Engellilerin tarih boyunca kendi dünyasında, aile içerisinde ve çevresinde yaşadıkları zorlukları; bakım, koruma, eğitim ve sağlık merkezlerindeki rehabilitasyonları, toplum içerisinde karşılaştıkları davranışları merak etmeyeniniz kalmamıştır.
Engellilik konularına yönelmemizin sebebi bu alanda duyulan ihtiyacın bir nebze olsun karşılanmasına yardımcı olabilmektir.
Engellilikle ilgili yazılı tarihi bilgilere ülkemizde kolay yoldan ulaşmanın oldukça güç olduğunu burada hemen belirtmeliyiz. Gerçi daha önce yazılı eserlere kütüphanelerde ulaşılamadığından bahsetmiştik. Çünkü kurumların arşiv bölümlerinde engellilik üzerine yazılmış kitap yok desek yerinde. Var olanların sayısı da bir elin parmaklarını geçmemektedir. Bu durum sizi şaşırtmasın.
Eski çağlarda yazılı kayıtların ve belgelerin olmadığını bilmeyeniniz yoktur. Antik medeniyetlerin tarihi, doğrudan yazıya değil, ekseriyetle sözlü şiirlere, mitolojiye ve şarkılara dayandırılır.
Engellilerin varlığı insanlık tarihi kadar eskidir. Tarihte toplumların engelli bireylere yaklaşımı farklılık göstermiştir. Ağırlıkta bu yaklaşım negatif yönde seyretmiştir. Bilimsel, teknolojik ve kültürel gelişmelere paralel olarak olumlu yönde farklılaşma olduğu da görülmüştür.
Engelli insanlara ait ilk bulguların Kuzey Doğu Irak’ta yapılan kazılarda ortaya çıktığı, M.Ö. 45 bin yıllarında yaşadığı, 35-40 yaşlarında ağır engelli birinin olduğu, sol gözünün görmediği, sağ kolunun ve elinin felçli ve yürüme zorluğu çektiği, bütün bu engellerinin bir şekilde rehabilite edildiği ve 40 yaşlarına kadar yaşadığı anlatılmaktadır.
Uzuv eksiği olan bir kişiye ait en eski kanıtın da, Smithsonian Enstitüsü’nde bulunan, dişlerinin şekil ve sıralanmasından kollarla ilgili uzuvları eksik olduğu anlaşılan 45 bin yıllık bir kafatası olduğu söylenmektedir.
Diğer bir kanıtsa, İspanya ve Fransa’da sakat bir elin 36 bin yıllık baskısını gösteren mağara resimlerinde görüldüğü ifade edilmektedir.
Daha sonra bunlara benzer resimler New Mexico’da da bulunduğu vee bunların, tanrıları tatmin etmek için dini törenlerde kendini sakatlama uygulaması olduğu düşünülmektedir.
Başka bir kaynakta ise tarihte ilk engellinin, bir antik Hindistan kutsal şiiri olan Rig-Veda’da, M.Ö. 3500 ve 1800 yılları arasında Sanskritçe yazılan eserde, bacağını savaşta kaybeden ve onun yerine demir bir protez koyarak tekrar savaşa dönen bir savaşçının, Kraliçe Vishpla’nın hikayesi anlatılmaktadır.
Öte yandan çok tanrılı dinlerin hakim olduğu çağlarda engelli bir çocuğun, içinde bulunduğu aileye işledikleri bir suçtan ötürü Tanrı tarafından ceza olarak verildiğine inanılırdı.
Bu inanç o kadar derinlere kök salardı ki, engelli birisine yardım etmek Tanrı’nın gazabına maruz kalmak anlamına geleceğinden engelliye yardım edilmez, şehir dışına sürülür, yalnızlığa ve ölüme terk edilirdi.
Ampütasyon ve uzuv kaybına uğramış kişilerle ilgili bazı sosyal tutumlar, bugüne kadar ulaşırken, diğerleri değişmiştir.
Doğuştan şekil bozukluğu olan bebekler, işlevsel bir sorumluluk veya ruhsal kirlilik olarak görüldükleri için günümüzde bile acımasızca öldürülebilmekte ya da toplum dışına atılabilmektedirler.
Engellilik ve engelliler konusu son yıllarda özellikle ülkemizde kamu kurumlarından sivil toplum kuruluşlarına varıncaya dek her kesimin ilgisini üzerine çekmeyi başarmıştır. Bunda son yıllarda yapılan Meclisteki yasal düzenlemelerin etkisi ve katkısı gözardı edilemez.
Toplumsal anlamdaki bu geniş ilgi, engellilere yönelik hizmet alanlarında eğitim, sağlık, kamusal alan başta olmak üzere bilimsel, fiziksel, kültürel ve sosyal çalışmaları da beraberinde getirmiş, hatta zorunlu kılmıştır.