Quiet Quitting, Türkçeye çevrilmiş hali ile Sessiz İstifa, çalışanların mevcut rolleri içerisinde kalan görevlerini kişisel sınırlarının dışına çıkmadan, iş tanımının ve mesai saatlerinin dışında ilave efor sarf etmeden, verilen görevleri yerine getirip fazladan iş almama düşüncesidir. İşten istifa anlamına gelmemekte olup iş tanımı dışındaki tüm sorumlulukları reddetmektir.
Sessiz istifa kavramı pandemi etkisiyle sektör değiştirmek zorunda kalan çalışanların ve halihazırda çalışanların mevcut işlerine aidiyet duygusu hissedememeleri, öncesinde olduğu gibi kariyerlerini düşünmek için gerekli vakti ayıramamaları, iş -yaşam dengelerinin bozulması gibi olumsuz durumlar karşısında hoşnutsuzluklarını giderememeleri kaynaklı ortaya çıkmıştır.
Pandemi ile iş hayatına hızlı bir şekilde giriş yapan evden çalışmak kavramı iş yerinin dinamiklerini değiştirdi. Çalışanlar zoom, webex vb. uygulamalardaki online toplantılar ile ofiste olduklarından daha farklı iletişim kurmaya başladılar. Toplantıların artık daha resmi ve planlı olmaya başlamasıyla doğaçlamanın gücünün azalması, belirli bir dakika içerisinde işlerin halledilmesi zorunluluğu gibi durumlar çalışanlar arasındaki iletişimde kopuklukları beraberinde getirdi.
Washington DC merkezli bir analitik ve danışmanlık şirketi olan Gallup’un 2021 yılında 116 ülkeden 160 bin kişi üzerinde yaptığı bir araştırmaya göre, ülkelerin yarısından fazlasında stresin arttığını çalışanların sadece %36’sının işleriyle alakalı bir meşguliyete sahip olduklarını, dışında kalanların son 15 yılda hiç olmadıkları kadar üzgün, stresli ve endişeli oldukları sonuçlarını ortaya koymuştur. Pandemi ile beraber çalışanların daha çok çalışıp daha az para kazanmaya başlamaları, milyonların işsiz kalmış olması ve bu süreçte gelir dağılımı adaletsizliğinin son yılların top noktasına çıkması gündem olan kavramın ortaya çıkış sebepleri arasında sayılabilir. Bunun yanında ulusal istihdam raporları yayınlayan ADP Araştırma Enstitüsünün de çalışanlar üzerinde yaptığı bir araştırmaya göre iş hayatının artık daha çok insanın kişisel vaktini aldığını bunun yanında ücretsiz mesai kaydının arttığını ortaya koyan sonuçları quiet quitting kavramının çıkışına ön ayak olan başka sebeplerdir.
Çalışma hayatına yeni başlayan bireyler bir önceki jenerasyonların aksine, kendilerini işleri ile tanımlayabilecek motivasyona ve inanca sahip olamamaktadırlar. Bu tarz düşüncelere sahip bireyler, işin esasında maddi getirisinden daha çok iş-özel hayat dengesi ve çalışma ortamındaki davranış biçimlerini kendileri için bir kriter saymaktadırlar. Deloitte Global’in yapmış olduğu bir çalışmada Z jenerasyonunun yüzde 46’sının kendilerini toksik iş kültürleri altında tükenmiş hissettiklerini geri kalan %54’ününde işten ayrılma nedeni olarak işte yaşanan baskıları öne sürmüşlerdir.
Son zamanlarda popüler görüşün aksine yıllardır süre gelen bir ifade olan Hustle kültürü ise ne kadar çok emek harcarsanız o kadar değerli olduğunuzu ve meşgul olmanın her zaman daha iyiye eşit olduğunu öne sürmektedir. Sürekli meşguliyetin her zaman daha fazla maddi gelire, prestije ve yüksek benliğe yol açtığına inanılmaktadır. Hustle yani koşuşturma kültürüne göre aşırı çalışmak bireyler için bir onur rozeti olarak adlandırılırken konuda çalışmaları ile ünlü klinik psikolog Nicole Cammack ‘e göre; “Çevrenizde bulunan herkesle aynı seviyede koşmak istemediğinizde korku, suçluluk ve utanç duyguları gelişmektedir. Bu tarz insani duygular içinde bulunulan ortama yabancılaşmayı, takım oyuncusu olamamak gibi problemleri beraberinde getirmektedir”.
‘’ Uyku zayıflar içindir’’ ve ‘’9/5 değil 7/24 ‘’gibi ifadeler ile 90’lar ve 2000’li yılların başında oldukça yaygın bir görüş olan Hustle Kültürü; Zuckerberg, Steve Jobs ve Elon Musk gibi başarılı adledilen kişilerin hayat hikayeleri ile başarının anahtarının ne kadar çok çalışırsak o kadar başarılı ve prestij sahibi olacağımızı topluma kanalize etmiştir. Geçmişte görece emeğin maddi ve manevi karşılığının alınabildiği zamanlarda çok çalışmayı yaygınlaştıran görüş arkasında durduğu mottolarının finansal rahatlık ve aile refahı ile süsleneceğini öne sürüyordu.
Günümüzde değişen sosyo- ekonomik koşullardan ötürü gençliğin daha büyük hedeflere, hayallere ve finansal özgürlüğe erişmek için feda edildiği, yaşanılan kötü deneyimlerin birer dersten öte gereklilik olarak görülmesi bireylerin hem iş hem de özel yaşamını negatif etkilemektedir. Bu tarz kötü deneyimlerin devamında tükenmişlik, zihinsel ve bedensel yorgunluk hali gibi günümüz hastalıkları beliriyor. Peki Hustle kültürünün üyesi olup olmadığınızı nasıl anlayabilirsiniz. Eğer uzun saatler çalışıyor, hafta sonlarında bile iş ile alakalı vakit harcadığınızı ve bunları yaparken dinlenmenin birer zaman kaybı olduğunu düşünüyorsanız hustle kültürü içerisinde birer çalışansınızdır. Profesyonel iş hayatınızda Hustle Kültürüne karşı nasıl önlemler alabilirsiniz. Özel yaşam ve iş yaşamı sınırlarını net çizgilerle çizmelisiniz. Bunun yanında iş hayatınızdaki başarıyı daha çok maaş, terfi veya alkış yerine kendinizi daha başarılı hissettiğiniz durumlar ile özdeşleştirin ve kendi değerinizi kendiniz belirleyin. Bu ve benzeri özelleştirmeler ile kendinizi daha safe zone’da hissederken iş ve sosyal hayatı birbirinden ayırabilme kabiliyetine sahip olabileceksiniz.
Pandemi ile hayatımıza girmiş olan quiet quitting kavramı belki de mevcut daha yaygın olan hustle kültürünün aksine görüşler içerdiğinden, çok kısa bir zamanda gündemde bu kadar hızlı yer edindi. Sessiz istifa kavramı çalışanlar ve işverenler arasındaki ilişkinin tekrar gözden geçirilmesi, akabinde yeni iş yapış şekillerinin ortaya çıkması ve genel kabul gören başarı kriterlerinin yeniden değerlendirilmesine sebebiyet verecektir. Bu sebeple sürekli gelişen ve değişen iş hayatında yeni kavramların mevcut yapıları etkileyebilecek olması hususu göz ardı edilmemelidir.