İnsanı, yaratılanlar içerisinde diğerlerinden farklı/üstün kılan niteliği düşünebilme melekesine sahip olmasıdır.Nitekim, kadim kitabımızda Ademin yaratılışına ait süreç aktarılırken, diğer varlıkların onun üstünlüğünü kabul etmesi, eşyayı ismi ile birlikte zikretmesi ile başlar.İsimlendirme, insanın etrafında olan her şeyin önceden tayin edilmiş kodunu, hıfzetmek/ezberlemek şeklinde anlaşılmamalıdır.Belki isimlendirme, insanın eşya ve eylemleri görüp tanıyabildiği, bilip anlayabildiği ölçüde şifrelendirmesidir.
İnsanın yaşayan bir canlı iken çevresine üstün olacak şekilde dizayn edilmesi, yani insan haline gelmesi,ona isimlendirme yeteneğinin bahşedilmesi ile başlar.Burada kelimeye ait süreceğemiz iz, bizi düşünmeye ve düşünmenin unsurlarına götürür.İnsan kelimelerle ölçer, biçer, tartar bir karara varır.Kelimelerle düşünür, kelimeler ile sorgular, birikimlerini bir sonraki kuşağa muhteşem bir miras formunda kelimeler ile aktarır. Eğer düşünmek bir motor ise, kelime, motoru işlevini yerine getirmek için tetikleyen ateş, besleyen yakıtdır.Bu bağlamda bakıldığında kelime, eşyayı ve eylemleri içine alan sanal anlam kalıplarıdır.Eğer ‘Düşünme/akletme nedir ve nasıl gerçekleşir?’ sorusuna cevap arıyorsak, kelimenin bir suret ve bizi taşıyacağı menzil eşya ve eylemlerin güzergahıdır.Bu noktada düşünme/akletme eylemini gerçekleştirmemiz için eşyaya karşı farkındalıklarımızın bizi sürüklediği ilgimiz, olaylara karşı iç Saiklerimiz ve dış etkileşimlerimizin bizi kayıtsız bırakmadığı sorumluluklarımız sözkonusudur.Buradaki ilgi ve sorumluluk iç dünyamızda şevk ve sancı şeklinde açığa çıkar.Bu bizi, düşünmeyi/akletmeyi tahrik eden bir sürece iter.Görüldüğü üzere burada anlamamız gereken nokta sağlıklı bir düşünmenin/akletmenin başlangıç noktasını, eşya ve eylemler karşısında edinilen sorumlulukların/duyarlılıkların oluşturduğu gerçeğidir.Bir başka ifade ile sağlıklı bir düşünme/akletme sürecini, oturduğumuz yerde ürettiğimiz kelime oyunları ile değil, müdahil olduğumuz eylem ve ilgi ile gerçekleştirebiliriz.Düşünme yeteneği insanda sürekli aktif halde olup dokunsan yanmaya hazır yongaya benzer.Etrafında ve içinde olduğu her şeyi yorumlamaya hazırdır.Bize yararlı olacak bilgiyi üretecek düşünme sürecini eylemler ile doğrulayarak veya yanlışlayarak elde edebiliriz.
Aktif bir düşünce çarkında damıtacağımız sahici bilgi ancak hareket halinde olunduğu müddetçe gerçekleşebilir.Buna rağmen yine de düşünme/akletme eylemi bizi hakikatle bütünleşmek için yeterli değildir.Bu bizi, düşünce şehvetinin karanlık dehlizlerine itip, iki ayağı ile birden nehire dalarak akıntıya kapılan bedbahtların pozisyonuna sürükler.İşte tam burada, düşünceye nerden başlanacağa, hangi çerçevede devam edileceğine dair belirlenmiş kriterlere ihtiyaç vardır.Bu kriterleri düşünen varlık olarak insan kendi kendine belirleyemez.Zira insanın arkasında bıraktığı düşünsel miras, birbirine tamamen zıt olayları aklileştirerek gerçekleştirdiğini göstermektedir.Cahiliyye döneminde müşrik erkek ve kadınlar Kabeyi çırılçıplak olarak tavaf ederlerken öne sürdükleri gerekçe ‘biz gün boyunca günah işlediğimiz elbiselerimiz ile bu kutsal mekana giremeyiz’ şeklinde idi.Oysa o insanlar fıtratlarına uygun olarak çarşıda pazarda çıplak dolaşmaktan imtina ediyor utanıyorlardı.Yine kadim kitabımız şeytanın Ademi, yasak meyveyi yeme yönünde ayartma nedenini haya yerlerinin açılmasını istemesi şeklinde aktarır.Daha sonra da insanlara Ademin yaptığı hatayı yapmamasını tavsiye eder.(Araf 19-27)Burada ulaşacağamız sonuç, birbirine tamamen zıt eylem biçimleri aklileştirilerek meşru biçime sokulabilmektedir.İşte insanı akleden bir varlık olarak, kendi düşünce ikliminde güvenli kıyılara ulaştıracak yegane kriterleri koyma erki Vahy’e aittir.Kriterlerini vahyin belirlemediği, disipline edilmemiş akletme biçiminin tayin edeceği meşruiyyet anlayışı sadece zulüm üretir.İnsanların sonucundan hakikat devşirecek düşünme/akletme yöntemi Resullerin yolunu izlemekle elde edilebilir.Aksi durum, yapmadığını söyleyen, söylediğini yapmayan, fikir vadilerinde her şeye kayıtsız biçimde dolaşan şairlerin durumu gibi olur.
