“Şimdi ki fustanella İzmir’e geldi
Fes ortadan kalkacak.
Türk’ün kanı akacak,
Şimdi ki İzmir’i aldık.
Ayasofya’yı açalım
Camiler yerle bir edilecek
Ve üzerlerine haç dikilecek.”
96 yıl önce bugün,15 Mayıs 1915’te, mütareke döneminde Yunanistan, yukardaki marş eşliğinde İzmir’i işgal etti. O gün yaşananlar, kendilerine medeni diyen Batıların gözü önünde ölü ve yaralıların denize atılması, başka iğrençliklerin yaşanması, soykırımın da ötesinde tam bir vahşetti.
Birinci Dünya Savaşı içinde, İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya arasında, Osmanlı Devletinin topraklarını paylaşmak için yapılan gizli antlaşmalarda İzmir ve Batı Anadolu, İtalya’nın payına düşmüştü.
Mondros Ateşkesinden sonra Yunanlılar İzmir için yoğun bir çalışma içine girdiler. İzmir ve çevresine yeni Rum göçmenler yerleştirme ve Levantenleri (yerli Rumları) elde etme faaliyetlerine başladılar. Paris Barış Konferansında Venizelos, tarihi haklar ve Rum çoğunluğunu ileri sürerek, İzmir ve çevresini istedi. İtalya’nın karşı çıkmasına rağmen sonunda üç devlet, İzmir’e Yunan askerlerinin çıkmasını uygun buldular. Yunanlılar dünya kamuoyunu arkalarına almak için, Batı Anadolu’da yaşayan Rumların Türkler tarafından öldürülmekte olduğunu, bunu önlemek için İzmir’e çıkacaklarını açıklıyorlardı. Ayrıca Türkleri medenileştirmek için İzmir’de bir Üniversite açacaklarını belirtmişlerdi.
Hazırlıklara başlandı. İzmir’e çıkacak kuvvetlerin başına Albay Zafiriu getirildi. İzmir’e çıkacak olan tümenin 12000 mevcutlu kadrosu 16 gemiye bindirilerek 13 Mayısta yola çıkarak, 14 Mayısta Midilliye geldiler.
İzmir’de ise ordu dağıtıldığı için, asker sayısı sadece 200 ve onlarda kışlada pasif durumda idi. Başarılı hazırlık içinde olan İzmir Valisi Nurettin Paşa İtilafçıların emriyle görevden alınarak yerine Kambur İzzet Paşa atanmış, Kolordu Komutanlığına da Ali Nadir Paşa getirilmişti. Sanki işgale karşı oluşacak direnişi kırmak görevini üstlenmişlerdi. Bu iki paşa Hükümetin emriyle, direnişi önleyemeye çalışarak, tam bir teslimiyetçi politika izlemiş ve işgali adeta kolaylaştırmışlardır. İzmirli aydınların çabası da yetmeyecektir.
15 Mayıs 1919 sabahleyin birkaç Yunan savaş gemisiyle bir İngiliz savaş gemisinin himayesinde iki büyük ve iki küçük nakliye gemisi İzmir limanına girdi. 10 nakliye gemisi de On mil geriden gelmekte idi. Bunlar İzmir’e çıkacak olan Yunan askerleri ile onlara ait malzemeyi taşımaktaydılar. Önce karaya küçük bir birlik çıktı ve rıhtım ile gümrük binasını işgal etti. Saat 8.oo’den sonra bir Efzun Taburu, iki saat sonra da iki piyade Alayı İzmir Rıhtımına çıktılar. Karaya çıkan askerler Albay Zafiriu komutasındaydılar. Çıkış sırasında İzmir’deki bütün kiliselerin çanları çalıyor, rıhtımı doldurmuş olan yerli Rumlar, Yunan askerlerinin üzerine çiçekler fırlatarak, “zito” diye bağırarak gösterilerde bulunuyorlardı. Bu sırada işgal kuvvetleri komutanı Zafiru’nun beyannamesi halka dağıtıldı.
