Felsefe bilgelik sevgisi, bilgiyi aramak, bilginin peşinde koşmak, anlamaya çalışmaktır. Felsefede ulaşılan bilgi hiçbir zaman nihai değildir. Her yeni bilgi yeni arayışların da kapısıdır.

Filozof; varlık, bilgi ve değer problemleri üzerinden hayatın olağan akışı gereği dikkatini insanların uğraşılarına, beklentilerine, insan ilişkilerine, hayatı kolaylaştırma çabalarına, insanın tabiatla ilişkilerine yöneltir.

Dikkatini derinleştirdikçe ilgisi matematiğe, fiziğe, kimyaya, tıbba, sosyolojiye, zoolojiye kaymaya başlar. Bilimin ilgilendiği birçok alana girmekten ve bu alanların ürettiği bilgileri sorgulamaktan geri durmaz. Doğa felsefesi, fizik felsefesi, din felsefesi, tarih felsefesi gibi felsefe disiplinlerinin varlığı bundan dolayıdır. Etik ve estetik, hayatı anlama çabasında olan filozof için anlama serüveninin iki olmazsa olmaz alanıdır.

Etik, kamu vicdanının sesidir. İnsanca yaşamanın ön şartı ortak yaşamın öncülüdür.

Bilime, teknolojiye giden yolun çeperlerinin temizlenmesi; ulaşılan teknolojik imkânların diğer insanları kırmadan, incitmeden uygulanması etik değerlerin gücü ve etkinliği ile mümkündür. Kaynağı her neresi olursa olsun, etikle (değerlerle) çevrelenmemiş, bezenmemiş diğer felsefi düşünüş ve bilimsel icatlar insanlık tarihinde kontrol edilemez sonuçlara, öngörülemez erozyonlara neden olabilir.

Bugün geldiğimiz noktada hayatı kolaylaştıracağını umduğumuz bilimsel ve teknolojik gelişmeler, etik (değerler) açıdan ne ölçüde insanlığın yararınadır? Savaş sanayiinin sonuna kadar kullandığı bilim ve teknoloji, hangi etik kriterlere uygun, hangi felsefi yaklaşımın ürünüdür? Bırakın insanları, tüm canlıları bir parmak hareketi ile yok edebilecek, dünyayı yaşanmaz hale getirebilecek olan bu gidişatı kim, ne adına kontrol edebilecektir?

İnsanın en önemli özelliklerinden biri birlikte yaşama arzusu ve paylaşıma olan ihtiyacıdır. Bunlar doğumdan itibaren ebeveynlere olan muhtaçlık, ebeveynlerin hassasiyetle koruma-kollama arzusu, müteselsilen akrabalık ve milliyet bağlarının da kuvvetlendirilmesinin zeminidir. İlkel kabile toplumlarında dahi insan ilişkilerini düzenleyen kriterler oluşturulmuş; bu kriterlerin oluşumunda dini değerler kadar ataların tecrübeleri de etkili olmuştur.

Günümüz toplumlarının büyük yaşam alanları, dev metropoller; iletişim ve ulaşım imkânlarının artması ile dünya adeta büyük bir kente dönüşmüş durumdadır. Nüfusu, üretim ve tüketim imkanlarının  dağılımı, kaynakların adil paylaşımı, temel ihtiyaçların eksiksiz karşılanabileceği, hatta konfor alanlarının ve zamanlarının planlanabileceği bir dünya düzeninin kurulması için değerlere ihtiyacımız var demektir. İnsana saygı, hakkaniyet, doğruluk ve dürüstlük, özgürlük, ölçülülük, çevreye ve doğaya karşı duyarlılık bu değerler alanının temelini oluşturur. Bugün dünyadaki bu karmaşa-kargaşa, savaşlar, katliamlar; hatta daha küçük, özel, kişiler arası sorunlar bu değerlerden uzaklaşmakta yatmakta, hatta yeni kaoslara sebebiyet vermektedir.

Hayatı anlamlandırma ve güzelleştirme de üzerinde durulması gereken bir diğer değer ise estetiktir.

