Eylül, yılın sâdece bir ayı olarak görülebilir. Takvim yaprakları arasında mütevâzî bir yer işgâl eder; yazın sona erdiğini, okulların açılacağını, hayatın yeniden hızlı bir tempoya kavuşacağını hatırlatır. 

Lâkin eylül bundan çok daha fazlasıdır. 

O, sararmış yaprakların toprağa düştüğü, havada hafif bir serinliğin hissedildiği ve içimize tarifsiz bir hüzün çökerten bir zaman dilimidir.

Sonbaharın başlangıcı olarak bilinen eylül, aslında bir bitişin değil, bir dönüşümün sembolüdür. 

Ağaçlar yapraklarını dökerken, doğa sessiz bir değişime hazırlanır. 

İnsan da bu mevsimin bir parçası olarak kendini sorgulamaya, geçmişle yüzleşmeye, belki de geleceğe dair planlar yapmaya başlar. 

Eylül, insan ruhunun en derin köşelerine dokunur, bizi durup düşünmeye, hayatın akışında kısa bir mola vermeye zorlar.

Tek başına yapılan uzun yürüyüşlerin ayıdır eylül. 

Şehrin kalabalığından uzaklaşıp doğayla baş başa kalmanın, kendini bulmanın vaktidir. 

Yürürken ayaklarımızın altındaki kuru yaprakların hışırtısı, sanki geçmişin ayak sesleridir. 

Her adımda, geride bıraktığımız anılar, yaşanmışlıklar birer birer canlanır zihnimizde. 

Belki eski bir aşkın izleri, belki de kaybettiğimiz bir dostun sesi yankılanır kulaklarımızda.

Eylül, aynı zamanda mâziye dönüp bakmanın ayıdır. 

Yaşanmış güzel anılar birer fotoğraf karesi gibi zihnimizde canlanırken, kaybedilenler için duyulan özlem de büyür. 

Hüzün ve nostalji birbirine karışır, insanın kalbinde tatlı bir sızıya dönüşür. 

Bu hüzün, insanı karamsarlığa sürükleyen bir duygu değildir. Aksine, hayatın geçiciliğini, zamanın ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatan, içsel bir dinginlik sunan bir hissiyat taşır.

Her dâim mâziye dönüp bakarız eylülde. 

Yazın coşkusunun ardından gelen bu sessiz mevsim, bize yaşamın sadece neşeden ibaret olmadığını, bazen durup derin bir nefes almak, içimize dönmek gerektiğini anlatır. 

Eylülün getirdiği melankoli, aslında ruhun ihtiyaç duyduğu bir dinlenme ve yeniden doğma sürecidir. 

Bu yüzden eylül, sadece sararan yaprakların ayı değil, aynı zamanda içsel yolculukların, kendini keşfetmenin, hayatı yeniden anlamlandırmanın zamanıdır.

Eylül, doğanın bir döngüsü gibi, insan hayatının da döngülerini hatırlatır. 

Her sonbaharda dökülen yapraklar gibi, biz de her eylülde bir şeylerden vazgeçer, yeni başlangıçlara yer açarız. 

Sanırım  bu yüzden, eylül her zaman içimizi bir hüzünle doldurur. 

Biliriz ki her sonbahar, aslında bir kışın habercisidir; ama aynı zamanda, baharın da müjdecisidir.

Bu eylül ayında, biraz durup düşünmek, hayatın telaşından bir an olsun uzaklaşmak, kendimize dönmek için bir fırsat verelim. 

Belki de eylülün bize anlatmak istediği budur: Hayatın akışında kaybolmamak, bazen durup içsel bir huzur bulmak ve geçmişle barışıp geleceğe umutla bakmak… 

Unutmayalım, eylül sadece bir ay değildir; o, hüzünlü bir romanın başlangıcıdır. 

Her birimiz, bu romanın içinde birer karakteriz. 

Ve eylül, bize her yıl yeniden başlama, geçmişi geride bırakıp yeni bir sayfa açma fırsatı sunar.