İzmir Metropoliti Hristos Tomos komutana hoş geldiniz dedikten sonra elindeki haçı havaya kaldırarak ve onu ve askerleri kutsadı. Güzel bir Rum kızının taşıdığı altın bir tepsiden aldığı tuz ve ekmeği komutana sundu. Bu, vatanı kurtaranlar için yapılan bir törenden sonra uygulanırdı. Anlaşılan papaz da İzmir kendilerinin olup, şimdi kurtarıldığını düşünüyordu. Hristos Tomos rıhtımda bulunan Yunan askerlerine karşı onları Türkler aleyhine kışkırtan bir konuşma yaptı. İşte işgalcilere karşı ilk kurşun bu sırada atıldı. Hukuk-u Beşer Gazetesi Başyazarı Gazeteci Osman Recep Nevres’in (Takma adı Hasan Tahsin) silahından çıkan kurşunlar, Konak önüne kadar yürümüş olan Efzun Birliğinin bayrak taşıyan iri yarı erini yere serdi. Kısa bir kargaşadan sonra Yunanlılar, yurdunu savunma uğruna silahını ateşleyen Hasan Tahsin’i hemen parçaladılar. Fakat Hasan Tahsin’in bu örnek hareketine başka Türkler de katıldı. Nitekim adı belirlenemeyen yağız çehreli bir Türk delikanlısı da bir sokağın başında silahını ateşledi. Mermisi bitince ortadan kayboldu. Fakat vatan müdafaasında ne Hasan Tahsin, ne de yağız çehreli delikanlı yalnız kaldılar. Çünkü saat 11 buçuktan sonra çatışma bütün şehre yayıldı. Asker- sivil Türkler Yunanlıların ilerlemesine mani olmaya çalıştılar. Kışlanın önünden geçen Yunanlılar üzerine bombalar savruldu. Fakat belli bir kumandaya bağlı olmayan bu direniş, Yunanlıların dehşet saçan mukavemeti karşısında fazla sürmedi. İlk şaşkınlıklarını atlatan Yunanlılar toparlandıktan sonra, kışlayı topa tutarak işgal ettiler. Bundan sonra ne kadar sürdüğü belli olmayan korkunç ve kanlı bir safha başladı. Komutanlarının emriyle kışlaya kapanarak pasif bir duruma geçmiş olan subay ve erlerin dipçik ve süngü darbeleri altında üst-başları arandı, kalpakları yırtıldı, ceplerinden, para, yüzük, saat, mendilleri alındıktan sonra bir kısmı öldürüldü, bir kısmı esir alındı. Bu arada komutan Ali Nadir Paşa tokatlandı. “Zito Venizelos”(Yaşasın Venizelos)diye bağırmayı reddeden Albay Süleyman Fethi Bey şehit edildi. Hükümet konağında yakalanan memurlar ile kışlada bulunan subay ve erlerden öldürülmemiş olanlar, rıhtımdaki Yunan gemilerine doğru sürüklenmeye başlandılar. Şimdi katliam müttefiklerin gözleri önünde yapılıyor, insanlar öldürülüyor, cesetleri denize atılıyordu. Kışladan denize gidinceye kadar 9 subay şehit,21 subay yaralı, 27 subay kayıptı. Bu tek taraflı öldürüş, bir an geldi ki, tüyler ürpertici ve iğrenç bir hal aldı. Bir Rum kadını su diye inleyen yaralı bir Türk erinin üzerine çömelerek ağzına işedi. Durumu gemilerinden seyreden bazı İngiliz ve Amerikan askerleri bu hale dayanamadılar, denize atlayarak yaralı ve suda çırpınan Türkleri kurtarmak istediler. Komutanları bunu engelledi. Üstelik gemilerin şehre bakana tarafına tente çektirmek suretiyle bu kanlı manzarayı kendi askerlerinin gözlerinden saklamaya çalıştılar. Bunlar kendilerine medeni diyen, medeni Avrupalıların medeni komutanlarıydı.
