Samuel Huntington’un , uluslar arası ittifak veya ihtilafların temelinde belirleyici unsurun medeniyetlerin olduğunu söylemesinin üzerinden yirmi yılı aşkın bir süre geçti.Bu tez, seküler tabanlı batı medeniyeti için yeni gibi gözükse de aslında insanlık tarihi boyunca mevcut olan ve başat tarih yapıcı niteliği aktif olan bir realite idi.
Tarihe kabaca bakış açımız dahi, bize, tarih içindeki bütün kırılma noktalarının farklı medeniyetlerin çatışması sonucu oluştuğunu gösterir.Medeniyetler, toplumların kendi yaşam döngüleri içerisinde gerçekleştirdikleri sorgu ve tecrübeler sonucu belirledikleri inanç ve fikirleri hayatı belirleyici kriterler şekline sokarak oluşturdukları yaşam biçimidir.Bu bağlamda insanların kendini tanımlayacakları kimliği de, ait oldukları medeniyet tayin eder.
Geçtiğimiz yüzyıl içerisinde Osmanlı’nın ağır bir yenilgi ile ortadan kaldırılması İslam medeniyetine büyük bir darbe vurarak Müslüman coğrafyayı Batı medeniyetinin sömürge alanları haline getirdi.İslam coğrafyasında yaşayan insanların yer altı ve yerüstü kaynakları hiçbir ahlaki kriter tanımaksızın sömürüldüğü gibi bu medeniyetin müntesiplerine, kendi kimliklerini, kendi tanıma hakları bile verilmedi.Batı açısından bu muhteşem zafer, Müslümanlara aşağılanmış, hor görülüp hiçe sayılmış ezik bir kimlik sahibi olmayı icbar etti.Batı, bu sürecin, amansız rövanşının olacağanı ve istemediği sonuçlar üreteceğini göz önünde bulundurarak kurduğu kurt kapanının kilidini elinde tutmaya büyük özen gösterdi.İslam devletlerinin sınırlarının tayininde, yönetim biçimlerinin belirlenmesinde, sömürüye açık ve kimliksizleştirme politikalarını esas alarak hareket etti.On beş asırdır tarih yapan, medeniyet oluşturan bir inancın müntesiplerini dönüştürüp hiçleştirecek politikalar üreten tiranlar bulmakta zorlanmadı.Kendi medeniyetine dair ferdin esas alınarak gelinen noktadaki yozlaşmayı yaşatmak, konformist anlayışı ödün vermeden sürdürmek, kendi menfaatlerinden taviz vermemek için oluşturduğu cancanlı yalanlarla dayattığı ikiyüzlü, sinsi politikalardan hiç vazgeçmedi. İşte bugün Suriye meselesinde gördüğümüz, akıl erdirmekte zorlandığımız, işin özünde tesbiti gereken nokta, bu medeniyet anlayışıyla üretilen politikaların devamından başka bir şey değildir.İki asırdır yürütülen batılılaşma politikaları ülkemizin modernizasyonunda büyük rol aldığı gibi, insanımızın düşünce biçiminde ve kimlik tanımında ciddi tahribatlara yol açmıştır.Bin beş yüz yıldır küfrün tek millet olduğunu, yalan ve ikiyüzlülüğe dayanan niteliklerinin kulakta küpe olmasını öğütleyen vahyin çocukları, kendileri olamadığı için daha yüz yıl önce aldığı ağır yenilginin sahiplerinin ittifakına akıl erdirememektedir.Esas, yapılmak istenen temel hedefin üstünü perdelemek maksadıyla oluşturulan köreltme politikaları kendi içimizde karşılık bulabilmekte ve kendi yaşadığı toprak ve topluma ihanet şeklinde nitelendirilebilecek eylem ve duruşlar sergilenebilmektedir.Bu süreç, süregelen yaşam biçimimizin dönüştürdüğü, kendini sahibi olduğumuz medeniyetimize mensub hissetmeyen kayda değer bir kesimin varlığı na kadar uzanabilmektedir.
Tarihin oluşumunu belirleyen tek unsur güç olmayıp bir de zamanın sahibinin müdahalesi vardır.Bu müdahaleyi ancak, kendi mensubiyetlerini teşhis ederek, kimliklerini dosdoğru bir biçimde ortaya koyabilenler görüp okuyabilir.Bulunması gereken yerde durup olaylara bakanların gördüğü bir gerçek varsa, O da; Birinci Dünya Savaşından beri geçen süreç içerisinde sıkı denetime rağmen batının İslam coğrafyasının boynunda tuttuğu ipin gevşemesi, söylediği ninnilerin eskimesi, uydurduğu yalanların geçerliliğini yitirmesi ve nihayetinde batı medeniyetinin dinlenecek sadra şifa çözümlerinin kalmadığının ortaya çıkmasıdır.İnsanlık tarihinde hiçbir medeniyetin ihtiyaç duyup, icat edemediği sömürü biçimlerini yaratmakta zorlanmayan Batı, yaptığı durum tesbitinde ipin elinden kaymakta olduğunu görüp, henüz manevra yeteneği varken şer ittifakı ile bir hamle daha yaparak Müslüman coğrafyanın boynuna taktığı ipin ucunu bir süre daha elinde tutmak istemektedir.Bu bağlamda batının kullandığı orijinal hiçbir enstrüman yoktur.Osmanlıyı yıkarken kullandığı ulusalcılık hareketi ve sonuçlarını, yalan vaatlerle kullanmak için kandırarak hareketlendirdiği feraset yoksunu etnisiteyi, terörü, mezhep anlayışları arasına sokulan nifakı, önce fiilen öldürüp arkasından yaptığı eylemleri kınayan ikiyüzlü diplomasi anlayışını bütün canlılığıyla sahaya sürmüştür.Bu ortamda çekilen fotoğraf ise yüzyıl öncekinden farklı değildir.Kadim medeniyetimizin devamı için canlarını vermekten imtina etmeyen, özünü yüreğinde muhafaza etmiş Asımın nesli, imanın olduğu yerde imkanın tükenmeyeceğini korkusuzca haykırırken, Haluk saf değiştirdiği mabedinde çan çalmaya devam etmektedir.Asım yüzyıl önce Abdülhamide bombalı tuzak kurarak patlatanların bugün aynı kişiler olduğu basiretine sahipken, Haluk savaş karşıtlığı pozları ile göz boyayanların değirmenine su taşımaktadır.