Zamanın en iyi ilâç olduğuna dâir klişe, belki de en çok duyduğumuz sözlerden biridir.
Dertlerimizle boğuşurken, acılarımızın dinmesi için kulağımıza fısıldanan bu cümle, çoğu zaman umudumuzu diri tutmamız için bir dayanak noktası olur.
Fakat zamanın bu şifâcı yönünün yanı sıra, karanlık ve unutturan bir yüzü olduğunu da göz ardı etmemek gerek.
Asıl mesele, zamanın neyi iyileştirip neyi yok ettiğini görebilmektir.
Çünkü zaman, sâdece iyileştirmez; aynı zamanda unutturur, siler ve değiştirir.
Zamanın geçtiği her an, yaşanmış olan duyguların üzerinden bir perde çekilir.
O perdenin arkasında kalanlar, kimi zaman yaşanmışlıkların tatlı anıları olurken, kimi zaman da hayal kırıklıklarının soğuk sûretidir.
Zaman, sevgiyi unutturan, sadâkati aşındıran bir kudrete sâhip olabilir.
Bir dönem yürekten hissedilen aşkların, büyük bağlılıkların zamanla nasıl azaldığını, nasıl küllenip kaybolduğunu görürüz.
Çünkü zaman, kalplerden çıkacak olan duyguları sınar ve onların kalıcılığını belirler.
Geçen her gün, sevginin ne kadar güçlü olduğunu ya da ne kadar zayıf temellere dayandığını gösterir.
Saygı da zamanla sınanan bir başka değerdir. İlk tanışıklıklarda duyulan hayranlık, özen ve karşılıklı saygı, ilişkilerdeki monotonluk ve alışkanlıklar devreye girdikçe yerini sıradanlığa bırakabilir.
Zamanın bu noktada yaptığı, saygıyı değersizleştirmek değil, saygının temellerini sorgulamak ve test etmektir.
Gerçekten inşâ edilmiş bir saygı, zamanla derinleşip olgunlaşırken, yüzeysel olanı erir, kaybolur.
En büyük sınavlardan birini ise vefâ verir.
Bugün insanların birbirine vefâsızlığından, eski dostlukların kalmadığından yakınıyoruz.
Bu, zamanın bir yan etkisi midir yoksa zamanın içinden geçerken yapılan seçimlerin bir sonucu mu?
Vefâ, zamanın acımasızca aşındırdığı en değerli erdemlerden biridir.
İnsanlar, birbirlerine olan borçlarını ve minnettarlıklarını çoğu zaman zamanın akışı içinde unuturlar.
Başta gösterilen ilgi ve sadâkat, zamanla önemini kaybeder ve insanlar daha kolay terk etmeye, daha az bağlı kalmaya meyilli hâle gelirler.
Ancak burada bir paradoks vardır. Zaman, sevgiyi ve vefâyı aşındırıyorsa, o hâlde nasıl olur da bazı insanlar yıllar geçse de ilk günkü gibi sevebilir, aynı sadâkati ve vefâyı gösterebilir?
İşte bu, zamanın kişiliğe ve niyete bağlı olarak farklı etkiler göstermesidir.
Zaman, her şeyi yok eden bir güç değil; aynı zamanda bazı şeyleri derinleştiren, anlamını artıran bir unsurdur.
Eğer bir ilişki gerçek, derin ve samîmiyse, zaman o ilişkiyi yok etmez; tam aksine, köklerini güçlendirir ve besler.
Zamanın etkisi, bireyin bilinçli olarak yaptığı seçimlerle şekillenir.
Vefâ, özveri ve sevgi, zamanın sert rüzgârlarına karşı ancak kişinin çabası ve sadâkatiyle ayakta kalır.
Her sabah yeni bir güne başladığımızda, geçmişin izlerini taşıyan, hatırlamaya ve hatırlatmaya değer bulan bizleriz.
Zamanın iyileştirici olduğu kadar, yok edici olmasının önündeki en büyük engel, insanın hatırlamayı ve sâdık kalmayı seçmesidir.
Sonuç olarak, zaman hem ilâçtır hem de yok edici. O, hem kalp yaralarını sarar hem de sevgiyi, vefâyı silip götürebilir.
Asıl farkı yaratan, zamanın karşısında insanın nerede durduğudur.
Zamanın karanlık etkilerine karşı sevgi ve vefânın siper olabilmesi için, unutmamak ve sâhip çıkmak gerek.
Unutmak bazen iyileştirir; fakat unutmanın dozu kaçarsa, geriye ne hâtıra kalır ne de o hâtıraların sıcaklığı.