Tüm dünyayı tehdit eden virüsten daha tehlikelisi beyinleri virüslü olan insanlardır. Virüs ortaya çıktığı günden beridir Cami imamlarını aşağılayan, boş işler yaptığını ifade edip, derhal görevlerine son verilmesi gerektiğini söyleyenden tutun da virüse karşı bir aşı bulamadıklarını hepsinin bir hekim etmediğini vs birçok hakaret edildiğini üzülerek görüyoruz. En son minarelerden bu zor ve sıkıntılı anlarımızda dua edilmesine karşılık yazılan yorumlara bakınca üzülmemek elde değil…
Bize düşen aynı ayrıştırıcı dille cevap vermek yerine insanı fiziki yapısını ve fizikötesi varlık yapısını bilmek, varlığın anlamını ve doğadaki Allah’ın koyduğu ilahi yasaları hatırlatıp bu virüs karşısında bu durumdan kurtulmak için hangi sebeplerle birlikte kainatı tasarrufu altında bulunduran Allah’tan nasıl yardım istenir ona birlikte kafa yoralım.
Unutmasınlar ki bir gün onlarda dua edecek hem de ciğerden gelerek yalvaracaklar....
Dua nedir. İnsan neden daha büyük bir güç merkezinden yardım ister. İnsan nasıl bir varlıktır. "Hiç Yaratan bilmez mi" (Mülk 14) İnsanın kaygılarını, korkularını, sıkıntı ve dertlerini en bilen hiç şüphesiz yoktan var eden Allah’tır. İşte Yüce Rabbimiz kendisine ihtiyaç duyulmayacağını ve dua etmenin boş olduğunu iddia eden kişiye ve düşünce sahiplerine meydan okur:
Deki: “Söyleyin bakalım. Acaba size Allah’ın azabı gelse veya size kıyamet saati gelip çatsa (böyle bir durumda) siz Allah’tan başkasına mı yalvarırsınız? Eğer (putların size yararı dokunduğu iddianızda) doğru söyleyenlerseniz (haydi onları yardıma çağırın). Bilâkis Allah'a yalvarırsınız. O da sıkıntıyı, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygunsa ortadan kaldırır. Siz de ilâhlığında, otoritesinde ona ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz.” (Enam40- 41) buyurularak acı ve çaresizlik karşısında ve ölümle karşılasan herkesin Allah'a zorunlu olarak yalvarıp dua etmek zorunda kalacağı dile getiriliyor, dünyadan ayrılıp ölen herkesin hayatın sonunda Allah’a teslim olduğunu ifade ediyor. Yani insan hayatında ister ateist olsun, ister inançsız olsun ölürken yolun sonunda İslam’la buluşuyor. Ama bu Rabbimize teslimiyet; varlığın anlamını, hakikatin perde arkasındaki hikmeti kendi gözleriyle görünce gerçekleştiği için kabul edilmiyor. Nitekim ömrü boyunca ilahlık iddiasında olan tarihte en büyük despot ve azgın hükümdar olan Firavunun ölmeden önce Allah’a iman ettiğini Kur’an şöyle ifade eder:
“Firavun boğulmak üzereyken şöyle dedi: Elhak inandım ki, İsrâiloğulları’nın iman ettiğinden başka ilah yokmuş! Ben de artık kendini O’na teslim edenlerden biriyim." (Yunus 90)
Ateistlerle dolu bir uçak düşmeye başlayınca yere inene kadar hepsi Müslüman olur. Uçak düştüğünde içinde bir tane inançsız bulamazsınız. İstediğiniz psikoloğa gidin, istediğiniz meditasyon merkezine gidin tüm bilimsel veriler bunu gösterir. Rabbimiz meydan okumuştur. Zora düştüğünde iki durumla karşılaştığında birincisi ilahi azap gelince diğeri küçük kıyamet, kendi ölümün” veya “dünyanın sonu geldiği zaman kime yalvarırsın doğruyu söyle diyor. ve ardından hep unuttuğun ve inkar ettiğin Allah’a yalvarırsın. Onun için Yüce Rabbimiz Allah katında değerimiz olabilmesi için kendine gzili ve açıktan yalvarmamızı ve dua etmemizi istiyor. "Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin (Furkan 77)*
Peki nedir dua, tazarru ve niyaz yattığımız yerden yardım istemek midir elbette hayır…
Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. (Rad,11) Rabbimiz içinde bulunduğumuz durumdan kurtulmak için maddi ve manevi çalışma ve kurtuluş mücadelesine girişmemizi istiyor. Bu virüsün tehdit ettiği bu durumda yaptığımız dua ile aslında Ya Rabbi bize bu hastalıktan şifa bulacak aşının çözeltilerini, karışımını, akli ve bilimsel veriler ışığında gerekli keşif ve icadı nasip eyle” diyoruz. Sebeb-sonuç ilişkisi içerisinde Rabbimiz şifa verirse yine sebeplerine sarılan gerekli tedbir ve tecrübeyi çağın bilim ve teknolojisi ile çalışan insanlara verecektir. Zira Allah Teala: İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır." (Necm,39)
buyurmuştur. Şu da vardır ki çok büyük çalışmalar yapılmasına rağmen sonuç alınamayabilir. Bir çok dağınık bilgiyi bir araya getiren nice ilim adamları insanlığa fayda verecek büyük bir atılımı gerçekleştirememişlerdir. Başarı çalışmaya bağlıdır. İlahi yasalar çerçevesinde çalışıp ilgili alanda varlığın ve kainatın insanoğluna sunduğu muhteşem dengeyi keşfedeceksin. Sonunda da Allah’tan yardım isteyeceksin.
