Herkese selamlar. Hayatımızın çoğu zamanında yaratılışımızın mekkesi olan kalbimizde hezeyanlar hissederiz ve kaçma ihtiyacı duyarız. Mekkesi sallanan ruhumuzsa haberimiz olmadan çoktan muhacirleşmiştir. Tabi yol uzun düşünce çok aynı zamanda. Lakin bu yolun sonunda yardım etmek için bekleyen ensarlar yok artık...

Kimsenin kimseyi dinlemediği bir çağın durmuş olan kalbinde yaşıyoruz. Kulaklar tıkalı, dil ise daima kendini anlatma ve kendinden bahsetme gayretinde. Üstad ,birbirinizin kalbine iyi gelin, demiş. Bizlerse iyi gelmeyi geçtim, hiç gelmez olduk. Kişi şu dünyanın servet-i âlâ'sına da sahip olsa, iki çift gözün derinliğinde anlaşılmaya muhtaçtır. Tek sözüyle birçok şeyi de değiştirebilse, daima gönlünü saydamca görebilen bir lisanın varlık ihtiyacına tâbidir. İnsanın ruhu gökyüzüne, yüreği ise buluta benzer. Ruh, kalbi sînesinde barındırır. Oldu da bu bulut fazlaca yüklenirse damlalar halinde dökülmeye başlar ve yok olur. Lakin iki bulut biraraya gelip de birleşirse şimşek çakar ve tüm sema bir anlığına da olsa aydınlanır. O bir an bile, anlaşıldığını hissetmiş kişi için o kadar kıymetlidir ki ateş halinde toprağa düşme ihtimali bile yine bir araya gelme gayretini yok edemez.
Demem o ki kalplere gelmeli, geldi mi iyi gelmeli, kanayan yara sarılmalı, yeri gelince birlikte bürünmeli süküta...
Dünya kötü bir yer, sığınakların güvenilirliği ise şaibeli. İçe oturmuş olan derdi yerinden kaldırıp gönlümüzü genişletecek, gül bahçeleri açtıracak, o gülleri yeri geldi mi gözyaşları ile sulayabilecek ince üsluplular lazım her birimizin ahiret heybesindeki azığına.
Rabbim sizleri ahiret heybesini sırtında değil de sînesinde muhafaza eden güzel insanlara karşılaştırsın. Sırtta taşınana yük, sînede taşınana ise vuslat denir çünkü...