İnsanın bizatihi ontolojik varlığının peşine düştüğü güzellik; belki bir tür dinginlik tılsımı olarak tanımlayabiliriz estetiği. Bu tılsım, estetik değerler alanının daha özel ve entelektüel açıdan daha ilgi çekici olan sanat alanında kendini daha fazla hissettirir.

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde de en üst sıralarda olan, maalesef en az ihtiyaç duyulan konudur sanat. Diğer canlıların da çok gereksinim duyduğu ortak ihtiyaçlar ve arzular, hiyerarşide en alt sıradadır zaten.

Hâl böyleyken tuzsuz aşın, tatsız şekerin bünyemizin, fizyolojimizin ihtiyacını karşıladığını bile bile en kısıtlı zamanlarda dahi vazgeçemediğimiz; sevgimizi, nefretimizi ifade ederken yalın ifadeleri tercih etmediğimiz; acımızı, mutluluğumuzu yaşarken bedenimizin ve sesimizin ritmini koyverdiğimiz;  gördüğümüz, yaşadığımız anıları resmederek, yazarak ya da çizerek ifade ettiğimiz şey zihnimizden, kalbimizden geçerek imbik imbik dökülen sanat değil de nedir? Annemizin, sevgilimizin özenerek yaptığı pasta, börek, gelin kızımızın bohçası; işlediği nakış, çiçek, evinin, çadırının döşemesini yaparken narin dokunuşlar, hayvanlarını otlatmaya götüren çobanın çantası, koçun boynuzundaki motif için hangi zenginliğin fantezisi diyebiliriz?

Sanat ve estetik insan olmanın anlamını bulduğu tanımlanabilen özellik, doğuştan itibaren tercihlerimizle şöyle-böyle, az-çok, nitelikli-niteliksiz, güzel-çirkin, her ne düzeyde ve düzlemde olursa olsun yansıttığımız, taşıdığımız tanrısal bir ide, güzelliğe, kusursuzluğa ulaşma arzusudur.

Sanat bir taraftan yaratıcı (yaratma) olma arzusu ile tanrıya yaklaşabilmenin sıcaklığının hissedildiği sanrı, diğer taraftan insanın bohem hâlinin çırpınışıdır. Hayal gücünün sınırlarının sonuna kadar zorlandığı bir düzlemdir.

Sanat alanının sözünü ettiğimiz dinginlik tılsımı, etkisini en çok müzik alanında gösterir kanısındayım.

Uygarlık tarihinin yazıyla başladığı doğrudur. Buna söyleyecek bir sözümüz olamaz. Ama muhtemelen müzik yazıdan önce de vardı.

İlk kabilelerden, hatta “ilkel kabileler”de diyebileceğimiz insan toplulukları; özel günlerinde, korku, eğlence, teşvik, coşku ve inanç ayinleri için o günün şartları ve imkânları ile ses öbekleri oluşturmuşlardır. İşte bu ses öbekleri ilk müzik örnekleridir denilebilir. Bunlar kontrollü, disiplinli, tekrarlanabilir müzik sesleridir. Şimdi bu noktadan hareketle müziğin duygu, düşünce ve imgeleri tek sesli ya da çok sesli olarak anlatma sanatı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. O hâlde müzik, düzenlenmiş seslerden oluşan yapıtların seslendirilmesi sanatıdır. Bu tanımlamada gördüğümüz gibi beynimize gelen yalın ses komutları dışında duygu, düşünce ve eylemlerimizi etkileyen sesin müzik olduğunu ve bu müziğin ilk örneklerini de çok eski çağlara dayandırmış olduk. Dönemine, bilgisine, teknolojik imkânlarına, malzeme stokuna göre seslerin çıkarıldığı materyaller kullanılır. Ayrıca insanın boğaz, ağız kabiliyeti de her dönemde kullanılmıştır.

