Evren, kâinat veya kozmosa dair düşündüğümüzde, toz ve gaz, yıldızlar, gezegenler, galaksiler, karadelikler ve adeta sonsuz boşluğuyla insan hayallerinin ötesinde olağanüstü bir oluşumdur. Yine hayallerimizin ötesinde, bir galaksinin (Samanyolu) içerisinde bulunan güneş sisteminin bir uydusu, küçük bir kütleye sahip olan, bize göre devasa gezegende yaşamaya başlayan canlılardan seçilen ’‘Âdem’in’’ kendisine eş olarak bulduğu karşı cins Havva ile bir araya gelmesi, çocuklarıyla birlikte ilk insanoğlu ailesini meydana getirdi. Çoğalıp yeryüzünün her tarafına dağılan insanoğlu, iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini, savaşla barışı, küçükle büyüğü kendi özünde barındırırken, yeni yaşam alanları, şehirler ve medeniyetler kurdu.
İnsanoğlunun doğası gereği, dünyaya gelişinden itibaren öncelikle anne - baba, kardeşler, dayı - teyze, amca - hala, dede - ebe gibi akraba ve ebeveynlerin bir üyesi olurken, bu grup onun gelişini özlemle, yeni umutlarla bekledi. O bebek, içinde bulunduğu toplumun kültür, gelenek ve inançlarına göre kurbanlarla, yemeklerle, eğlencelerle, dualarla ve çeşitli ritüellerle karşılandı. Geçmişten günümüze, doğudan batıya, güneyden kuzeye; ateist, inançsız toplumlardan ilahi dinlere ve kabile dinlerine kadar, yeni doğacak çocuk için mutlu olmayan, onun geleceğiyle ilgili güzel planlar yapmayan neredeyse yok gibidir. ‘’Yok gibidir’’ derken işaret etmek istediğim husus, bazı toplumlarda özellikle kız çocuklarının doğumuyla ilgili memnuniyetsizlik veya lanetli olduğuna inanılan yıllar ya da günlerde doğan çocukların istisna olduğu gerçeğidir.
Çocuğu için her türlü fedakârlığı yapan, daha ana rahmine düşmesiyle beraber doğum sancısı ve ilk bebeklik yıllarında uykusuz geceleri, çocuğun hastalığında çare arayışı, sıcaktan soğuktan koruması, yemesinde, içmesinde, giyinmesinde gösterdiği özen anne için tatlı meşakkatlerdir. Sancılı günler, gezmekten, eğlenmekten uzak, kendisini tamamen ihmal eden, yemeyip yediren, giymeyip giydiren anne; her şeyini çocuğu için, ona göre planlayan, çocuğunun eğitimi, evlenmesi, kariyeri, mutlu ve refah içinde yaşaması için adayan baba, çocuğuyla beraber minik bir ailedir. Hazreti Havva’nın rahmine düşen ceninle beraber, onun sevgisi, merhameti, koruyucu meleğin ve yoldaşı Âdem’in kalbine nakşedilmişti. İlk ailenin reisi, büyük insanoğlu ailesinin ‘’Âdem Babası’’ olmuştu Hz. Âdem.
Bütün varlık, özellikle insanlar haricinde diğer canlılar, kendilerine verilen sorumluluğun dışına çıkmadan âlemin döngüsü içerisinde yerini alırken, şartlar neyi gerektiriyorsa onlara verilen doğum, beslenme, yaşam ve ölüm rutinlerine göre o akışın içerisinde seyrederler. Tercih etmek, seçme ve itiraz hakları yoktur. Bazı canlılar birlikte, koloniler halinde ve dayanışma içerisinde hayatlarını sürdürürken, bu durum bir nevi aileyi çağrıştırabilir. Fakat ‘’Aile’’, tercihleri olabilen; tercihleriyle mükemmeliyete veya aşağıların aşağısına gidebilen, hedefleri olan; güzelliklere, ilerilere ulaşabilen veya kötülüklerin dibine varabilen; büyümek, güçlenmek, kültürel kazanımlarını korumak isteyen; gücünü yaşatmak için kullanan veya öldürmek, yok etmek için var olan insanın en küçük kutsal birlikteliğidir.
