Milletlerin tarihsel süreçlerinde destanlaşmış mücadelelerinin kutsallığını ve yüceliğini temsil eden abideleşmiş eserleri vardır. Bu eserler, dünya döndükçe milletin her bir ferdine can verir, heyecan verir. Hele bir de bu milletin ihtişamlı dönemleri inkıtaya uğratılmış, medeniyeti durdurulmuş, hayat veren temel unsurlarıyla bağları zayıflatılmış ise yıllar geçtikçe hasret ve özlem bağırlarda yanan bir ateşe dönüşür. İslam’la tanışmamızdan itibaren aziz İslam dininin sancağını teslim alan ecdadımız, İslam âleminin kalbi Mekke’nin ve Mirac'ın mebdei Kudüs’ün fethinin ilham ettiği ruhla İstanbul’u adaletle, insanlıkla, merhametle buluşturan o mübarek fethi gerçekleştirerek bizleri, medeniyetin şahikasına taşımıştır.
Fethedilen yalnızca bir toprak parçası değil, bunalan gönüllerdir. Devrilen sadece Bizans’ın surları değil, insanlığa zulmetmiş zihinleri ve gönülleri karanlıkta bırakan küfrün kaleleriydi. Açılan kapı sadece bir şehrin kapısı değil, Yesrib’i Medine yapan değerlerin Anadolu’ya taşınmasıydı. Cuma Namazı kılmak için dönüştürülen yapı Ayasofya Kilisesi değil, kalplere ağırlık veren şirkin dışarıya atılması, Kabe’nin putlardan temizlenmesi gibi Ortaçağ’ın esir ettiği karanlık zihinleri aydınlığa kavuşturmaktı. İstanbul’un fethi sıradan bir fetih olmayarak tüm dünyada yankılanan bir milada dönüşerek eskimiş, pörsümüş bir dönemin sonu yeni bir çağın başlangıcı olmuştur. Bu büyük fetih; şehirleri talan eden, nesilleri yok eden, mabedleri yıkan bir zafer değil aksine kaybedilen Tevhid’i asli huviyetiyle kalplerde ve topraklarda egemen kılmak ve insanlığı, İslam'ın hayat veren değerleriyle yeniden bulusturmak içindi.
Mekke ufuklarında doğan güneş, aslında Hz. Adem’le başlayan insanlığın fıtrat dini olan İslam'ın, Hz. Muhammed (sav) ile yeniden tarih sahnesine dönmüş halidir. Bu dönüş, imha değil ihyadır. İnsanlığın değişmez değerlerinin ve Tevhid’in yeniden gönüllerde hayat bulması için verilen bir kutlu mücadeledir.
Allah’ın adının yüceltilmesi davası olan bu kutsal emanet ve mübarek sancak, milletimizin uhdesine geçtikten sonra canından ve cananından vazgeçen bir neslin kutlu mücadelesiyle yürek kuraklığı yaşayan, hakikatle tanışmamış beldelere, İslam’ın nurunu taşımıştır. İşte Ayasofya, bu kutlu mücadelenin soylu zaferi; İslam’ın küfre, Hakkın batıla galip geldiğinin ebedi mührü, en berrak ve en açık vesikasıdır.
Ayasofya’nın kubbesinde, İslam’ın hoşgörüsü; minarelerinde, tevhidin gür sesi; mihrabında, imanın azameti; minberinde, “Hak geldi Batıl Zail Oldu” ilahi düstürunun sadâsı; duvarlarında, İslam kardeşliğinin izzeti ve sütunlarında “La Galibe İllallah” mefkuremizin manifestosu vardır.
Akşemseddin’in divana durduğu mihrapta, dizlerinin bağı çözülmeden kıyama durabilmek, 'Allah yolunda feda edebileceğim neyim varsa hazırım' diyebilmenin heyecanını duymaktır. Sultan Fatih’in ayak izlerini taşıyan minberde müminlere seslenebilmek, Allah yolunda cihadın ne büyük bir izzet ve şeref vesilesi olduğuna yurekten inanmaktır.
Ayasofya’da namaz kılabilmek, İslam’ın tüm dinlere ve inançlara üstünlüğünü tüm dünyaya ilan etmektir. Ayasofya’nın açılması, insanların ve insanlığın ihtiyaç duyduğu merhametin, hoşgörünün ve adaletin yeryüzüne dalga dalga yayılacağının müjdesidir. Ayasofya’nın açılması, bu milletin evlatlarına çıktıkları medeniyet yolculuğunda büyük bir özgüven aşılanmasıdır. Fatih’in evlatlarının zihnine vurulan “yenilmiş medeniyetin çocuklarısınız” prangalarının kırılmasıdır. Yeniden büyük Türkiye icin büyük atılımlar ve adil bir yeni dünya için büyük devrimler yapabilmenin aşkının ve heyecanının verilmesidir.
Ayasofya’nın tekrar açılması, bir ferde değil topyekün bir millete yeni bir diriliş beratının verilmesidir. Yani ayağa kalkacak bir millete Rahman'ın önden gönderdiği bir iltifatıdır, hediyesidir.Ayasofya’nın açılmasıyla başlarını dik tutan bu milletin çocukları, kendi medeniyet değerlerinin utanılacak, çağın gerisinde ve eski kitaplarda kalmış dogmalar olmadığını anlayacaklardır. Taşıdıkları kimliğin, yitik bir hazineye, keşfedilmemiş bir mücevhere ait olduğunu göreceklerdir.
Ayasofya’nın açılmasıyla gozbebegimiz gençlerimize, parlak zaferlerin ve şanlı destanların yalnızca mazide kalmadığınin istikbalde de yeni fetihlerle hakikati arayan insanlığa, çağın dert ve ıstıraplarıyla boğuşan dünyaya İslam’ın hayat veren, nefes veren ilkelerini ulaştırmak için büyük bir dinamizm ve aşk hediye edilmiştir.
Bize düşen görev; çocuklarımıza, İslam Medeniyetinin büyüklüğünü, Şahi toplarını döktüren Fatih’in yüksek medeniyet anlayışını, imanın en büyük imkan oldugunu, inançlı bir topluluğun onunde hiçbir gücü duramayacağını anlatmaktır. Gerçek fethin coğrafyalardan önce kalplerin fethi olduğunu, yüreklerine nakşetmektir. Ayasofya’nın kubbelerinde yankılanan tekbirler ve minarelerinden yükselen her ezan onlara bir kimlik kazandırırken aynı zamanda da yeni ve büyük fetihlerin onları beklediğinin bir müjdesi olacaktır. Bu fetih, aynı zamanda İslam alemine umut aşılarken Batı dünyasını da hüzne boğmuştur. Bu fetih, Türkiyemizin bağımsızlığının tescili olmuştur.
Bu müjdelere bizi kavuşturan Rabbimize hamd ediyoruz. İstanbul'un fethini müjdeleyen Kutlu Nebi'ye salat ve selam ediyoruz. İstanbul'un manevi mimari Ebu Eyyup El-Ensari'ye, fethin manevi mimari Akşemseddin'e ve Fatih Sultan Mehmet Han'a selam olsun.
Fethin sembolü Ayasofya'nın idealini ve aşkını bizlere emanet bırakan büyüklerimize bu sevinci bizlere yaşatan Sayın Cumhurbaşkanımıza ve emeği geçen tüm devlet büyüklerimize en kalbi şükranlarımı ve muhabbetlerimi arzediyorum.