Akşam saatleri ve sonbahar, edebiyatta sıklıkla yalnızlık, hüzün ve melankoli gibi duygularla ilişkilendirilen sembollerdir.
Güneşin batışı, günün sonu ve yeni bir başlangıcın eşiği olarak görülürken, sonbahar ise yaprakların dökülmesi, doğanın uykuda olduğu bir dönem olarak algılanır.
Bu dönemlerde insan, kendi iç dünyâsına dönerek varoluşsal sorgulamalar yapabilir ve yalnızlık duygusunu daha yoğun yaşayabilir.
"İnsan dünyâda garip ve yalnızdır. Bu gurbet ve yalnızlık hissini özellikle akşam saatlerinde ve sonbaharda hisseder. O yalnızlığı ancak "Ey kulum! Ben varım." diyen Allah'ın varlığı unutturur."
Prof. Dr. Sadettin Ökten'in bu sözleri, insanın en temel hislerinden biri olan yalnızlık duygusunu, evrensel bir yalnızlık hâlini ve bu hâlden kurtuluş yollarını edebî bir dille dile getiriyor.
Sayın Ökten'in bahsettiği yalnızlık hissi, insan ruhûnun derinlerinde yankı bulan ve her insanın hayâtının bir döneminde karşılaştığı kaçınılmaz bir gerçektir.
İnsan, yaratılış itibarıyla sınırlı, eksik ve fâni bir varlık olduğu için, dünya üzerinde bir gurbet duygusuyla yaşar.
Bu hissiyatın en yoğun olduğu zamanlar ise gün batımının kasvetiyle dolu akşam saatleri ve doğanın sessizce döngüsünü tamamladığı sonbahar mevsimidir.
Gurbet, insanın içindeki âidiyetsizlik duygusunun bir yansımasıdır. Bu âidiyetsizlik sâdece fiziksel bir yer değiştirmeyle değil, daha derin bir varoluşsal eksiklikle ilişkilidir.
İnsan, dünyâya adım attığı andan itibaren aslında öz yurdundan, yani mutlak varlık olan Allah’tan (C.C.) uzakta, dünya sürgününde yaşar.
Her ne kadar dünya nimetleri ve meşguliyetleri, geçici bir mutluluk sunsa da, bu mutluluk insana yetmez. Günün sonunda, özellikle akşamın karanlığı çökmeye başladığında, insanoğlu kendi içsel sessizliğine çekilir ve bu gurbet hissiyle baş başa kalır.
Sonbahar da bu yalnızlık hissini güçlendiren bir mevsimdir. Doğanın yavaşça solmaya başlaması, yaprakların dökülmesi ve havanın soğumaya başlaması insanın da ruhundaki dinginliği ve hüznü tetikler.
Sonbahar, insanın fâniliğini hatırlatan bir mevsimdir. Doğa, insana bir kez daha her şeyin geçici olduğunu, sonunda herkesin ve her şeyin özüne döneceğini fısıldar.
Prof. Dr. Ökten’in sözündeki asıl vurgu ise bu yalnızlığın, Allah’ın varlığıyla anlam bulduğudur. İnsanın rûhundaki o derin boşluğu, hiçbir dünyâ malı ya da insan ilişkisi dolduramaz.
Dünyâdaki her şey gelip geçici olduğu için, insan bu geçiciliğin içinde kaybolur.
İşte tam bu noktada, insanın rûhu Allah’a yönelir ve O'nun sonsuz varlığına sığınır.
Allah’ın "Ey kulum! Ben varım." demesi, insanın içine düştüğü o karanlık ve yalnızlık çukuruna bir nûr gibi düşer.
Bu farkındalık, insanın yalnız olmadığını, her anında Allah’ın onunla olduğunu hatırlatır.
Allah’ın varlığını hissetmek, insana dünyâ sürgününde bir nev'i yoldaşlık sunar. Bu, yalnızlık duygusunu tamamen yok etmez belki ama insana teselli olur.
Zîrâ insanın dünyâdaki yalnızlığı, aslında onun Allah’a olan ihtiyaç hissinin en büyük göstergesidir. Bu ihtiyaç, insanı yüce bir varlığa, sonsuz olan bir kudrete bağlar ve ona huzûr verir.
İnsan, dünyâ gurbetinde yaşıyor olsa da, asıl vatanına kavuşma özlemiyle yanar. Bu özlem, insanın rûhunda hep bir eksiklik olarak kalır.
Sayın Ökten’in sözündeki bu vurgu, insanın dünya hayatında asla tam anlamıyla mutlu olamayacağı gerçeğini hatırlatır. Çünkü dünyâ hayâtı geçicidir, insanın asıl huzûru ve mutluluğu ise ebedî hayâtta saklıdır.
Bu dünyâ, insan için bir imtihan yeridir ve her geçen gün, insanın rûhu asıl yurduna, yani Allah’a bir adım daha yaklaşır.
Sonuç olarak, Prof. Dr. Sadettin Ökten’in bu sözü, insanın varoluşsal yalnızlığını ve gurbetini hatırlatırken, aynı zamanda bu yalnızlığın tesellisinin ancak Allah’ın varlığında bulunduğunu vurgular.
Bu derin hakîkat, insana dünyâ hayâtının geçiciliğini ve Allah’a olan sonsuz hasretini hatırlatarak, rûhuna bir huzûr ve sükûnet sunar.
Akşamın karanlığında ve sonbaharın hüzünlü yaprakları altında, insan Allah’ın sonsuz varlığına yönelir ve bu fâni dünyânın geçici sıkıntılarını unutmaya başlar.