İbrahim (as) "Hastalandığım zaman bana şifa veren Rabbim Allah'tır" (Şuara 80) demiştir. Kadim medeniyetimizde babalar çocuklarını okula gönderirken “Allah muvaffak etsin.” derlerdi. Çünkü muvaffakiyetin içerisinde hem bireysel cehd ve gayret var iken diğer yandan da âlemlerin Rabbi Allah’tan feyz ve yardım isteme vardır. İkisi bir araya gelince muvaffakiyet başlıyor. “Gökte olanın başınıza taş yağdırmasından güvende misiniz? Benim uyarmamın nasıl olduğunu yakında bileceksiniz.” (Mülk17) Gökten yağabilecek devasa meteorlara karşı var mı bir tedbiriniz, Korunacak zırhlı evleriniz var mı…
Yeryüzünde olup biten tüm kriz, kaos, sıkıntı ve musibetlerin kodları ve çözüm yolları vahyin aydınlığında akılla çözülebilmesi için insanoğluna gösterilmiştir. Bize düşen Rabbimizden gelen ilahi çağrıya kulak verip doğada olup biten hadiselerin şifrelerini akılla, bilimle, insanlığın tecrübe ve birikimi, çağın ulaştığı teknoloji ile insanlığın içinde bulunduğu maddi ve manevi ızdıraplarına derman olmaktır.
Bakınız tarih boyunca Müslüman topraklarda yetişen ilim adamları ne büyük keşiflere imza attılar. 11. Yüzyılda yaşayan İbn Sina(980-1037)’nın yazmış olduğu Tıp’ta çığır açan el-Kanun Fi’t-Tıbb” isimli eseri 400 yıl boyunca Fransa Tıp Fakültelerinde okutulmuştur.
15. Yüzyılda yaşayan Akşemseddin (1389-1459) Fransız kimyacısı ve biyoloji bilgini Louis Pasteur'den 400 yıl önce ve mikrobu keşfetmiş ve tanımlamıştır. 1695’de İstanbul’da çocuklara çiçek aşısı yapıldığını biliyoruz. (A. Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, 194) 1721’de Lady Montague, İstanbul’da İngiltere
sefîresi iken bu aşının nasıl yapıldığını görüp İngiltere’ye
dönünce anlatmıştır. Türkler’in asırlarca uyguladıkları çiçek
aşısına Avrupa uzun süre direnmiş ancak 1764’de Fransız
Tıb Akademisi bu aşının “faydalı olabileceğini” kabul etmiştir.
Hezarfen Ahmed Çelebi 1632 senesinde, yapay kuş kanatlarına benzer bir aracı kendisine takarak, Galata Kulesi'nden uçarak, İstanbul Boğazı'nı da geçmek suretiyle, 3358 metrelik mesafeyi katedip, Üsküdar'daki Doğancılar'a inmeyi başarmasıyla günün birinde uçan makinelerin yapılabileceğini dünyaya ilan ederken ABD’nin 1916’da kurduğu BOİNG uçak fabrikasının kuruluşuna daha 284 yıl vardı.
Nuri Demirağ Sivas Divriği’de doğmuş, 1936’da ilk uçak fabrikasını kurmuş Nu.D-36 isimli uçakları icad edip İspanya, İran ve Irak’tan siparişler almıştı.
Prof. Dr. Fuat Sezgin 27 dil bilen bir bilim adamı olarak Bilim Tarihinde devrim yapan İslami İlimleri dünyaya tanıtan bu insan Bitlis’in dağlık köylerinden çıkmış 27 Mayıs Darbecilerin görevine son vermesiyle Almanya Üniversitelerinde büyük başarılara imza atmıştır.
Prof. Dr. Aziz Sancar Moleküler Biyoloji dalında doktora yapıp DNA onarımı dalında doçentlik tezini tamamlayan Biyokimya Profesörü 2015 Nobel Kimya ödülüne layık görülen bilim adamımız Mardin’e bağlı Savur ilçesinden bir çiftçinin çocuğudur.
Prof. Dr. Mehmet Öz Bugün ABD’nin New York eyaletinde hekimlik yapan dünyaca ünlü Kalp Damar Cerrahımız, Konya Bozkır topraklarından ABD'ye gitmiş bir köylü çocuğu Prof. Dr. Mustafa Öz'ün oğludur.
Prof. Dr. Mahmut Faruk Akşit büyük islam alimi Denizli'li Prof. Dr. Cevat Aksit'in oğlu olup uçaklara Jet motoru yapan ekibin başıdır.
Trabzon’un evladı Selçuk Bayraktar ise ürettiği İnsansız Hava araçlarıyla dünyanın en büyük hava savunma teknolojilerini darmadağın etmiştir.
Peki kim bunlar; *Doğduklarında kulağına ezan okunup dua edilen bu toprakların devrim yapan bilim adamlarından sadece bir kaçıdır. Kim bilir belki yarın "Bir insanı dirilten sanki tüm insanlığı diriltmiş gibidir." (Maide,32) ilahi müjdesine nail olmak için bir Müslüman hekim çıkıp bu virüsün aşısını bulacaktır.
Ali Hayri Çelik
Sinop Müftüsü