Her yıl Eylül geldiğinde, hayâtın temposunda derin bir değişiklik başlar.
Yazın ışıl ışıl ve canlı temposunun ardından, Eylül ayı sanki bir geri çekiliş ve düşünmeye da'vettir.
Rüzgârın serinliği tenimize hafifçe dokunurken, ağaçların sararan yapraklarıyla mevsimin hüznü içimize işlemeye başlar.
Zaman, hızını kaybeder; günler kısalır, geceler uzar...
Gökyüzü daha erken kararırken, doğanın bu dönüşümü hayâtımızın da ritmine yansır.
Sonbaharın o sessiz ve dingin atmosferi, insanın iç dünyasında yankı bulur.
Bu değişime ayak uydurmanın en güzel yollarından biri, geçmişle geleceği harmanlayarak anıları tazelemek, duyguları yenilemektir.
Çünkü Eylül, sadece yaprakların döküldüğü değil, aynı zamanda anıların canlandığı, düşüncelerin derinleştiği bir aydır.
İçinizde sakladığınız o eski hâtıraları yeniden yaşama da'veti gibidir.
Bir kitabın sayfalarına geri dönmek, belki yıllar önce tanıştığınız karakterlerle yeniden buluşmak...
Kitapların büyülü dünyasında kaybolurken, o eski dost sıcaklığını bulmak...
Kemalettin Tuğcu'nun bir öyküsü ya da Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun ustalıkla dokuduğu cümlelerle dolu bir roman...
Sayfaları çevirdikçe yıllar geçse de aynı duyguların taze kaldığını hissederiz.
Romanların içine gizlenen kahramanlar sanki eski arkadaşlar gibi çıkar karşımıza.
Bizim hikâyelerimizle onlarınki iç içe geçer, ortak bir yolculuğa çıkarız.
Kelimelerin arasında gezinirken zamanın nasıl geçtiğini fark etmezsiniz bile; çünkü Eylül, her zamankinden daha yavaş akan bir zamandır.
Sonbaharın sakinliğine en güzel eşlik eden başka bir yol ise, yağmurlu bir akşamda, battaniyenin altında bir film izlemektir.
Gözlerimizin önünden geçen her sahnede, rûhumuza dokunan bir şeyler buluruz.
Bazen izlediğimiz bir Yeşilçam filmi, bazen de "Yeşil Yol" gibi rûhu sarsan bir eser, bizi bulunduğumuz anın dışına çıkarır.
Özellikle "Selvi Boylum Al Yazmalım’ın" içimizi ısıtan sahneleri, hayatın aşk ve fedakârlık üzerine kurulu derin anlamlarını yeniden hatırlatır.
Film bitse de bıraktığı etki sürer, günlerce içimizde yankılanır.
Bu anlar, iç dünyamızda sorgulamalara kapı açar; bazen geçmişi, bazen geleceği düşünürüz.
Sinemanın büyüsü, bazen hayattan bir kaçış, bazen de kendimize doğru bir yolculuk olur.
Eylül’ün sakin ritmine ayak uydurmanın bir başka yolu ise doğayla, şehirle ya da geçmişte saklı bir mekânla yeniden buluşmaktır.
Belki Boyabat'ta Kolaz Çayı kenarında, belki de İstanbul’da Bakırköy sahilinde, sabahın erken saatlerinde yürüdüğünüz bir an...
Şehrin o karmaşasında bile dinginliği bulduğunuz bir köşe, size huzuru yeniden hissettirebilir.
Çocukluk anılarınızda yer etmiş Gerze gibi bir sâhil kasabasına yaptığınız bir ziyaret, deniz kenarında yürüyüş yaparken rüzgârın yüzünüze vurduğu o ferâh an, ruhunuzu dinlendiren bir sığınak olabilir.
Her insanın kaçış noktası farklıdır, ama o yer, insanın içindeki karmaşayı susturur.
Sonbaharın bu dingin günleri, hayatın karmaşasından bir adım geri çekilip, geçmişle geleceği harmanlamak için en güzel fırsatı sunar.
Unutulmaz bir roman, sizi içine çeken bir film, huzur bulduğunuz bir manzara…
Hepsi, bu mevsimin sunduğu sessizlikte birer dost gibi gelir insana.
Hayatın hızla akıp gittiği yaz günlerinin aksine, Eylül'ün o ağır ritmi, size kendinizi dinlemeniz için alan tanır.
İçinize dönüp, anılarınızı ve hislerinizi tazelemenin, dinginliğin tadını çıkarmanın tam vaktidir.
Eylül'ü farklı bir gözle görmek, işte bu derinlikte saklıdır.