Şehrimizin Tersane mevkiinde uzun yıllar hizmet veren Ali’nin Yeri, Ali’nin Arkası, Dam gibi isimlerle de bilinen işletmeyi bir çoğunuz bilirsiniz veya duymuşsunuzdur.
Ben bu gün bu işletme ile ilgili bazı güzellikleri, buraya gelen müşterilerin özelliklerini , eğlentilerini, dramlarını siz değerli okurlarımla burada kısada olsa paylaşmak istiyorum.
Bu işletme Tersane muhitinde Migros Alışveriş Mağazasının sırasında, Mehmet Taban Fırın’ının karşısındaki dükkanda faaliyet gösteriyordu. Burası bir dükkan ikiye bölünmüş durumda olup, caddeye bakan kısmı tekel bayii, arka kısmı da içkili lokanta olarak kullanılıyordu.
Evet Ali’nin arkası veya Dam olarak isimlendirilen bu lokanta da yemek bulunmaz, ücreti karşılığında Ekmek, helva, peynir, turşu ve içki verilirdi. Bunun yanında catal, bıçak kaşık takımları da demirbaş listesinde bulunurdu. Bu nedenle buraya gelenler mezelerini dışarıdan temin etmek durumunda kalırlardı. Burada her akşam cümbüş, kaval, bağlama, darbuka, çalınır, şarkılar, türküler ortalığı çınlatırdı. Bu işletmeye Sinop’tan her kesimden zengin fakir insanlar gelir, burada gönüllerince eğlenirlerdi. Ali’nin arkası, namı değer dam da yediğinin, içtiğinin parası ödenirken, ayrıca da mekan parası alınmazdı. Buradaki samimi ortam, ucuz fiyat, bedava müzik sayesinde Ali’nin yeri, Dam uzun yıllar Sinop halkına hizmet vermiştir.
Ben bugün bu işletmenin müdavimlerinden olan bir kişinin başına gelen, beni de çok korkutan bir olayı bura da sizlerle paylaşmak istiyorum. Ben bazı günlerin sabahında erken saatlerde tersane çarşısına gidip, burada deniz sahilinde dolaşmayı kendime alışkanlık haline getirmiştim. Bu alışkanlığım bu COVİD -19 mikrobu nedeniyle biraz aksasa da, elimizden geldiğince bize ayrılan izin süresince yine yapmaya çalışıyorum.
Bundan yaklaşık 40 yıl önce yine bir sabah’in erken saatlerinde Tersane çarsısında gezdiğim bir sırada, yukarıda değindiğim Ali’nin arkası, diğer adıyla da Dam’ın cadde kenarında bulunan çöp bidon’unun içinde iki ayakları iki yana açılmış, baş tarafı da çöp bidon’unun içinde bir adam gözüme ilişti. Çöp bidonunun içindeki bu adamın dışarıda bulunan ayaklarının hiç kımıldamaması beni gerçektende çok korkutmuştu. Yavaşladım, kısa ve ürkek adımlarla bidona yaklaşmaya çalıştım. Bidona yaklaştığımda da ne göreyim. Sinop’lunun Dağuli ismiyle bildiği ayakkabı boyacısı, davulcudan başkası değildi. Sordum; Dağuli kardeşim bu çöp bidonunda bu vaziyette sen ne arıyorsun? Beni çok korkuttun.
Ben seni uzaktan başın bidonun içinde, ayaklarını da yukarıda görünce, herhalde bir kişiyi öldürmüşler çöp bidonunun içine atmışlar sandım.. Bidondan çıkan Dağuli bana , ah kardeşim sen benim derdimi bilmiyorsun? Yok bilmiyorum anlatta öğrenelim dedim. Dağuli bana o titrek konuşmalarıyla şunları anlattı. “Ben Amerikan Radarında ayakkabı boyacılığı yapıyorum. Sabahleyin Servis arabasıyla Radara gittim.
Ancak içeri giriş pasomu cebimde bulamadığım için beni içeri almadılar. Bende hemen şehre inip pasomu bulma telaşına düştüm. Önce Dam’ın sahibi Ali Bilgilinin evine gittim. Çaldım kapıyı Ali Abi çıktı. Ona durumu anlattım, pasomu akşam Dam’da düşürmüş olabileceğimi kendisine söyledim. Oda bana ben paso filan görmedim, gece lokantanın her tarafını sildim, süpürdüm, buradan çıkan çöpleri de dışarıdaki çöp bidonunun içine attım diyince ben hiç oyalanmadan hemen bu çöp bidonuna geldim. İşte ben burada bidonun içindeki çöpler arasında pasomu arıyordum” dedi.
Bende bidonu yere yıkıp ta pasonu arasaydın daha iyi olmazmıy dı dediğimde de, kardeşim bende akılmı kaldı da bidonun altını üstünü düşüneyim. Aceleyle baştan aşağı daldım bidona dedi. Ben yanından ayrıldığımda Dağuli pasosunu hala bulamamıştı. Benden sonra inşallah bulmuştur bilmiyorum. O günlerde Dağuli radarda olmadığında Amerikalı Askerlerin postalları haliyle bakımsız kalacaktı. Onunda telaşını maruz görmek gerekiyordu .