Rıhtıma sürüklenerek götürülenlerden sağ kalanlar Patris Vapurunda hayvanlar için hazırlanmış yerlere üst üste tıkıldılar. Bunlara 48 saat sonra ölmeyecek kadar biraz peksimet, zeytin, kaşar peyniri ve incir verildi. İçlerinde 14 yaşından küçük çocukların da bulunduğu tutuklananların sayısı birkaç günde 2500’e yükseldi. Tutuklananlar arasında öğretmen ve öğrenciler de bulunuyordu.
Kışla ve rıhtımda yaşanan bu olaylardan sonra Yunanlılar Türk mahallelerine saldırarak ticarethaneleri yağmaladılar, evlere gidiler. Rastladıklarını kadın- çocuk ayırmadan öldürdüler. Yakın köylerle beraber öldürülenlerin sayısı 2000 ‘i geçti. Öldürdüklerinin birçoğunun boynuna demir takarak denize attılar. Ayrıca kadınlara, subay ailelerine saldırdılar. Tecavüz olayları yaşandı.
İzmir olaylarının dünya basınında yer alması Yunan Başbakanı Venizelos’u zor durumda bıraktı. Durumu incelemek üzere Albay Mazarikis’i İzmir’e gönderdi. Bu albay bütün çabasına rağmen İzmir Olaylarını gizleyemedi. Ölü sayısını çok az, öldürenleri de yerli Rumlar olarak rapor etti.
Yunanlılar, 16 Mayıs-12 Haziran arasında, Urla, Çeşme, Torbalı, Menemen, Manisa, Bayındır, Selçuk, Aydın, Ayvalık, Tire, Kasaba, Ödemiş, Nazilli, Akhisar ve Bergama’yı işgal ettiler. Benzer olaylar buralarda da yaşandı.
İzmir’in işgalinden bir gün sonra, Urla’da halk, depolara kaldırılmış olan 120 silahı zorla alarak, sayısı ancak 20 olan askerlerle birleşip, 140 kişi ile Batı Cephesindeki ilk direnişi başlattılar. Evet…belki İstanbul’da devlet yoktu. Ama Anadolu’da hiç esir yaşamamış bir millet vardı. İşgalcilerin hesaplamadıkları nokta belki buydu.
Birinci Dünya Savaşı içinde, İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya arasında, Osmanlı Devletinin topraklarını paylaşmak için yapılan gizli antlaşmalarda İzmir ve Batı Anadolu, İtalya’nın payına düşmüştü.
Mondros Ateşkesinden sonra Yunanlılar İzmir için yoğun bir çalışma içine girdiler. İzmir ve çevresine yeni Rum göçmenler yerleştirme ve Levantenleri (yerli Rumları) elde etme faaliyetlerine başladılar. Paris Barış Konferansında Venizelos, tarihi haklar ve Rum çoğunluğunu ileri sürerek, İzmir ve çevresini istedi. İtalya’nın karşı çıkmasına rağmen sonunda üç devlet, İzmir’e Yunan askerlerinin çıkmasını uygun buldular. Yunanlılar dünya kamuoyunu arkalarına almak için, Batı Anadolu’da yaşayan Rumların Türkler tarafından öldürülmekte olduğunu, bunu önlemek için İzmir’e çıkacaklarını açıklıyorlardı. Ayrıca Türkleri medenileştirmek için İzmir’de bir Üniversite açacaklarını belirtmişlerdi.
Hazırlıklara başlandı. İzmir’e çıkacak kuvvetlerin başına Albay Zafiriu getirildi. İzmir’e çıkacak olan tümenin 12000 mevcutlu kadrosu 16 gemiye bindirilerek 13 Mayısta yola çıkarak, 14 Mayısta Midilliye geldiler.
