“Geçmişler geleceğe suyun suya benzemesinden daha çok benzerler.” İbn Haldun
Medeniyetlerin yapıtaşlarını oluşturan fikir ve görüşlerin içinde taşınıp muhafaza edilerek iletilip, yayılacağı yegane yapıtaşları kelime ve kavramlardır.Medeniyetlerin oluşumu da, bozulumu da kelimelerde yapılacak düzenleme ve saptırmalarla gerçekleşir.Resulullahın vefatı ile birlikte geride kalan toplumun bütünü imanı, Hz. Ebubekir, Ömer ve Ali gibi anlayanlardan oluşmuyordu.Müslüman gibi göründükleri halde geçmişten elde ettikleri imtiyazı kaybetmenin içten içe acısını yaşayan ve tekrar kaybettiklerini kazanma politikaları izleyen kesim de vardı.Bu kutlu medeniyetin oluşumu fevkalade kansız gerçekleşmesine rağmen kayıplarının acısını göğsünde gizleyerek imanı hazmedemeyen çıkar gruplarının kullanmasına müsait zihni bulanık kimseler de mevcuttu.Resulullah ve Kur-an’ın hayat ve dünya tanımının esasını ahiret endişesi oluştururken, gönlü dünyadan kopmayan ve iktidar nimetlerinden yararlanmanın fırsatını bekleyen kesimleri maksatlarına erdirecek stratejik hamle kavramların kendilerini haklı çıkaracak şekilde dizayn edilmesi ile gerçekleşecekti.Bu alanda İslam toplumu ile iç içe yaşayan Ehl-i Kitab’dan devşirilen fevkalade bir tecrübe vardı.Hz. Ebubekir ve Ömer dönemine kadar Mekke toplumunun yaşam biçimi aktarılırken sokakların, geceleri Kuran tilavetiyle arı kovanı gibi uğuldadığı tasvir edilir.Bu dönemde ashabın bütün meşgalesini Kuran okumak ve anladığını hayata geçirmek oluşturur.Çünkü onlar için Kur’an, tercihini Allahtan tarafa yapanlar için hiçbir şeyin eksik bırakılmadığı apaçık bir hidayet kaynağı idi.Ne zaman İslam toplumu bu mantalitesinden saparak hidayeti kıssalarda, Kuran dışında haberlerde aramaya başladı ise işte o zaman bozulmanın fitili de ateşlenmiş oldu.Bu noktada en ilginç tesbitlerden bir tanesi Hz. Ebubekir ve Ömer döneminde Hadis rivayetleri ve rivayetlerin yazımına izin verilmemesi hatta Hz.Ömer’in Ebu Hureyreyi kırbaçlatması hadisesidir.Bu iki halifenin dönemi Resulullahın çizgisine sıkı sıkıya bağlı olunan dönemdir.Bu dönemden sonra İslamı anlama ve imanı kavrama metodlarında kıssalara, haberlere ve israiliyyata başvurulması artık dünyaperestlerin iktidarı ele geçirmek için İslamı bir araç haline getirmeleri yolunu açmıştır.İslam algısının iktidar anlayışı ile birlikte zikredilmesi Müslümanların gerçekleştirmeyi murad ettiği sistemin parametreleri olan adalet, cihat, şehit, iman, kader, tevekkül,şefaat, peygamber, devlet, halife gibi birçok temel kavramların, muktedirleri meşru kılacak biçimde dizaynına neden olmuştur.
İslam toplumunun kısa denecek bir zaman dilimi içerisinde Mısırın fethi ile Afrikaya, İranın fethiyle de Asyaya yayılması müslümanları güçlü kültürlerle, müntesiplerini bağlayıcı inanç ve ritüellerle yüzleşmesi problemi ile karşı karşıya bırakmıştır.Bu problemlerin çözümü, ilim ehli, hikmet sahibi, islamı yaşayan, ferasetli Müslümanlarla mümkündü.Fakat bu nitelikteki insanların iktidarların kendilerine muhalif olarak gördüğü ve dışladığı kimseler olması tebliğ görevinin daha niteliksiz kesimlere bırakılmasına neden oldu.Yine iktidarlar tehdit olarak gördüğü ilmi ekollere baskı yapmaktan ve gerekirse ilim adamlarını katletmekten imtina etmediler.İslamın genişleyen fütühat alanında islama henüz yeni girmiş insanların sorunları aşkın bir cehdle mücadele eden İslam alimleri tarafından çözülmeye çalışıldı.Ancak bu gayretler adı İslam olan devlet anlayışının seküler bir mahiyet arzetmesine engel olamadı.Bireysel bağlamda aşkın bir gayretle mücadele eden tebliğcilerin açıkladığı hakikatin içeriği, hemen hemen her dönemde muktedirlerin baskılarına, tehditlerine, engellemelerine maruz kaldı.Bu sürecin en önemli sonucu hakikatin ifade edildiği kavramların iktidar sahipleri ve çevrelerince içinin boşaltılarak onların konumlarını emin kılacak tarzda dizayn edilmesi olarak gerçekleşti.Bu bağlamda cebriyenin tanımladığı kader anlayışı mahiyeti itibariyle çok çarpıcıdır.Yine cihat, şehit, hilafetin Kureyş’e ait olması, aşere-i mübeşşere, şefaat,masumiyet kavramları hep dünyevileşen iktidarların meşruiyetini tanzim edecek biçimde tanımlandı.Kavramların taşıdığı gerçek anlamlardan uzaklaşılması islama yeni giren toplumların eski inançlarından kalma ritüellerin islamın içine daha fazla sızmasına neden oldu.İslama girmenin temel şartı bütün ilahları reddetme anlamında kelime-i tevhid iken İslamlaşan toplumlar islamın içine kendi ilahlarını taşıyarak dahil oldular.Yahudi, Hıristiyan ve mecusilerle sağlanan iletişimde Kuran kaynaklı bilgi derinliğinin kaybedilmesi ile onların peygamber, cennet,mucize, miraç, ibadet,şefaat gibi kavramlarına muadil anlamların yüklendiği kavramlar üretildi.İslamı anlama ve yaşama biçimine ilişkin çalışmaların mevcut iktidarlara sıkıntı çıkarmayacak olanları desteklenirken muhalif gözükenler engellenme yoluna gidildi.İslamda devlet ve siyaset anlayışı adaletin gerçekleşeceği, Salih amellerin artacağa, mustazafların korunacağa bir işleve sahip olması gerekirken dünyevileşen devlet mekanizması tam tersi sonuçlar üretti.İslamın, vahyin esaslarını belirleyeceği bir çerçeveye oturması gereken devlet kurumu tam tersi istikamette nasıl inanılacağanı tayin eden, vahyi, islamın temel esaslarını belirleyip yön veren yapı haline dönüştü, kısaca Rableşti.Dikkat edilirse İslam coğrafyasında animizm ve mistik anlayışlardan beslenen, islamın dinamik hayat anlayışını yaşamın içinden çekip çıkararak Müslümanları münzevi bir paydada buluşturan ekoller ciddi bir yer işgal ederler.Bu ekollerin İslam devletlerince hala desteklenip teşvik edilme nedeni hayat alanının iktidar sahiplerine terk edilmesine dayanır.
Anlatmaya çalıştığımız konu için bu sütunların yeterli olmadığı aşikardır.Haftaya inşallah, gözlem ve tesbitlerimizi paylaşmaya devam edeceğiz.