Sanırım 2005 yılları gibiydi.İstanbulda akşam geç vakitlerde bir parka uğradım.Bahçede delikanlının biri, şirin iki adet köpek yavrusuyla ilgileniyordu.Yaklaşıp köpeği okşamaya çalıştım ama köpek, yavru olmasına rağmen gayet haşindi.Köpeğin cinsinin ne olduğunu sorduğumda, 'pitbull' olduğunu söyledi.Özellikleri nedir, ne işe yararlar, ava giderler mi dediğimde; bir süre eveleyip geveledi ve 'Abi işin aslı bunların senin istediğin şekilde hiç bir nitelikleri yok.Bunlar beş yaşından sonra sahibini dahi tanımazlar.Önüne geçeni öldürürler.Kısacası bu cins köpekler katildir.'' dedi.Gerçekten çok şaşırdım.Hayatının en güzel döneminde bir delikanlı katil köpek beslemeye niçin heves ederdi ki?
Uzun süre en alt katı kreş olan bir apartmanda oturdum.Her sabah annelerinin çekiştirip çocuklarının ayak sürüdüğü, annelerin işe geç kalma tedirginliği içinde, çocukların o masum gül gibi yüzlerinin kül rengine döndüğü, zorunlu rıza ile geldikleri modern ailenin yükünü sırtlamaya çalışan kreş kapılarının önünde iç parçalayıcı anlara şahit oldum.
Sıcak bir yaz gününde işyerime arkadaşımın ikizleri geldi.Etrafta bir süre koşturduktan sonra sıkılınca çocuklara ;'' size mado'dan dondurma alayım diyerek örtülü; ''Bizi rahatsız etmeyin de!'' mealinde rüşvet teklif ettiğimi biliyordum.Onların cevabı ise gözlerimde başka bir ilgi alanı arayarak ''Mado dondurmadan artık bıktık'' şeklinde oldu.
Özellikle son iki yüzyıldır, çocuklarımızı olması gerektiği gibi yetiştirememenin sıkıntısını yaşamakta her dönemde farklı bir travma ile yüzleşmekteyiz.Böylece geleceğimiz olan nesillerimizi farklı biçimde yok ediyoruz.Bir dönem okuma yazma bilmeyen kolayca kandırılabilen kişiliklerle, bir dönem heyecanların zirve aklın buhar olduğu ideolojik kamplaşma ile şimdi de değişen yaşam biçimi içerisinde yalnızlığı, ilgisizliği, sevgisizliği iliklerine kadar hisseden, tabiat'dan kopuk sosyalleşme sorunu yaşayan, saçma sapan ruhsuz başarı tanımlamaları arasında ne yapacağını kestiremeyen kuşak yetiştirerek, çocuklarımızı mutsuz, büyükleri karamsar, geleceğimizi heder ediyoruz.
Yine beylik laflarla, sansasyon yaratacak başlıklarla acı bir olayı dramatize ediyoruz.Bir hukuk öğrencisi kopya çekmeye izin vermediği için genç bayan hocasını bıçaklayıp öldürebiliyor.Bir yıl öncede sudan sebeblerle Osmangazi Ünv.'de bir araştırma görevlisi dört tane çalışma arkadaşını öldürdü.Her iki olayda anlık bir öfkeyle yapılabilecek özelliklerden uzak profesyonel cinayetleri hatırlatır nitelikteler.
Peki meselenin özü nedir?Hani, bir türlü oturup sohbet edemediğimiz için dondurma ile kandırmaya çalıştığımız, hayatın yükünü sırtlanma mücadelesinde elinden tutup sürükleyerek hiç bulunmak istemediği yere mahkum ettiğimiz, toyluğunda bir tazıyı değil, golden rose değil, pitpull katil köpek beslemesine ses çıkarmadığımız çocuklar var ya?İşte onlar yaşamın ilk aşamasında yüreklerinde yok edemedikleri kine, büyüyünce esir olup katliam yapıyorlar.Bu kişisel, anlık bir olay olarak değerlendirildiği müddetçe hiç bir zaman çözülemeyecektir.Hani bir söz vardır ya;''Akşam yediğiniz hurmalar, sabah ....nızı tırmalar.'' Bu elde ettiğimiz yaşam (sadece eğitim değil) biçiminin kaçınılmaz sorunudur.Eğer bizden sonraki kuşakları içimize ısınır niteliklere sahip kılmak isityorsak, dönüp yaşam biçimimize göz atmak zorundayız.O alanı düzeltmeden hiç bir şeyi düzeltemeyiz.İnsanlar nasıl yaşarsa öyle öleceği gibi, öyle de devam ederler.Zira buğday ekilen tarladan arpa biçilemez.