İzmir’de ise ordu dağıtıldığı için, asker sayısı sadece 200 ve onlarda kışlada pasif durumda idi. Başarılı hazırlık içinde olan İzmir Valisi Nurettin Paşa İtilafçıların emriyle görevden alınarak yerine Kambur İzzet Paşa atanmış, Kolordu Komutanlığına da Ali Nadir Paşa getirilmişti. Sanki işgale karşı oluşacak direnişi kırmak görevini üstlenmişlerdi. Bu iki paşa Hükümetin emriyle, direnişi önleyemeye çalışarak, tam bir teslimiyetçi politika izlemiş ve işgali adeta kolaylaştırmışlardır. İzmirli aydınların çabası da yetmeyecektir.
15 Mayıs 1919 sabahleyin birkaç Yunan savaş gemisiyle bir İngiliz savaş gemisinin himayesinde iki büyük ve iki küçük nakliye gemisi İzmir limanına girdi. 10 nakliye gemisi de On mil geriden gelmekte idi. Bunlar İzmir’e çıkacak olan Yunan askerleri ile onlara ait malzemeyi taşımaktaydılar. Önce karaya küçük bir birlik çıktı ve rıhtım ile gümrük binasını işgal etti. Saat 8.oo’den sonra bir Efzun Taburu, iki saat sonra da iki piyade Alayı İzmir Rıhtımına çıktılar. Karaya çıkan askerler Albay Zafiriu komutasındaydılar. Çıkış sırasında İzmir’deki bütün kiliselerin çanları çalıyor, rıhtımı doldurmuş olan yerli Rumlar, Yunan askerlerinin üzerine çiçekler fırlatarak, “zito” diye bağırarak gösterilerde bulunuyorlardı. Bu sırada işgal kuvvetleri komutanı Zafiru’nun beyannamesi halka dağıtıldı.
İzmir Metropoliti Hristos Tomos komutana hoş geldiniz dedikten sonra elindeki haçı havaya kaldırarak ve onu ve askerleri kutsadı. Güzel bir Rum kızının taşıdığı altın bir tepsiden aldığı tuz ve ekmeği komutana sundu. Bu, vatanı kurtaranlar için yapılan bir törenden sonra uygulanırdı. Anlaşılan papaz da İzmir kendilerinin olup, şimdi kurtarıldığını düşünüyordu. Hristos Tomos rıhtımda bulunan Yunan askerlerine karşı onları Türkler aleyhine kışkırtan bir konuşma yaptı. İşte işgalcilere karşı ilk kurşun bu sırada atıldı. Hukuk-u Beşer Gazetesi Başyazarı Gazeteci Osman Recep Nevres’in (Takma adı Hasan Tahsin) silahından çıkan kurşunlar, Konak önüne kadar yürümüş olan Efzun Birliğinin bayrak taşıyan iri yarı erini yere serdi. Kısa bir kargaşadan sonra Yunanlılar, yurdunu savunma uğruna silahını ateşleyen Hasan Tahsin’i hemen parçaladılar. Fakat Hasan Tahsin’in bu örnek hareketine başka Türkler de katıldı. Nitekim adı belirlenemeyen yağız çehreli bir Türk delikanlısı da bir sokağın başında silahını ateşledi. Mermisi bitince ortadan kayboldu. Fakat vatan müdafaasında ne Hasan Tahsin, ne de yağız çehreli delikanlı yalnız kaldılar. Çünkü saat 11 buçuktan sonra çatışma bütün şehre yayıldı. Asker- sivil Türkler Yunanlıların ilerlemesine mani olmaya çalıştılar. Kışlanın önünden geçen Yunanlılar üzerine bombalar savruldu. Fakat belli bir kumandaya bağlı olmayan bu direniş, Yunanlıların dehşet saçan mukavemeti karşısında fazla sürmedi. İlk şaşkınlıklarını atlatan Yunanlılar toparlandıktan sonra, kışlayı topa tutarak işgal ettiler. Bundan sonra ne kadar sürdüğü belli olmayan korkunç ve kanlı bir safha başladı. Komutanlarının