OSMAN ÇAKIR/30 Eylül 2024
Her yıl 1 Ekim’de kutlanan Dünyâ Yaşlılar Günü, takvimlerde yerini almasına rağmen toplum tarafından neredeyse unutulmuş bir gün hâline gelmiş durumda.
Bu özel gün, yaşlı bireylerin hayâtlarına, emeklerine ve deneyimlerine dikkat çekmeyi amaçlıyor; ancak ne yazık ki çoğu kişi bu günü hatırlamıyor bile.
Modern toplumun hızla dönen çarkları arasında yaşlanmayı kabûl etmek, üzerinde uzun uzun düşünmek istemediğimiz bir konu.
Peki, neden yaşlanmayı bu kadar zor kabûlleniyoruz ve neden yaşlıları gündemden düşürüyoruz?
İnsanlar yaşlanmayı çoğu zaman bir eksiklik, bir zayıflık olarak algılarlar. Fakat kaçınılmaz olan bu gerçeği kabûllenmek yerine, onu bastırmak, görmezden gelmek yaygın bir eğilimdir.
Pek çok kişi, saçlarına düşen aklara ve yüzlerine kazınan çizgilere rağmen hâlâ genç olduklarına inanmak ister.
Bunu yaparken de aslında kendilerini bir tür illüzyonla çevrelerler.
Oysa yaşlanmak, biyolojik bir gerçeklik olmasının ötesinde hayâtın doğal bir döngüsüdür.
Tıpkı bir ağacın meyve verip ardından yapraklarını dökmesi gibi, insan da zamanla değişir, olgunlaşır, yıpranır ve sonunda kendine özgü bir güzellikle yaşlanır. Ancak toplum, gençliği yücelten bir bakış açısıyla bu doğal süreci âdeta değersizleştiriyor.
Reklamlar, medya ve sosyal çevreler genç kalmanın bir başarı olduğunu imâ ederken, yaşlanmayı bir başarısızlık olarak sunuyor.
Dolayısıyla insanlar, yaşlanmayı kabullenmektense bu süreçten kaçınma eğiliminde oluyorlar.
Sâdece bireyler değil, dünyâ da hızla yaşlanıyor. Yaşam süresinin uzaması ve doğum oranlarının düşmesi, dünya nüfusunun önemli bir bölümünün yaşlı bireylerden oluşmasına yol açtı.
Bu durum, toplumların hem ekonomik hem de sosyal yapılarında köklü değişimlere neden oluyor.
Genç nüfûsun giderek azalmasıyla birlikte yaşlı bireylerin bakımı, sosyal güvenlik sistemleri ve sağlık hizmetleri gibi konular giderek daha fazla önem kazanıyor.
Ne var ki, yaşlanan bir dünyâda, yaşlı bireylerin seslerini duyurmak zorlaşıyor.
Genç odaklı bir toplumda, onların ihtiyâçları, beklentileri ve hakları genellikle göz ardı ediliyor. Sanki yaşlılık, “yaşanmamış” bir dönem gibi algılanıyor; oysa bu, hayâtın belki de en derin anlamlarının keşfedildiği bir dönemdir.
Yaşlı bireyler, hayâtları boyunca kazandıkları tecrübelerle toplumun bilge üyeleridir.
Onların hafızasında, toplumların kültürel mirâsı, geçmişin izleri ve gelecek nesillere aktarılması gereken önemli dersler saklıdır.
Ancak modern dünyâ, hızla tüketilen ve unutulan bir yapıya sâhip olduğu için, bu tecrübeler de değersizleştiriliyor.
Bir yandan gençlik, hız ve teknoloji kutsanırken, diğer yandan tecrübe, sabır ve bilgelik göz ardı ediliyor.
İşte bu noktada Dünyâ Yaşlılar Günü, unuttuklarımızı hatırlatmak için bir fırsat sunuyor.
Yaşlı bireylerin sâdece bakıma muhtâç insanlar olmadığını, onların toplumun kökleri olduğunu fark etmemiz gerekiyor.
Yaşlılık, gençlik gibi değerli bir dönemdir; çünkü insan hayâtının her evresi, kendi içsel zenginliğini barındırır.
Sonuç olarak yaşlanmak, insan olmanın en doğal süreçlerinden biridir ve bundan kaçınmak yerine, onu kucaklamak gerekir.
Dünya hızla yaşlanıyor; ne yazık ki bizler, bu süreci anlamlandırmakta zorlanıyoruz.
Dünyâ Yaşlılar Günü, toplum olarak yaşlı bireylerin kıymetini bir kez daha hatırlamak ve onların tecrübelerinden öğrenmek için bir fırsat sunuyor.
Bu günü sâdece takvimlerde görmek yeterli değil; yaşlılara saygıyı ve ilgiyi yılın her gününe yaymalıyız.
Yaşlı bireylerin tecrübeleri, sâdece geçmişi değil, geleceği de aydınlatacak bir ışık olarak karşımızda duruyor.
Unutmayalım ki, hepimiz bir gün o bilge insanların yerini alacağız.