İslam medeniyetinin ilke ve sınırları vahiy çerçevesinde tayin edilerek çizilmiştir.Vahiy ve Resulullahın uygulaması, İslam toplumunun yaşama biçimine dair temel tavsiye ve teklifini kabaca şura’ya dayalı hilafet sistemi biçiminde belirler.Bilime ait ilke ve metod ise, İlimde otoritenin Allah olması, aklın kullanılması (yunus 100), bir konu hakkında yeterince araştırma yapılarak alternatiflerin toplanması, en güzel ve yeterli olanının belirlenerek uygulanması esasına dayanır(Zümer 18).İslam inkılabı ile birlikte Resulullahın vefatını müteakib ümmetin ihtilafı en şiddetli olarak iktidarın ele geçirilmesi temelinde siyaset kurumu olan hilafetin tartışılması ile baş göstermiştir.Resulullahın belirlediği ve ümmete bıraktığı yönetim birimi olan Hilafet müessesinin çirkin kavgalar sonucunda ilga edilerek yerini sultanlığa bırakması, muktedirleri kendi konumlarını haklı çıkaracak yorum arayışlarına itmiş ve bu da islamın hak ve adalet eşliğinde tanımladığı bütün kavramların farklı kaygılarla yeniden anlamlandırılması ve deformasyonu ile sonuçlanmıştır.Yönetim biriminin sultanlık olarak tayin edilmesi islamın Hududullah ekseninde adaletin gerçekleştirilmesi, iyiliklerin artırılarak, kötülüklerin azaltılması bağlamında misyon atfettiği devlet anlayışında sapmayı beraberinde getirmiştir.Bu birliktelik devlet erkinin belirginleşen dünyevilik temelinde bir karektere bürünmesi ile sonuçlanmıştır.Böylece islamın insanlığa hediye ettiği ideal idari birim olan Hilafet yüz yıl dahi korunamamıştır.
İslam dünyasında siyasi kurumlardaki erken değişikliğe gidilerek meydana gelen bozulmaya rağmen bilim alanındaki dinamizm yaklaşık beş asır kadar sürmüştür.Vahyin bilime ilişkin teklif, tavsiye ve vazettiği ilkeleri doğru anlayan ilk kuşak Müslüman ilim adamları, tıpta, astronomide, kimyada, matematikte ve hemen hemen ilmin her alanında insanlığı bugüne taşıyacak göz kamaştıran, muhteşem buluşlar gerçekleştirmişlerdir.Günümüz tıp alanında hala kullanıldığı söylenen Ebu’l Kasım Zehravi’nin çizimini yaparak icat ettiği iki yüzü aşkın ameliyat aleti, Ammar’ın ilk katarakt ameliyatını gerçekleştirmesi, ibn’ün Nefis’in küçük kan dolaşımını bulması,Harizmi’nin sıfır rakamını bulup ilk cebir kitabını yazması, Ebu’l Vefanın Trigonemetride Tanjant, Kotenjant, Sekant ve Kosekantı bulması vb çalışmalar günümüzde elde edilen teknoloji ve ilmi inkişafında temelini teşkil etmektedir.
Vahyin insanlığa üflediği ruh ve dinamizm, ilme getirdiği tanım ve çizdiği çerçeve Müslümanların beş asır boyunca devasa ilim adamları ve düşünür yetiştirmelerini izah edecek tek gerekçedir.İslam dünyasının dokuz yüz yıldır kayda değer bir düşünce üretememesi, bilime katkı sunamamasının nedenlerine tarihin bu döneminde olan kırılmanın iyi analiz edilerek aydınlatılması cevab verebilecektir.Tam bu noktada gözden kaçmayan bir gerçek varsa o da;12. Yüzyılla birlikte Batının islamın insanlara sunduğu ilmi disiplini, toplumsal yaşama dair siyasal anlayışı, sorgulayıp anlayarak kendini islamın vazettiği evrensel gerçekler doğrultusunda evirmeye başlamasıdır.Batı bu istikamette ilerlerken, islam dünyasında dinamizmini vahiy mihverinde beş asırdır muhafaza eden ilmi çalışmalar, ilk asırda kaybedilen vahye uygun yönetim biçimini tekrar inşa etmede yetersiz kalmıştır.Medeniyetlere ait dinamizm, medeniyet mantalitesinin her alanda yeknesak olması ile sürdürülebilir.Herhangi bir bölgede başlayan çürüme tabiatıyla diğer alanlara da yayılarak bütün gövdeyi ölüme sürükleyecektir.Hak mihverinde aydınlatan ilmin ihya edemediği siyasal birimler, ister istemez kendi doğrularını dayatarak ilmi ifsad edecek ve yavaş yavaş intihara gidecekti.İslam toplumunun yüzleştiği bu acı sonucu görmesi asırlar sonra gerçekleşecekti.
Günümüzde müslümanların kendi pozisyonlarını sorgularken yapmaları gereken temel şey karşılacakları gerçeği kabul edip etmemeye hazır olup olmadıklarıdır.Sorgulama methodu, hakikatı bütün çıplaklığı ile öğrenmeye hazır olma üzerinden kurgulanamadığı müddetçe katedilecek mesafe yoktur.Kendisine öykünülen bir medeniyetin dip yaptığı dönemde Müslümanların yapacağa şey İbrahim’in, Musa’nın, Yunus’un, Davut’un ve Resulullah’ın çevresindeki muvahhitler ile birlikte yaptıkları mücadele ve gerçekleştirdikleri okuma’dan daha farklı olmayacaktır.Bu bağlamda en büyük engel vahiy ve resullerin mesajlarını anlamakta kirlenen zihinlerimizin zorlanmasıdır.Bu engeli aşmanın çözümünü ise kadim kitabımız, kelime-i tevhid’in özüne yaraşır biçimde tekrarı olarak vermektedir.Biz anlam dünyamızı sentetik malumatlardan arındırarak, tevhidi eksende tanımlamalar yapabilirsek, terminolojimize kattığımız kelimeleri eylemlerimiz ile hayata dahil edebilirsek, bilinmeyenleri ‘bu konuda Allahın muradı nedir?’ diye sorup elde ettiğimiz sonuçları arzularımıza yenik düşmeden sindirecek tevhidi disipline girebilirsek ve son olarak inanırsak, gerçekten inanırsak ‘inananların üstün olduğuna ve üstünlük kurduğuna’…Endişeye mahal yok, vaatlere dair şartlar yerine getirildiğinde zaferin sahibi sonucu önümüze koyacaktır.