Ahzab Suresi 72. ayette, ‘’Evet, biz o emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik, onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da, onu insan yüklendi; o cidden çok zalim, gerçekten çok cahildir.’’ İşte bu emanet, insanı doğru tercihlerle yücelerin yücesi cennete ulaştırabileceği gibi, dünyada da dengeli bir saadete eriştirir. Kişisel çıkarlar ve hevesleri onu aşağıların aşağısı cehennemin dibine götürür. Bu iki yön ve iki eğilimin çatışması hiç bitmeyeceği gibi, dünyayı huzura hasret bırakırken kan ve gözyaşı hiç eksik olmaz. Binlerce yılın tecrübesi buyken, geleceğin de farklı olmayacağı aşikârdır.
İnsanoğlunun iyilik ve güzelliğinin hâkim olacağı yeryüzü, âlemin döngüsüyle uyumlu olduğunda hayal edilen cennetin ta kendisi olabileceğini biliyoruz. Arzu edilen bu duruma ulaşmak için karşı taraftaki kötülerin bitmez tükenmez entrikalarıyla sonu gelmez mücadele içinde olmak demektir. Adı konulsa da konulmasa da var olan bu savaşta, her yolu mubah sayan taraf, şeytanla her türlü yolu denerken; karşı koymak için bilinçli, planlı organizasyonların dışında asıl mücadele, güçlü ‘’aile’’ yapılarıyla mümkündür.
Günümüzde geleceğin, çocuklar ve gençlerle iyilik için mayalandığı yer olan aile ciddi tehdit ve taarruz altındadır. Anne, baba, kardeşlerle geçmişin tüm birikimini muhafaza ederek geleceğin temellerinin atıldığı yer olan aile, daha büyük aile birliklerini oluşturan akrabalarla; kabileler, mahalleler, köyler, kasabalar, kentler, ülkenin birlik ve beraberlikle aynı hedefe yürüyen, millet olma bilincinin zirveye ulaştığı bayrağın çelik kafesi devlettir. İnsanlar, kendilerini o ideal güçlü devlete hazırlamak için çeşitli inanç grupları, düşünce toplulukları, sivil toplum örgütleri ve siyasi partiler içerisinde yer alarak geliştirebilir. Ülkelerin coğrafya, din, milliyet, ulaşım güzergâhları ve karşılıklı ortak menfaatlerle oluşturacakları birliktelikler dünyayı kıt ve dağınık kaynaklarının harmanlanarak adilce paylaşıldığı güven ve barış gezegeni yapar.
Aileler, gözünde aslında hiç büyümeyecek olan çocukların geleceğe hazırlanması için, onların kabiliyetleri, yetenekleri ve zekâsı nispetinde ailenin ekonomik ve sosyal imkânlarını seferber ederek; bölgenin, ülkenin ve çağın olanakları ölçüsünde elinden geleni yapar. Çocuğun karşılaşacağı olası olumsuzluklara karşı adeta gözünden kıskanır. Gelecekte iyi bir meslek sahibi olup mutlu ve huzurlu olması için yemez, yedirir; giymez, giydirir. Daha annesinin karnında iken bebeğin giyeceği patiklerden, evlenince kullanacağı eşyaya, kalacağı evine kadar düşünür; hatta torunlarının hayali bile o ebeveynleri heyecanlandırır. Bütün bu gerçekler aile yapısının güçlü bir iskeletini oluştururken, çocuk için yakın akrabaları koruma kalkanı örgüsünü sokakta, okulda, işyerinde, sosyal hayatta ilmek ilmek dokuyarak onun güçlü ve özgüvenli bir birey olmasını destekler. Anne ve babanın iyi bir insan olarak yetiştirdiği çocuk; ailenin, mahallenin, şehrin, ülkenin ve dünyanın iyi bir bireyi; yük olacak değil, yük alacak, değer katacak bir bireyi olacaktır.
Güçlü aile yapısına sahip toplumların, olağanüstü zamanlarda sıkıntıların üstesinden gelme potansiyeli daha yüksektir. Savaş, kıtlık, kuraklık, deprem ve sel baskını gibi istenmeyen durumlarla karşılaşıldığında birlik, beraberlik, dayanışma ve paylaşma duyguları sayesinde bu zorlukların üstesinden gelmek, güçlü aile yapısı olan toplumlarda daha kolaydır. Ancak Batı toplumlarına kıyasla bize avantaj sağlayan bu güçlü aile yapımız, içinde bulunduğumuz modern zamanlarda tehdit altındadır. Bu durumun farkında olan emperyal güçler, aile yapımızın temellerini oluşturan deneysel ve inanca dayalı kültürel sistematiğini sorgulatarak ya da bilimsel kılıflar altındaki eleştirilerle bu yapıyı baltalamaktadır. Özellikle genç nesil, bir takım kurgularla hazırlanan filmler ve sosyal medya platformlarındaki özendirici, hoş gösterilen yaşam kesitleri aracılığıyla geleneksel bakış açısından koparılmakta ve olumsuz mecralara sürüklenmektedir.