Peki, müzik için belirli kriterlerden söz edilebilir mi? Olabildiğince geniş kitle ve coğrafyada beğenilmesi için müziğin ne tür kriterleri olabilir? Bunun için elbette genel geçer evrensel tınılar olması önemlidir. Müziğin evrenselliği ortak bir etkileşim dili olmasından gelir. Teşhis ve tespit üzerinden isabetli seslerin çıkartılması ciddi ve disiplinli bir çalışma gerektirir. Sanatsal yeteneğin yanında buna yön verecek bir felsefi yaklaşımın ve açıkça ifade edilmese bile bilimsel kriterinin olması çok önemlidir.

Müziğin birkaç temel özelliğinden bahsedecek olursak; ifade edilmek istenen anlatımın temel ses öbeklerinin (buna kelime diyebiliriz) farklı uzunluklarla belli bir düzende veya anlamlı düzensizlik olarak tekrarlanmasına ritim diyebiliriz. Ritimlerin oluşturduğu birliktelik ve kompozisyon, bir anlam ifade edebilen duygu ve düşünceye sevk etme potansiyeli olan kısım müziğin ezgisi, melodisi olarak ifade edilebilir. Bunlar  birbirinden farklı seslerin benzerlik veya zıtlıkla bir araya getirilen uyumlu bir bütünlük halidir.  Bu ses akışı armoniyle beraber bir yaşam kesitini yansıtır ve adeta bir kitapçığa dönüştürür. Ses çıkartacak her malzemenin farklı ses rengi vardır. Bunlar kulağımız tarafından ayırt edilebilen tınılardır.

Müziğin temel kriterleri tecrübe ve deneylerle belli bir sistematiğe kavuşturulup insanların beğenisine ve hizmetine sunulur. Müzik yapanların hedeflerini ve dinleyicilerin amaçlarını iki temel eksene oturtabiliriz. Müzisyen duygu ve düşüncelerini hatta ideolojisini müziğe yansıtabildiği gibi çiçekler, böcekler, güzellikler de müziğin konusu olabilir.

Coğrafi, kültürel, tarihî, etnik ve dönemsel ögeler, müziklerin oluşmasında etkili olmuştur. Bunlar insanın ortak özellik ve zevklerini taşıdığı ölçüde evrensel müzik kategorisine dâhil edilebilir. Aslında fazla anlam yüklü ve özel hedefler taşıyan müzik “evrensel müzik” ekseninden uzaklaşmış demektir.

Bana kalırsa insan ses ve sözünün olması anlam ve anlamaya müdahaledir. Çoğu şarkılara, türkülere ilham olan şiirlerin, sözün bestelenip tınılarla, enstrümanlarla söylenmesini hangi kategoriye dâhil edebiliriz? Yoğun anlam ifade etmeyen ve eğitimli ses müziğin ritmine daha uygundur.

Tarihte toplumlara yön veren ve belki de geçmişten aldıkları ilhamla binlerce yıllık geleceğe de ışık tutan filozoflar, bilgeler, var olan değerleri yerli yerine oturtarak günün pratik ihtiyaçlarına da çözümler üretmişlerdir. Bunlardan biri de bazı hastalıkların tedavisinde müziğin onarıcı özelliklerinden yararlanılmasıdır. Bu ifade sadece psikolojik rahatsızlıklara indirgenmeden; insan genetiğini kendi iç dinamikleri ile onarmak ve sağlıklı hâle getirmesini de kapsar. İnsan metabolizmasını iyi bilen, insan organlarının ritmini keşfeden bilim insanları tabiattaki, hatta evrendeki hareketleri ve ses tonlarını da keşfetmişse müziğin tınılarının ilk teorik ilkelerine adım atmış demektir.

Sonuç olarak müzik tabiatta var olan veya oluşturulan ses senfonisidir. Yerine göre fısıltı, çağıltı, kırılan, kopan, sızıntı; yerine göre coşku, fırtına, kopan gürültüdür. Müzik hangi yöntem ve enstrümanlarla yapılırsa yapılsın hayatın ayrılmaz bir parçasıdır. İnsanın en temel farklarından birini oluşturur.

MEHMET DÜĞMECİ

MAMAK BELEDİYE BAŞKAN YARDIMCISI