Türkiye’de trafik mevzuatı yıllar içinde önemli gelişmeler kaydetti. 

Günümüzde araç muayeneleri düzenli olarak yapılıyor, sürücü belgesi almak için belirli standartlar aranıyor, araç devir işlemleri noterde yapılabiliyor, HGS elektronik ortamda kolayca takip edilebiliyor. 

Tüm bu teknik düzenlemelere rağmen, yollardaki insan davranışları, özellikle yaya ve sürücü ilişkileri, maalesef kuralların ötesinde ciddi bir kültür ve bilinç sorunu olduğunu gösteriyor.

Dün akşam yaşadığım bir olay, bu sorunun yaygınlığını bir kez daha gözler önüne serdi. Alışveriş için markete giderken, yaya kaldırımı yerine bir otoparkla karşılaştım âdeta. 

Kaldırımı tamamen işgâl eden bir araç, hem yayaların geçişini engelliyor hem de bu alanın kimlere ait olduğunu hiçe sayıyordu. 

İşte tam da burada bir problem var: Kurallara değil, kişisel rahatına, bencil davranışa odaklanmış bir anlayış.

Türkiye’de Trafik Kanunu açıkça yayaların haklarını koruma altına almıştır. 

Örneğin, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 74. maddesi, sürücülere, yayaların geçiş üstünlüğüne saygı göstermeleri gerektiğini emreder. 

Aynı şekilde, yayaların kullanımı için ayrılmış alanların işgâl edilmesi de cezâî yaptırıma tabidir. Fakat teoride var olan bu kuralların, pratikte çoğu zaman uygulanmadığını görüyoruz. 

Kaldırımı işgâl eden araçların büyük bir kısmı hiçbir cezâî işlemle karşılaşmıyor. Bu da sorunun daha da büyümesine yol açıyor.

Yayalar için ayrılmış kaldırımların işgâl edilmesi yalnızca bir "kural ihlâli" değildir; bu, insanların yaşam alanlarını gasp etmek anlamına gelir. 

Kaldırımda yürümek zorunda olan bir anne, bebek arabasıyla bu engeli aşamaz. Yaşlı bir vatandaş, güvenli bir yürüyüş yapamaz. Engelli bireyler içinse bu durum, fiziksel bir engel olmaktan çok daha fazlasıdır; onların temel haklarını ihlâl eden bir davranıştır.

Bu sorun, sâdece bireysel rahatını düşünen araç sahiplerinden kaynaklanmıyor. Yerel yönetimlerin de kaldırımları yeterince koruyamadığını ve denetim eksikliğinin bu tür davranışları cesâretlendirdiğini söylemek mümkün.

Bu noktada esas ihtiyâç, kuralların ötesinde bir kültürel dönüşümdür. 

Trafikte ve yaya alanlarında kurallara uymak yalnızca yasal bir zorunluluk değil, toplumsal bir sorumluluktur. 

İnsanların başkalarının haklarına saygı göstermesi, empati yapmayı öğrenmesi gerekiyor. 

Eğitim müfredâtlarına, trafik ve kamu alanı kullanımıyla ilgili temel değerleri kazandıran dersler eklenmeli. Çocuklara, erken yaşlardan itibaren kaldırımın yayalara ait bir alan olduğu öğretilmeli.

Sorunun çözümü için hem bireysel hem de kurumsal düzeyde adımlar atılabilir:

1. Denetimlerin Artırılması: Belediyeler ve trafik ekipleri, yaya kaldırımlarının işgâl edilmesine karşı daha sıkı denetim yapmalı. Uyarılar ve cezâî yaptırımlar etkin bir şekilde uygulanmalı.

2. Farkındalık Kampanyaları: Kamu spotları ve sosyal medya kampanyalarıyla, yayaların haklarına saygı göstermenin önemi vurgulanabilir.

3. Yerel Yönetimlerin Desteği: Belediyeler, yayaların güvenliğini sağlamak için kaldırımları araç parkına karşı daha dayanıklı hâle getiren fiziksel engeller yerleştirebilir.

4. Toplumsal Bilinç: 
Eğitim kurumları, sivil toplum kuruluşları ve medya, insanları başkalarının haklarına saygı göstermeye teşvik edecek içerikler üretmeli.

Sonuç olarak, trafik, yalnızca bir taşıma meselesi değil; bir toplumun düzen, saygı ve empati anlayışının aynasıdır. 

Kaldırımları işgâl eden araçlar, bu düzeni bozan, başkalarının haklarını hiçe sayan bir anlayışın ürünüdür. 

Yaya kaldırımında yürüyememek, bireysel bir rahatsızlıktan öte, toplumsal bir problem olduğunu gösteriyor. 

Bu yüzden çözüm, bireysel farkındalıktan başlayarak, toplumsal dönüşümü hedefleyen adımlarla mümkündür. 

Unutmayalım ki, trafikte saygı, yalnızca kurallara uymakla değil, karşıdaki insanın haklarına duyulan empatiyle sağlanır.