İnsanın yaşayan bir canlı iken çevresine üstün olacak şekilde dizayn edilmesi, yani insan haline gelmesi,ona isimlendirme yeteneğinin bahşedilmesi ile başlar.Burada kelimeye ait süreceğemiz iz, bizi düşünmeye ve düşünmenin unsurlarına götürür.İnsan kelimelerle ölçer, biçer, tartar bir karara varır.Kelimelerle düşünür, kelimeler ile sorgular, birikimlerini bir sonraki kuşağa muhteşem bir miras formunda kelimeler ile aktarır. Eğer düşünmek bir motor ise, kelime, motoru işlevini yerine getirmek için tetikleyen ateş, besleyen yakıtdır.Bu bağlamda bakıldığında kelime, eşyayı ve eylemleri içine alan sanal anlam kalıplarıdır.Eğer ‘Düşünme/akletme nedir ve nasıl gerçekleşir?’ sorusuna cevap arıyorsak, kelimenin bir suret ve bizi taşıyacağı menzil eşya ve eylemlerin güzergahıdır.Bu noktada düşünme/akletme eylemini gerçekleştirmemiz için eşyaya karşı farkındalıklarımızın bizi sürüklediği ilgimiz, olaylara karşı iç Saiklerimiz ve dış etkileşimlerimizin bizi kayıtsız bırakmadığı sorumluluklarımız sözkonusudur.Buradaki ilgi ve sorumluluk iç dünyamızda şevk ve sancı şeklinde açığa çıkar.Bu bizi, düşünmeyi/akletmeyi tahrik eden bir sürece iter.Görüldüğü üzere burada anlamamız gereken nokta sağlıklı bir düşünmenin/akletmenin başlangıç noktasını, eşya ve eylemler karşısında edinilen sorumlulukların/duyarlılıkların oluşturduğu gerçeğidir.Bir başka ifade ile sağlıklı bir düşünme/akletme sürecini, oturduğumuz yerde ürettiğimiz kelime oyunları ile değil, müdahil olduğumuz eylem ve ilgi ile gerçekleştirebiliriz.Düşünme yeteneği insanda sürekli aktif halde olup dokunsan yanmaya hazır yongaya benzer.Etrafında ve içinde olduğu her şeyi yorumlamaya hazırdır.Bize yararlı olacak bilgiyi üretecek düşünme sürecini eylemler ile doğrulayarak veya yanlışlayarak elde edebiliriz.
Aktif bir düşünce çarkında damıtacağımız sahici bilgi ancak hareket halinde olunduğu müddetçe gerçekleşebilir.Buna rağmen yine de düşünme/akletme eylemi bizi hakikatle bütünleşmek için yeterli değildir.Bu bizi, düşünce şehvetinin karanlık dehlizlerine itip, iki ayağı ile birden nehire dalarak akıntıya kapılan bedbahtların pozisyonuna sürükler.İşte tam burada, düşünceye nerden başlanacağa, hangi çerçevede devam edileceğine dair belirlenmiş kriterlere ihtiyaç vardır.Bu kriterleri düşünen varlık olarak insan kendi kendine belirleyemez.Zira insanın arkasında bıraktığı düşünsel miras, birbirine tamamen zıt olayları aklileştirerek gerçekleştirdiğini göstermektedir.Cahiliyye döneminde müşrik erkek ve kadınlar Kabeyi çırılçıplak olarak tavaf ederlerken öne sürdükleri gerekçe ‘biz gün boyunca günah işlediğimiz elbiselerimiz ile bu kutsal mekana giremeyiz’ şeklinde idi.Oysa o insanlar fıtratlarına uygun olarak çarşıda pazarda çıplak dolaşmaktan imtina ediyor utanıyorlardı.Yine kadim kitabımız şeytanın Ademi, yasak meyveyi yeme yönünde ayartma nedenini haya yerlerinin açılmasını istemesi şeklinde aktarır.Daha sonra da insanlara Ademin yaptığı hatayı yapmamasını tavsiye eder.(Araf 19-27)Burada ulaşacağamız sonuç, birbirine tamamen zıt eylem biçimleri aklileştirilerek meşru biçime sokulabilmektedir.İşte insanı akleden bir varlık olarak, kendi düşünce ikliminde güvenli kıyılara ulaştıracak yegane kriterleri koyma erki Vahy’e aittir.Kriterlerini vahyin belirlemediği, disipline edilmemiş akletme biçiminin tayin edeceği meşruiyyet anlayışı sadece zulüm üretir.İnsanların sonucundan hakikat devşirecek düşünme/akletme yöntemi Resullerin yolunu izlemekle elde edilebilir.Aksi durum, yapmadığını söyleyen, söylediğini yapmayan, fikir vadilerinde her şeye kayıtsız biçimde dolaşan şairlerin durumu gibi olur.