Tarihi kültürel bir mirasın yanına bırakılan çöpler şayet dile gelseydi; mukaddes bir geçmiş karşısında utancından yerin yedi kat dibine girdiğini itiraf etmekten asla kaçınmazdı. Sinop Meydankapı mahallesinde, Saray Cami karşısında bulunan Saray Çeşmesi; ‘’Bu çeşmenin yaptıranı ve yapım tarihi belli değildir. Saray Cami’nin kuzeyinde birbiriyle bitişik iki çeşme yer almaktadır. Cephesi güneyde olup, silmeli bir çerçeve ile çevrelenmektedir. Kesme taşlarla kaplanmış, yüzeyde yan yana iki sivri kemer bulunmaktadır. Sağ ortasında tas koymak için oyuk rafı vardır. Önünde kurma ve korkuluk tasları yer alır. Valilikçe 1989 yılında onarılmıştır’’ diye üzerinde yazılı olan çeşmenin hemen yanı başında çöp kovaları bulunmaktadır. Zarûriyeten yığılan çöpler oldukça manidar bir durumu ortaya koymaktadır.
Oradan her geçişimde, defaâtle ve esefle kınadığım bu çirkin sahne hakkında kimsenin bu feci duruma dair hiçbir fikrinin olmaması, tarihsel değerlerini baha biçilmez olarak benimseyen kimseler tarafından oldukça üzücüdür. Bu topraklarda sanat ve kültür açısından bitmez tükenmez bir hazineye sahip olduğumuzun farkındalığını kazandırmak, buna dair çeşitli etkinlikler düzenlemek hatırı sayılır ölçüde kazanım sağlayacaktır. Şimdi veya sonrası için mevzu bahis duruma dair kolunu kımıldatmayanların maruz kaldıkları bu eleştiriyi üstlerine almamaları veya bu yazımı baş belası bulmaları açıkçası bayatlamış espri kadar komik bir durumdur. Kendini benimle bağdaştıran her okurla, bu makalemdeki fikriyatıma vereceği tepkisi hususunda ortak payede buluşacağıma inanıyorum. ‘’Tarihine sahip çıkmak’’ bir milletin geçmişine, kültürel mirasına ve değerlerine saygı gösterip onları koruma ve gelecek nesillere aktarma çabasında olunması mecburiyet gerektiriyor. Tarihi olayları ve kişileri unutmamak ve onlardan ders almak, elbette bu; milli kimliğimizi canlı tutabilmemiz anlamını ifade etmektedir.
Eserlerimizin korunması, kültürel mirasın devamı, geçmişimiz hakkında bilgimizin taze kalması, turizm ve ekonominin gelişmesi, toplumun kimliğini ve birliğini pekiştirmesi, geçmişteki sanat ve mimarın geleceğe ilham olması gibi önemli etmenler bizi oldukça ilgilendiriyor. Asil bir geçmişe sahip olan Şehr-i Sinop’ta artık umulmaz bir hassasiyet uyandırma zamanın geldiğini ve şehrin kabuklaşmış yapısından çıkmasını ve bu memleket adına yapılması lüzumlu yeniliklerin her açıdan bütünsel değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ayrıca belirtmek isterim ki Sinop’ta yapılan bazı tarihi eserlerin restorasyonu hakkıyla yapılmamaktadır. Tarihi yapıların yenilenmesinde; ön inceleme ve belgeleme, rölöve projesi, restitüsyon (eserin orijinal haline yakın halde yapılması) ki, Sinop kalesi buna küçük bir örnek teşkil etmektedir. Malzeme seçimi, güçlendirme, onarım, son olarak koruma ve de bir de tanzifatının düzenli olarak gerçekleştirme meselesi vardır.
Depo olarak kullanılan tarihi yerlerinse bakımının yapılıp derhal turizme katkı sağlaması icap eder. Şehrin gelişmesinden memnun olmayanların rahatlarının batacağı etkin gelişmelere hep ittirici veya taktiksel yaklaşımları; Avrupai modern görüntü maskesiyle şehrin tekâmülüne engel olmak yerine bu konuda derin bir eyleme geçmek daha gerçekçidir. İkamet etmiş olduğumuz beldeye görüntü veya tayfta değil, hakikatte yardımcı olmalıyız.
Bin yıldan fazla bir geçmişe sahip bir medeniyetin mirasçıları olduğumuzu, ara ara hatırlamamız gerektiği kanaatindeyim. Kendini Türk olarak gören veya tanımlayan her ruh bu duyarlılık içindedir.
Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan, Türkçenin değişik lehçelerini konuşan ve bu soydan olan her Türk yaratılışı gereği son derece sağlam karakterli olması ve mizacının hakkını vermesi, gittiği her yere eşsiz ve kültürel bir medeniyet inşa etmesi ve kendi tarihi bilincini her dem yenilemesi harfi harfine şaşmaz bir şeniyettir.
Bize ait eserlerimizin etrafına çerçöp yığarak tarihi şuur oluşturamayız. Ancak bu gidişat; çalı çırpısı, zirzibilden dizme, derme çatma, hayatı zar zor idame ettirecek kadar bir anlayışın kurumuna göz yummuş olur, bununla birlikte gelecek nesilleri daha da karanlık kör bir kuyuya kapatmış olmanın vicdani boyutunu düşünmek dahi istemeyiz.
Editör-Derya Sabuncu