İnsan dediğin, kendi içinde bir âlem taşır; koskoca bir evren gibi. 

Kimse kimsenin iç dünyasının tam manasıyla kapısını aralayamaz. 

Bazıları baharı seçer, çiçeklerin renklere büründüğü bir tablo gibi huzûr dolu bir hayât kurar kendine. 

Diğerleri ise kışın soğuk rüzgârlarını seçer ya da o rüzgârlar onlara seçilmiş olarak gelir; karanlık, sessiz ama bir o kadar da kendi içinde derin.

Herkesin seçtiği hayât, bir aynadır aslında. 

Kimi insan aynı yolu yürümez, aynı manzaraya bakmaz. 

Bazıları sabahın erken saatlerinde uyanıp güneşi selâmlar, bazıları ise karanlık gecenin sessizliğinde kendini bulur. 

Peki, doğru ya da yanlış var mıdır bu seçimlerde? Ya da birinin baharı diğerinin kışını ısıtabilir mi?

Hayâtın özünde, insanın kendi iç sesini dinleyip yolunu seçmesi yatar. 

Bahar gibi bir rûha sâhip olanlar her şeye rağmen yeşermeyi bilir; toprağa düşen yağmuru fırsata çevirir, dallarını göğe uzatır. 

Kış ise dirençtir, zorluğa karşı verilen bir mücâdeledir. Dışarıdan soğuk görünse de, kışın kar altında biriken tohumlar baharın müjdecisidir.

Seçimlerin sâhibi insandır, ama sonuçların sâhibi değildir. Her seçim bir yolculuktur ve o yolculukta kimi yalnız yürür, kimi el ele. 

İnsanlar arasında anlayış köprüleri kurulabilseydi, belki bahar da kış da aynı pencereden görülebilirdi. 

Her insan, kendi penceresinden seyreder dünyayı; kimi bir vâha görür, kimi uçsuz bucaksız bir çöl.

Ve işte bu yüzden, kimsenin seçtiği hayât bir başkasına dokunmadan anlam bulmaz. 

Baharı yaşayan, kışa tutulan bir eli unutmamalı; çünkü belki de onun baharını değerli kılan, karşılaştığı o çetin soğuklardır. 

Kışı yaşayan ise baharın uzak olmadığını, her gecenin sabaha varacağını bilerek yürümeli.

İnsan kendini seçtiği hayâtta bulur, ama diğerlerinin hikâyelerinde büyür. Ve bu büyüme, dünyanın en güzel döngüsüdür. 

Kimin baharı, kimin kışı olduğuna bakmadan, bu döngüyü anlamak ve ona saygı duymak... 

İşte asıl hikâye burada başlar.