Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) Aralık ayı toplantısında faiz indirimi yapacağına dair söylentiler, ekonomi çevrelerinde dikkat çekiyor.
Muhtemel faiz indirimi kararının arkasındaki gerekçelerle piyasanın mevcut durumu arasında ciddi bir uyumsuzluk söz konusu.
Enflasyonun düşürülmesi ve 2025 yılı enflasyon hedefinin tutturulması gibi gerekçeler, piyasanın gerçekleriyle örtüşmekten uzak maalesef.
TCMB’nin faiz indirimi için en önemli dayanağı olarak gösterilen enflasyondaki düşüş, büyük ölçüde tartışmalı.
Resmi verilerde enflasyon artış hızının yavaşladığı ifâde edilse de market raflarında, pazarlarda ve hizmet sektöründe fiyat artışlarının hız kesmediği açıkça görülüyor.
Temel gıda ürünlerinden günlük tüketim malzemelerine kadar birçok kalemde fiyat etiketleri düzenli olarak yukarı yönlü güncelleniyor. Bu durum, enflasyonun bir istatistiksel illüzyonla dizginlendiği izlenimini yaratıyor.
Gerçek alım gücü düşerken ve vatandaşların cebindeki para erirken, “enflasyon düşüyor” söylemi inandırıcılığını yitiriyor. Özellikle dar gelirli hâneler, bu ekonomik dalgalanmalardan en fazla etkilenen kesim.
2025 yılı enflasyon hedefinin tutturulması, bir diğer gerekçe olarak sunuluyor. Bu hedefe ulaşmak için para politikasının sıkı bir çerçevede uygulanmasına devam edilmesi gerekir. Faiz indirimi gibi gevşetici bir adım, hedefe ulaşmayı zorlaştırabilir.
Üstelik Türkiye ekonomisinin enflasyon beklentileri üzerindeki kontrolünü kaybettiği bir dönemde, piyasa aktörlerinin uzun vadeli hedeflere güvenmesi oldukça güç.
Yüksek enflasyon beklentileri, fiyatlama davranışlarını bozarken, işletmeler ve tüketiciler kısa vadeli ekonomik belirsizliklere odaklanıyor.
Bu koşullarda enflasyon hedeflerine ulaşmak, yalnızca ekonomik politika tutarlılığıyla değil, aynı zamanda güvenilirlikle de doğrudan ilişkilidir.
Faiz indiriminin döviz kuru üzerindeki etkisi de göz ardı edilemez. Döviz kurlarındaki artışın son haftalarda hızlandığı görülüyor. Bu durum, ithâlâta bağımlı bir ekonomi için doğrudan mâliyet artışı anlamına geliyor.
Döviz kurlarındaki dalgalanma, enflasyonu tetikleyen bir diğer önemli faktör. Bu bağlamda faiz indirimi, döviz talebini artırabilir ve Türk lirası üzerindeki baskıyı daha da yükseltebilir.
Piyasa aktörleri, faiz indiriminin yaratacağı ek likiditeyle döviz pozisyonlarını artırmayı tercih edebilir. Bu da Türk lirasındaki değer kaybını hızlandırarak ekonomik kırılganlıkları derinleştirebilir.
Şunu görmek lâzım; piyasa hâlâ faiz indirimine hazır değil. Bu yüzden faiz indirimi kararının, piyasa tarafından pozitif bir şekilde karşılanma ihtimâli düşük görünüyor.
Faiz oranlarındaki düşüşün enflasyonu düşürmek yerine artırma riski, piyasaların böyle bir adımı desteklememesine yol açıyor.
Piyasa katılımcıları, ekonomik istikrâr ve güven ortamı yaratılmadan alınacak faiz indirimi kararının uzun vadeli ekonomik sorunları çözmekten uzak olacağını düşünüyor.
Sonuç olarak, TCMB’nin faiz indirimi gibi cesur adımları atmadan önce piyasa dinamiklerini daha iyi analiz etmesi ve uzun vadeli hedeflerle uyumlu bir politika seti oluşturması gerekiyor.
Enflasyonun gerçekten kontrol altına alınması, döviz kurunun istikrâra kavuşması ve piyasa aktörlerinin güveninin yeniden sağlanması için daha dikkatli ve sabırlı bir politika yaklaşımı şart.
Ekonomideki bu çelişkili sinyaller, kamuoyunda “aceleci adımların bedeli ağır olabilir” endişesini artırıyor.
26 Aralık'ta yapılacak toplantı, yalnızca bir faiz indirimi kararından ibaret değil; aynı zamanda TCMB’nin piyasalara vereceği mesaj açısından kritik bir dönüm noktası olacak.