Öncelikle, geleneksel aile yapılarımızla ilgili profesyonel ve yaygın bir araştırma yöntemiyle avantaj sağlayan, güç veren, değer atfeden hususlar için tespit çalışmaları başlatılmalıdır. Anne, baba, ebeveynler ile birinci ve ikinci derece akrabaların duygu ve düşünceleri kayıt altına alınarak bu veriler ışığında gerçekçi ve etkileyici seminerler, filmler ve sosyal medya içerikleri hazırlanmalıdır. Aile yapılarında unutulmaya yüz tutmuş uygulamalar, bilimsel çalışmalarla desteklenerek ortaya çıkarılmalı ve bu alanda pratik çalışmalara hızla başlanmalıdır. Özellikle hasta ve bayram ziyaretleri, yakınların düğün, nişan ve sünnet gibi özel günlerinde bir arada olunması; ihtiyacı olan bir yakına veya arkadaşa imkânlar ölçüsünde karşılıksız maddi ve manevi destek sağlanması önemlidir. Hediyeleşmeler, akrabalarla piknik, gezi ve ortak iş birliklerinde bir araya gelinmesi aile bağlarını güçlendiren uygulamalardır. Geleneksel yemek, ekmek ve tatlı çeşitlerinin hazırlanması ile bu hazırlıkların yapılma yöntemlerinin öğretilmesi, çocuklar ve gençler için ilgi çekici hale getirilebilir. Ayrıca, kış için tarhana, hoşaf, kurutulmuş sebzeler, reçel gibi evde yapılabilecek gıdaların hazırlanma süreçleri de çocuklara uygulamalı olarak aktarılmalıdır.
Çocuklarla aynı sofrada yemek yeme alışkanlığı, iş ve okul koşulları göz önünde bulundurularak en az bir öğünde gerçekleştirilmelidir. Mümkünse yemeklerin aynı tabaktan yenmesi ve yer sofrası uygulamaları deneyimlenebilir. Haftada en az bir gün ebeveynlerle ve yakın akrabalarla bir araya gelinmesi sağlanmalıdır. Bu uygulamalar, çocuğun özgüvenini zayıflatmayacak şekilde gerçekleştirilmelidir. Gerekirse, çocuğun tek başına her türlü ortam ve şartta ayakta kalabilme yetisi geliştirilmelidir.
Çocuklarla birlikte parka ve gezilere gidilmeli; ev ve kişisel ihtiyaçları için alışverişler yapılmalı, kitabevi, oyuncakçı, tiyatro, sinema ve konser gibi etkinliklere beraber gidilmelidir. Çeşitli seviyelerde oyunlar oynanmalı, kitaplar okunmalı ve geleneksel masallar günümüz diline uyarlanarak çocuklara anlatılmalıdır. Hacivat-Karagöz, Nasrettin Hoca, Keloğlan, Dede Korkut, orta oyunu ve meddah geleneği uygulamalı biçimde güncellenerek çocukların ilgisine sunulmalıdır. Okulların müfredatları ve uygulama dersleri, bu konular dikkate alınarak yeniden gözden geçirilmelidir.
Bir diğer önemli konu, yaşam alanlarımızdır. Müstakil, bahçeli binalar öncelikli olarak tercih edilmeli ya da az katlı binalarda yaşamaya özen gösterilmelidir. Evlerin büyüklüğü, planı ve kullanılan malzemeler, gelenek ve kültürümüz göz önünde bulundurularak, güncel ihtiyaç ve imkânlar çerçevesinde tasarlanmalıdır.
Tüm bu çalışmalar, öncelikle devletimiz tarafından ilgili bakanlıklar, üniversiteler ve belediyeler aracılığıyla desteklenmelidir. Ayrıca, sivil toplum kuruluşlarına, özellikle hemşeri birliklerine ciddi sorumluluklar düşmektedir.
Mehmet Düğmeci 31 Aralık 2024