Kimler geldi, kimler geçti bu dünyadan. Her biri kendi hikâyesiyle, kendi yaraları ve umutlarıyla iz bıraktı. 

Ferhat'ın Şirin'e ulaşmak için dağları deldiği, Leylâ'nın kendini ararken çölde kaybolan Mecnun'u aradığı destanlar, insanlık tarihinin en derin ve en dokunaklı öyküleridir. 

Aşkın zamansız ve mekânsız doğası, bu iki öyküde de tüm ihtişamıyla karşımıza çıkar.

Ferhat, Şirin’e olan aşkı uğruna dağları delen kahraman. Onun aşkı, engel tanımayan, her türlü zorluğa göğüs geren bir aşk. 

Dağlar, bu aşkın karşısında duramaz; her bir darbede Ferhat’ın kalbindeki tutku daha da büyür. 

Şirin, Ferhat’ın ulaştığında tüm zorlukları unutturacak sevgilisi, onun yaşam amacı, her nefesinde var olan bir özlem. 

Ferhat’ın dağları delmesi, sadece fiziksel bir engelin ortadan kaldırılması değil, aynı zamanda aşkın gücünün ve kararlılığının bir simgesidir.

Leylâ ve Mecnun'un hikâyesi ise aşkın başka bir yüzünü gösterir.

Leylâ, kendi iç dünyasında kaybolmuşken, Mecnun çölde, aşkının peşinde kendini kaybetmiştir. 

Mecnun'un arayışı, sadece Leylâ'yı bulmak değil, aynı zamanda kendi varoluşunu, kendi kimliğini bulma çabasıdır. 

Çölde geçen her gün, her an, Mecnun'un aşkını daha da derinleştirir. Leylâ ise, kendini ararken aslında Mecnun'un ruhunda yankılanan bir sestir. 

Onların aşkı, fiziksel bir buluşmadan öte, ruhların birbirine dokunmasıdır.

Ferhat ve Şirin’in, Leylâ ve Mecnun’un hikâyeleri, aşkın farklı yüzlerini anlatır. 

Ferhat, aşkının önündeki somut engelleri aşarken, Leylâ ve Mecnun, içsel ve ruhsal engellerle savaşır. 

Ferhat’ın her darbede biraz daha yaklaştığı Şirin, Mecnun’un her adımda biraz daha derinleşen arayışı, aşkın her haliyle bize ne kadar güçlü ve dönüştürücü olduğunu gösterir.

Evet, kimler geldi, kimler geçti bu dünyadan. Her biri kendi aşkını, kendi arayışını, kendi mücadelesini bıraktı ardında.

Ferhat’ın Şirin’e kavuşma çabası, Leylâ’nın çölde kendini ararken Mecnun’a olan özlemi, bizlere aşkın zamansız ve evrensel doğasını anlatır. 

Her bir aşk hikâyesi, kendi içinde bir evren, kendi içinde bir yolculuktur.

Aşk, bazen dağları delmeyi gerektirir, bazen de çöllerde kaybolmayı. 

Her iki durumda da aşk, insanın en derin duygularını, en büyük tutkularını ve en saf özlemlerini ortaya çıkarır. 

Ferhat’ın dağları delmesi, bir insanın sevdiği uğruna neleri göze alabileceğinin bir göstergesidir.

Leylâ ve Mecnun’un çölde birbirlerini aramaları ise, aşkın ruhsal derinliğini ve iki kalbin birbirine olan özlemini ifade eder.

Bu hikâyeler, bize aşkın ne kadar güçlü, ne kadar dayanıklı ve ne kadar dönüştürücü olabileceğini gösterir. 

Ferhat ve Şirin, Leylâ ve Mecnun, aşkın her halini, her biçimini, her rengini yaşar. 

Kimler geldi, kimler geçti bu dünyadan; her biri aşkın farklı bir yüzünü, farklı bir hikâyesini anlattı. 

Ve bizler, bu hikâyelerden ders alarak, kendi aşklarımızı, kendi arayışlarımızı, kendi mücadelelerimizi yaşarız.

Sonuç olarak, aşkın bu zamansız ve mekânsız öyküleri, bizlere hayatın en derin duygularını, en güçlü bağlarını ve en saf özlemlerini anlatır. 

Ferhat’ın dağları deldiği, Mecnun’un çölde kaybolduğu bu hikâyeler, aşkın evrensel ve ölümsüz doğasını, her birimizin içindeki o derin arayışı ve özlemi yansıtır. 

Kimler geldi, kimler geçti; aşkın izleri hep kaldı.