12.Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın hayatı ilklerle doludur.

1990’lı yıllarda milletle bütünleşerek gönüllerde sefere çıkan Sayın Erdoğan, 40 yaşında Türkiye’nin en büyük kentinde belediye yönetimini halkın oylarıyla devraldı. Dünyanın en önemli metropollerinden biri olan İstanbul’u 27 Mart 1994 tarihinden itibaren yönetmeye başladı.

Sayın Erdoğan, hem belediye başkanlığı döneminde hem de başbakanlığı döneminde sessiz yığınların sesi, ilkelerin savunucusu, ilklerin mimarı oldu. Bu gelenek, hala, ilk günkü aşkla bugünde yoluna devam ediyor.

O yıl İstanbul’da yerel yönetimin devralınmasıyla belediyecilikte yeni bir çığır açıldı. Sorun var deyip sızlanmanın yerini çözüm arayışı ve uygulamaları aldı. Yerel yönetimdeki bu yeni anlayış dalga dalga tüm Anadolu’yu sardı, sarmaladı.

Belediye hizmetleri kısa sürede tüm yurtta insanlarımız tarafından takip edilir olmuştu. Her kasabanın kahvesinde, her konutun misafirhanesinde memleketini ziyarete gitmiş olanlara, kasabanın sakinlerinden “varsın çay soğusun, bize İstanbul’u anlat!” sözleri yükseliyordu. 

Yanlış anlaşılmasın. İstanbul, sadece Sayın Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde değil, kuruldu kurulalı her dönem ilgi odağı olmuş, her kesimin dikkatini çekmiştir.

Ancak, Erdoğan’ın o yıllarda devraldığı İstanbul başkaydı. İleriye doğru gitmesi gereken dünya şehri, hızla geriye doğru gidiyor; halkın geleceğe yönelik umutları her geçen gün kar misali eriyor, tükeniyordu.

Yerel yöneticilerin belediyecilik hizmetlerindeki hatalı tutum ve davranışların beraberinde aldıkları yanlış kararlar sorunları iyiden büyütüyor, toplumun büyük bir çoğunluğunu çileli yaşamla baş başa bırakıyordu.

Günlük hayatın vazgeçilmez ulaşım araçlarından olan trende, vapurda, otobüste seyahat eden insanların ekseriyeti gülmeyi unutalı yıllar olmuş gibi yüzleri hep asıktı.

Adına şarkılar söylenen şehirlerin şehrinin, suyu akmıyormuş, yollarında açılan çukurlar deryaya dönmüş, çöp bidonları dolup taşmış bir dağ yığınını andırır olmuş kimin umurunda. Grev dolayısıyla çalışmayan toplu ulaşım araçları da buna eklenince şehirdeki hayat durma noktasına gelmiş... Sorunu var eden zihniyet nedense çözümü yok etmiş!

Bırakın sevinmeyi bi’nebze olsun tebessüm ettirecek hizmetin müjdesini bekler olmuştu insanları. Ne gezer. Bugün aramızda olmayan merhum Cem Karaca’nın seslendirdiği şarkıda söylediği gibi, İstanbullular’a “Hep kahır, hep kahır” düşmüştü.

Mahalle aralarındaki sokaklarda, ışıltılı caddelerde, parklarda, meydanlarda trende, vapurda, otobüste görülmeyen insanları da vardı bu şehrin. Onlar da teneffüs ediyordu bizlerle birlikte bu kentin kokusunu.

Onların çilesi sokağa çıkamamaktı. Kırlarda çıtalı uçurtma uçurtamamaktı.  Bir kelebeğin ardından koşamamaktı. Çünkü onlar, bağımsız evlerinde adeta hapis hayatı yaşayan çağdaş birer mahkûmdular. Hallerinden anlayan, yaşadıkları büyük sıkıntıları bilen insan yok denecek kadar azdı.

Ülkemizde yaşayan milyonlarca engelli birey ve onlara bakan yine milyonlarca aile vardı.

Kendileri gibi, istekleri de, umutları da karanlıkta kalmış. Sorunları nedir bilinmeyen perdeler ardında sessiz yığınlar.

İstanbul, engelli bireylerin en çok yaşadığı bir şehir, 90’lı yıllarda sayılarının 1 milyon dolayında olduğu tahmin ediliyor. Sayıları olduğu kadar sorunları da sayılamayacak kadar büyük.

Engelli bireylerin ve ailelerinin yaşadığı bu sıkıntıları çözecek birim Türkiye’nin hiçbir yerinde yoktu.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde, engelli bireylerin ve ailelerinin yaşadığı büyük problemlerin önce tespiti üzerinde çalışacak, daha sonra da çözümleyecek bir birim kurulmasına Sayın Erdoğan tarafından karar veriliyor.

Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte ilklerin öncüsü unvanını alan İstanbul Büyük Şehir Belediyesi bu birimi açtığında tarih sayfaları o gün 2 Eylül 1994’ü gösteriyordu.

Tarihi öneme sahip o birimin adı “Engelli Koordinasyon Merkezi”ydi, başkanlığına da Sayın Lokman Ayva getirilmişti.