İslam Dini; insanı muhatap alan, tebliği esas alan, kendisini tebliğle sınırlayan ve konusu insan olan bir değerdir. Faziletli, erdemli, ahlaklı, imanlı insan yetiştirmeyi hedefleyen bir değerdir.
İnsan merkezli bir Dünya’da, bir devlette, konusu insanların huzur ve mutluluğu olan bir dinle arasında bir çatışmanın söz konusu olması mümkün değildir.
Demokrasiyi, hukuku, insan haklarını, evrensel değerleri esas almış bir devletin din ile, özelde de İslamiyet’le ilişkilendirilmesine baktığımız zaman “Hürriyet imanın bir hassasıdır” anlayışını görürüz. “Onların işleri istişare edilir” diyerek şurayı, meclisi çağrıştıran, onun felsefesini ortaya koyan bir din anlayışı, bu günkü çoğulculuğa işaret eder. Hemen arkasından “Allah adaleti emreder” der. Hukukun üstünlüğünü tarif eden bir din anlayışı.
Kur’an-ı Kerim’de toplumsal hayata bakan üçüncü düstur olarak “Emaneti ehline veriniz” diyerek adeta bu günkü yürütmeyi tarif eder. Yasama, yürütme, yargı üçlüsünü kendi içerisinde bir mana olarak ifade den bir din.
Haklar kavramı bağlamında Cenab-ı Allah’ın nazarında hak haktır. Küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük büyük için feda edilemez. Birisinin hatasından başkası mesul olamaz. Bunlar hukukun temel prensipleridir. Yine Kur’an’ da “Bir masumun hayatı ve kanı hatta beşer (insanlık) için bile olsa feda edilemez” anlayışı hakimdir. İnsan hakları evrensel beyannamesinin temelleri anlamında veda hutbesinden bazı kısımlar “Arap’ın Arap olmayana, bir yabancının Arap’a üstünlüğü yoktur. Sizin kanlarınız ve mallarınız mukaddestir. Her birinizin kanı ve malı her birinize haramdır.”
Hadis-i Kutsi’ de der ki;”Ey kullarım, ben nefsime zulmü haram ettim. Onu sizin aranızda da haram kıldım. Öyleyse birbirinize zulmetmeyin.” Elbette bu tür örnekler çoğaltılabilir.
Hukukun üstünlüğünü, adaleti, insan hak ve özgürlüklerini, hürriyeti tavsiye eden, bunları inananlara tebliğ eden bir din ile devlet arasında bir çatışma olamaz.
Laiklik anlamında felsefe ve ideolojilere tarafsız kalan bir devlet “Senin dinin sana, benim dinim bana, dinde zorlama yoktur.” Diyerek esaslarını koyan, dolayısıyla başkalarına zorla kendi inancını kabul ettirmek gibi bir endişesi olmayan ve tebliğ anlamında kendisini sınırlandırmış bir din. Laiklik anlamında bir sürtüşmeyi, din ile zıtlaşmayı, böyle bir laiklik tarifi çerçevesi içerisinde bulmak mümkün değildir.
Sonuç olarak, hepimiz dinimizin doğru bir şekilde öğretilmediğinden muzdaribiz. Bunun acısını toplum olarak her dönemde en derinden hissetmekteyiz. Fakat dinin doğru ve eksiksiz öğretilmesinden de korkmaktayız. Vesselam.