Ülkemiz,  içeride ve dışarıda yaşanan sorunlarla geçmişte olduğu gibi günümüzde de karşılaşmaktadır. Sorunlar üst üste gelmekte, mevcut olan sorun çözüme kavuşmadan bir diğeri baş göstermektedir.

Yakın tarihimize baktığımızda bu sorunların Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşundan önce de var olduğunu, bazılarının başlangıcının Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras kaldığını görmek mümkündür.

 Buna en çarpıcı misal olarak Osmanlının bünyesinde bulunan farklı milli kimliğe sahip toplumların milliyetçilik akımının etkisiyle ortaya çıkardıkları bağımsızlık mücadeleleri ve toprak taleplerini gösterebiliriz. Osmanlı’dan miras kalan problemlerin yanında cumhuriyet döneminde de yeni iç ve dış meseleler boy göstermiştir.

1984’te başlayan PKK terör örgütünün ulusal güvenliğimize yönelik saldırıları, Kıbrıs sorunu, Yunanistan ile devam etmekte olan Ege Denizi’ndeki kıta sahanlığı ve adalar meselesi, Balkanlarda ve Avrupa’nın bazı ülkelerinde yaşayan Türklere yönelik tutum ve saldırılar, ülkemiz topraklarının dışında Osmanlıdan kalan tarihi ve kültürel mirasa yönelik tahribatlar, Kürt sorunu gibi birçok mesele ülkemizin önünde çözüm bekleyen problemler olarak durmaktadır. Ayrıca Sözde Ermeni soykırımı safsatası Osmanlı’dan kalan bir problem olmasının yanında günümüzün de önemli bir meselesi olma özelliğine sahiptir.

 Ülkemizin yaşadığı bu sorunların temelinde geçmişi ile bağını koparması gerçeği yatmaktadır. Geçmişimizi yok sayıp günümüzdeki gelişmeleri takip ederek muasır medeniyetler düzeyine ulaşacağımızı düşündük. Geçmişle bağımızı kopardığımızda mevcut problemlerin çözüme kavuşacağı tezini kabul ederek bu tezi hem içeride hem de dışarıdaki politikalarımıza yansıttık.

Bu tez doğrultusunda Balkanlar, Afrika ve Asya’da ecdadımızdan kalan dini, tarihi ve kültürel bağımızı kopararak bu toprakların adeta yabancısı olduk. Dini gericilik olarak kabul ettik. Batıya yüzümüzü çevirip yıllarca kardeşçe yaşadığımız toplumlarla aramıza aşılmaz duvarlar ördük. Ekonomik ilişki bile kurmaktan kaçındık, bu bölgedeki yer altı ve yer üstü zenginliklerini emperyalist güçlerin tekeline bıraktık. Oysa bu acı gerçeği göremedik. Bizimle geçmişte bağı bulunan toplumlar ülkemizin bu tutumuna binaen Batılı ülkelerle ilişki kurma gayreti içerisine girdiler.

Batılı güçler bu fırsatı iyi değerlendirip okyanus ötesinden gelerek bu bölgelerin zenginliklerine ulaştılar. Batılı devletler bu zenginlikleri sömürmekle kalmayıp kanını emdikleri topraklara nifak tohumu ekmeyi de ihmal etmediler. Gayeleri ise bölge toplumlarını iç çekişmelerle meşgul edip kolaylıkla sömürge faaliyetlerini sürdürmekti. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise bu gerçekleri çok geç fark etti. Artık kırk haramiler bu bölgelerde çoktan köklü sorunlarının temellerini atmıştı.

Bütün bu olumsuz tablolara rağmen geç kalınmış sayılmaz. Koparmış olduğumuz geçmişten gelen bağların yeniden ivedilikle kurulması gerekmektedir.

Ülkemizin ve tarihte ortak kaderimizin bulunduğu toplumların çözüm bekleyen bunca sorunlarının yanında dünya konjönktürünün her geçen gün hızlı bir şekilde değiştiği gerçeğini de düşündüğümüzde devletlerin ayakta kalmasının büyük bir mücadele gerektirdiğini görmek mümkündür.  Hem siyasi hem ekonomik hem teknolojik hem de askeri sahalarda bu büyük mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdürmeye ihtiyaç duyulmaktadır.

 Bu mücadeleyi Türkiye’nin tek başına vermesi ve bu mücadelede  başarılı olması mümkün değildir. Bunun için Balkanlar, Afrika ve Asya’daki toplumlarla ilişkiler yeniden kurulmalı ve bölgedeki sorunlar el birliği ile çözüme kavuşturulmalıdır.

Bölgenin ve ülkemizin sorunlarının çözüme kavuşabilmesi için geçmişimizi yok saymak çözüm teşkil etmemektedir. Bölgemizdeki devletlerle atmış olduğumuz köprülerin yeniden kurulmasının yanında geçmişteki zengin kültürümüz ile günümüzde ortaya çıkan gelişmeleri analiz ederek içerisinde bize ait değerleri de barındıran bir senteze ihtiyaç vardır. 

Durmuş Çelikten

DURMUŞ ÇELİKTEN

[email protected]

https://www.facebook.com/durmus.celikten