Cumhurbaşkanımız ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan olağan genel seçim tarihini biraz öne çekecek ve Cumhurbaşkanlığı ile Milletvekilliği Genel Seçimlerinin 14 Mayıs’ta yapılması kararını alacak. Nitekim Erdoğan, dün akşam 10 Mart Cuma günü seçim kararı alarak süreci başlatacaklarını belirtti.
Hükümetin, seçim sürecinde de tek gündemlerinin deprem olacağı, vatandaşlarımızın acılarının dindirilmesi ve yaralarının sarılması için ne yapılması gerekiyorsa süratle onları hayata geçirmenin gayreti ve çabası içerisinde olacakları biliniyor. Yapılan açıklamalar da bu yönde zaten.
Asrın felaketinin yaşandığı depremde 11 ilimizde taş taş üstünde kalmamış, binlerce bina çökmüş, 10 binlerce insanımız hayatını kaybetmiş, 100 binin üzerinde vatandaşımız da yaralanmış. Depremzede vatandaşlarımız yaşam koşullarının ağır olduğu konteynerlerde hayatlarını sürdürme mücadelesi veriyor.
Gün, acıları dindirme, yaraları sarma, yıkılan şehirleri yeniden ayağa kaldırma, hayatı normale dönüştürme, ülke genelinde şehirleri olası deprem başta olmak üzere doğal afetlere karşı gerekli tedbirleri alma, güçlenerek ve güçlendirerek geleceğe hazırlama günüdür.
10 milyon insanımızın evinden, işinden, işyerinden, malından, huzurundan olduğu, annesini, babasını, eşini, çocuğunu, kardeşini yitirdiği bir zamanda, halkımızın önceliği siyasi çekişmelerin, hesapların ve planların çok çok ötesinde olduğu aşikârdır.
İnsanlarımız açılmış derin yaraları kapanmamış olmasına rağmen hayat mücadelesini bırakmamış, büyük bin metanetle işine gücüne yönelenerek günlük mesaisine başlamıştır. Esnaf dükkânını açarken, işçi fabrikasına, çiftçi tarlasına giderek normalleşme sürecine girmiştir.
Elbette acımız dinmedi; depremzede vatandaşlarımızın yaralarının da hemen iyileşmeyeceğini biliyoruz. Biraz daha zamana ihtiyaç var. El ele tutuşarak, omuz omuza vererek, yardımlaşarak, dayanışma sağlayarak, hep beraber bu zorlu sürecin üstesinden geleceğiz inşallah.
"Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar" atasözünün doğruluğunu şehirlerimizi vuran deprem bir kez daha ispatlamış oldu. Depremzede vatandaşlarımız canlarının parçasını toprağa vermiş, başına karalar bağlamış. Her günü yaslı. Dinmiyor gözlerinden akan yaşlar. Görüyoruz ki bazılarının umurunda değil. Kendi ikballerinin peşinden koşuyorlar, kalabalıkları yara yara. Sevdiklerini söyledikleri kişileri eze eze.
Herkesin bildiğini söylemek gerekirse “Ateş düştüğü yeri yakıyor.”
Eski halimizden eser kalmadı. Hiçbirimiz eskisi gibi değiliz. Acılar içerisindeyiz. Korkuyla yaşıyoruz. O rezidanslardaki lüks dairelerimiz güven-huzur vermiyor artık. Mevcut halimiz şarkı sözlerini hatırlatıyor âdeta: “Sorma ne haldeyim, sorma kederdeyim.” Boynumuz bükülüyor gün ağarınca.
İçimizde açılan bu derin yaraları iyileştirmek ve bir daha bu acıları yaşamamak için artık değişmeliyiz. Titreyip kendimize gelmeliyiz. Bilime yönelmeliyiz, ortak akıla-istişareye önem vermeliyiz. Malum; akıp giden zamanın molası yok. İlacı da tesir etmiyor nedense.
İçimize atıyoruz dertlerimizi. Oysa dert çok! Hangi birisini biriktireceğiz içimizde. Sonra kaldırabilecek gücümüz var mı? Derman olacak kişiyi bulabilmek ise samanlıkta iğne aramak gibi bir şey. Öyle görünüyor ki bu dertleri çözmeye çalışan da yok!
Toplum olarak genelde sorunlarımız karşısında, susmayı, sessiz kalmayı tercih ediyoruz. Bazılarımız bilmeyerek susmuş, içimizdeki bilenleri de birileri susturmuş ne yazık ki!
Yaşadığımız dünyanın hayat yükü öyle bir binmiş ki üzerimize başımızı kaldırıp haykıramıyoruz, sesimizi kimselere duyuramıyoruz.