emriyle kışlaya kapanarak pasif bir duruma geçmiş olan subay ve erlerin dipçik ve süngü darbeleri altında üst-başları arandı, kalpakları yırtıldı, ceplerinden, para, yüzük, saat, mendilleri alındıktan sonra bir kısmı öldürüldü, bir kısmı esir alındı. Bu arada komutan Ali Nadir Paşa tokatlandı. “Zito Venizelos”(Yaşasın Venizelos)diye bağırmayı reddeden Albay Süleyman Fethi Bey şehit edildi. Hükümet konağında yakalanan memurlar ile kışlada bulunan subay ve erlerden öldürülmemiş olanlar, rıhtımdaki Yunan gemilerine doğru sürüklenmeye başlandılar. Şimdi katliam müttefiklerin gözleri önünde yapılıyor, insanlar öldürülüyor, cesetleri denize atılıyordu. Kışladan denize gidinceye kadar 9 subay şehit,21 subay yaralı, 27 subay kayıptı. Bu tek taraflı öldürüş, bir an geldi ki, tüyler ürpertici ve iğrenç bir hal aldı. Bir Rum kadını su diye inleyen yaralı bir Türk erinin üzerine çömelerek ağzına işedi. Durumu gemilerinden seyreden bazı İngiliz ve Amerikan askerleri bu hale dayanamadılar, denize atlayarak yaralı ve suda çırpınan Türkleri kurtarmak istediler. Komutanları bunu engelledi. Üstelik gemilerin şehre bakana tarafına tente çektirmek suretiyle bu kanlı manzarayı kendi askerlerinin gözlerinden saklamaya çalıştılar. Bunlar kendilerine medeni diyen, medeni Avrupalıların medeni komutanlarıydı.
Rıhtıma sürüklenerek götürülenlerden sağ kalanlar Patris Vapurunda hayvanlar için hazırlanmış yerlere üst üste tıkıldılar. Bunlara 48 saat sonra ölmeyecek kadar biraz peksimet, zeytin, kaşar peyniri ve incir verildi. İçlerinde 14 yaşından küçük çocukların da bulunduğu tutuklananların sayısı birkaç günde 2500’e yükseldi. Tutuklananlar arasında öğretmen ve öğrenciler de bulunuyordu.
Kışla ve rıhtımda yaşanan bu olaylardan sonra Yunanlılar Türk mahallelerine saldırarak ticarethaneleri yağmaladılar, evlere gidiler. Rastladıklarını kadın- çocuk ayırmadan öldürdüler. Yakın köylerle beraber öldürülenlerin sayısı 2000 ‘i geçti. Öldürdüklerinin birçoğunun boynuna demir takarak denize attılar. Ayrıca kadınlara, subay ailelerine saldırdılar. Tecavüz olayları yaşandı.
İzmir olaylarının dünya basınında yer alması Yunan Başbakanı Venizelos’u zor durumda bıraktı. Durumu incelemek üzere Albay Mazarikis’i İzmir’e gönderdi. Bu albay bütün çabasına rağmen İzmir Olaylarını gizleyemedi. Ölü sayısını çok az, öldürenleri de yerli Rumlar olarak rapor etti.
Yunanlılar, 16 Mayıs-12 Haziran arasında, Urla, Çeşme, Torbalı, Menemen, Manisa, Bayındır, Selçuk, Aydın, Ayvalık, Tire, Kasaba, Ödemiş, Nazilli, Akhisar ve Bergama’yı işgal ettiler. Benzer olaylar buralarda da yaşandı.
İzmir’in işgalinden bir gün sonra, Urla’da halk, depolara kaldırılmış olan 120 silahı zorla alarak, sayısı ancak 20 olan askerlerle birleşip, 140 kişi ile Batı Cephesindeki ilk direnişi başlattılar. Evet…belki İstanbul’da devlet yoktu. Ama Anadolu’da hiç esir yaşamamış bir millet vardı. İşgalcilerin hesaplamadıkları nokta belki buydu.
Devlet olmasa bile, millet hep olacaktı.