayı denemiş ama insanın hayattaki gerçek tutkusunun ne olduğunu keşfetmesi için çocukluğuna dönmesi gerekirmiş ya hani..
O da, küçükken dedesinin hırdavatçı dükkanından aldığı odun parçalarıyla kurduğu hayali şehirleri hatırlayarak, gerçek tutkusunun aslında mimarlık olduğuna karar vermiş ve mimarlık okumaya başlamış.
Kariyerine başladığında, gelenekselin dışına çıkmayan, risk almayan, kendi hâlinde hayatını kazanan bir mimar olabilecekken; cesur, post modern tasarımlarıyla kendine apayrı bir yol çizmiş. Kimisi onun eserlerini kaba görünümlü bulmuş, kimisi komik…
Fakat o, estetik anlayışında ısrarcı olup, inandığının ve farklı olanın peşinden gitmiş.
Bugün, sahip olduğu ünü ona kazandıran ise 68 yaşındayken İspanya’nın Bilbao şehrine yaptığı Guggenheim Müzesi.
Hikaye çok ilginç geldi bana bakalım size de öyle gelecek mi ? Anlatayım..
Bilbao, İspanya’nın Bask bölgesinde 90'lı yılların başında ekonomik olarak çökmüş denilebilecek bir şehir. Şehrin ekonomisine ivme kazandırmak için bir müze yapılması konusunda Gehry ile anlaşılıyor. Tekrar ediyorum; Şehrin ekonomisine ivme kazandırmak için bir müze yapılmasına karar veriliyor..
Roma ziyaretimde sırf Trevi çeşmesi için yılda 10 milyon ziyaretçi geldiğini ve dilek olsun diye bu çeşmeye 1 milyon 400 bin Euro bozuk para atıldığını öğrenmiştim, ülkemizde ise bu bakış açısı vizyona sahip olabilmek için daha yolumuz var gibi görünse de Ankara, Eskişehir ve son yıllarda Bartın umut verici örneklerden..
Hikayeye dönecek olursak tamam müze yapılacak karar verilip ünlü mimar ile el sıkışılıyor fakat, merkeze 32 bin metrekarelik bir müze yerleştirmek kolay iş değil; müzenin kurulacağı yer hem şehir seviyesinin 16 metre altında kalıyor hem de bölgenin bir tarafından nehir akıyor.
Bütün bu güçlükleri aşıyor mimar Gehry ve 1997'de 84 milyon euroya mâl olan müze kendini %70'i İspanya dışından gelen yüksek ziyaretçi sayısı ile kısa sürede amorti ediyor.
Ve bir şehrin kaderi değişiyor.
Hatta öyle ki, dünyada ilk kez bir mimari eserin ekonomide yarattığı dönüşüm, literatüre “Bilbao Etkisi” olarak giriyor.
Gehry ekonomi ile mimarinin birbirinden ayrı tutulamayacağını, binaların ve mimarinin hem bir şehrin hem toplumun değerlerinin bir yansıması olduğunu başta Guggenheim Müzesi olmak üzere eserleri ile dünyaya kanıtlıyor.
“Gehry’yi başarılı yapan nedir?” diye sorarsanız…
Bence belli düşüncelere, akımlara saplanıp kalmamak ve “kutunun dışında düşünmek”.
Nitekim, kendisi de şöyle demiş:
“Benim için her gün bir yenilik içeriyor. Her bir projeye, sanki ilk yaptığım projeymiş gibi, bir güven eksikliğiyle yaklaşıyorum; çok ter döküyorum. Sonra gidip, tam nereye doğru yol aldığımdan emin olmadan çalışmaya başlıyorum.
Zaten nereye gittiğimi biliyor olsaydım, o yola hiç girmezdim.”
2010 yılında İstanbul Tepebaşı'nda yine Gehry ile bir proje için anlaşılmış. Hatta Gehry bu kültür projesi ile İstanbul'a ek 1 milyon turist gelmezse projeden para almamayı dahi vadetmiş. Fakat proje bürokratik engellerle takılıp hayata geçemeden rafa kalkmış burdan sözüm olsun birgün Sinop'un yönetiminde söz sahibi olanlardan biri olursam şayet ilk işlerimden biri Gehry'i Sinopumuzda en güzel şekliyle ağırlamak ve benzer bir projeyi hayata geçirebilir miyiz ? Diye kendisine sormak olacak..
Yani, dönüp dolaşıp yine şu düşünceye geliyoruz:
“Dünyanın düşleyenlere de ihtiyacı var, yapanlara da. Ama düşlediğini yapanlara daha çok ihtiyacı var.”
Güzel bir haftasonu diliyorum efendim en içten Sevgiler ile..