İnsanların bir arada yaşamak için uzun bir süre içerisinde sorunlar karşısındaki çözümlerini, akıl yürütmelerini, tecrübelerini katarak oluşturdukları sistem zamanla kendini koruyacak mekanizmalar üretir.Bu mekanizmalar sistemi ayakta tutan güvenlik bariyerleri olabileceği gibi, kendi kendini çürütüp çökerten, mensupları içerisinde mutlu azınlıklar üretip sömürülmüş, mutsuz ve umutsuz kitleler oluşturan, bir adım daha ilerlemenin önünde, aşılması güç devasa sebepler haline dönüşebilir.Bu noktada toplumların ürettiği yaptırım gücü olan esaslı enstrümanlardan birisi şüphesiz, gelenektir.
Gelenek, insanların bir araya gelerek oluşturdukları sistemi ve sistemin temel dinamiklerini hep beraber sahiplenmesi ile kendi varoluşlarının sürmesi adına verdikleri kredidir.Toplumun hep beraber üretip benimsedikleri çözümlemeleri, birikim ve tecrübeleri, zaman içerisinde o toplumun ihtiyacına cevap veremeyecek konuma gelir.İşte bu noktada gelenek, sistemin kendini yenilemesine izin vermeyen, toplumun varlığını tehdit edip önünü kesen cari dönemlerde pratik olarak karşılığı bulunmayan tabular haline dönüşür.Toplumu bulunduğu noktaya kadar sapa sağlam taşıyan, ona başarılı bir geçmiş veren bu temel dinamik artık ürettiği mutlu azınlıkların vazgeçemediği, terk etmek istemediği, toplumun varlığını tehdit eden sorgulanması zor, aşılması güç hedefler olarak karşımıza çıkar.Bu aşamada gelenek, akıl yürütmelere kapalı, yeni çözümlemelere karşı, kendine helal getirecek her türlü alternatifi kararlılıkla reddeden karekterin sahibi olur.Kendine arzedilen farklı gördüğü hiçbir fikri anlama gayreti yoktur.Geleneğin bu aşamadaki pozisyonu kendini muhafaza için, makyavelist tutuma bürünerek kah iftira etmek, kah sofistike yalanlar üretmek, kah sinir uçlarını harekete geçirerek hedefini linç etme yönünde gerçekleşir.Öne sürülen fikirlere karşı çıkacak dayanaklar bulamadığı yerde de, tehdit olarak algıladığı fikirleri, ürettiği kutsalların hedefi haline gelecek forma dönüştürmeyi tercih eder.
Hayatı yaşanabilir kılan pratiklerin gelenekleşmesi çoğu zaman bir zenginlik iken, hayatı anlamlandıran, hakikat arayışında bize ölçü teşkil eden değerlerin gelenek haline dönüşmesi çürümenin başlangıcını oluşturur.İnsanlığın elde ettiği en temel yozlaşma, vahyi öğretinin bir dinamik olmaktan çıkıp gelenek haline dönüşmesi ile başlar.Vahyin bir hakikat ve hidayet kaynağı olarak, hayata dair bütün unsurları tanımlayacağa yerde, geleneğin vahiy biçimine bürünüp temel ölçü haline gelmesi insanlığı, biçare olduğu, varlığını tehdit eden sorunlarla baş başa bırakmıştır.
Tarih içerisinde toplumların, vahyi öğretilerin kendisi ile sunulduğu bütün dinlerin gelenekselleşerek işlevini yitirdiği acı bir tecrübesi vardır.Bu, acı, geçmemiş debelenme sürecini, içinde bulunduğumuz İslam toplumu hala yaşamaktadır.İzah etmeye çalıştığımız geleneğin oluşumundan karekterine kadar bütün nitelikleri, ne yazık ki İslam toplumu içerisinde icra edilmektedir. Geleneği dinin dönüştürmesi gerekirken, dini geleneğin dönüştürdüğü bir süreci yaşadığımız, vakıa olup fark edilmek zorundadır.Samimi sorgulamalar sürecinde açığa çıkan çelişkileri izah edemeyen, soruları tatmin edici düzeyde cevaplandıramayan bir anlayış, sahip olduğu birikimi bir sonraki neslin eline dahi tutuşturamaz.Bu nedenledir ki ümmet, babası annesi Müslüman fakat çocukları ateist, kapitalist, komünist, en iyisi piyasa müslümanı olan arabesk bir toplum haline gelmiştir.
Vahyin temel referanslarının, ontolojik sorgu beraberinde incelenip anlaşılmadan, verdiği mesajlar özümsenmeden, yaşadığımız problemlere esaslı çözümler üretme ihtimalimiz yoktur.Bu arayışların önündeki en büyük engel, geleneğin son kurşun olarak kullanmaktan çekinmediği, rakiplerini küfür ile, şirk ile, zındıklık ile itham etme sefihliğidir.Söylenilen sözlerin içeriğini anlamamaya yönelik gayretin nedeni, verilen mesajı herkesin suçlu bulacağı formata dönüştürme niyetinden kaynaklanmaktadır.İçinde bulunduğumuz toplumun düşünsel problemlerini aşmaya, yaşam içerisinde karşılaştığı zorlukları çözmeye yönelik çalışma yapanları kafir, müşrik, zındık ilan etmenin nedeni ilan edilen kişilerin gerçekten bu niteliklere sahip olmasından kaynaklanmamaktadır.Bu dikkat çekici, çirkin suçlamaların nedeni, beyan edilen fikirler karşısında acze düşülerek kayda değer karşılık verecek cevaplar bulunamamasıdır.Tekfir gibi ciddi suçlamalar ise fikri altetmekten çok fakiri linç olacak marka suçlular arasına katma gayretidir.Resulullahın (sav) ‘’ Kim kardeşine kâfir derse, ikisinden biri mutlaka kâfir olmuştur. Eğer itham edilen kâfir değilse, küfür, ithâm edene döner." buyurmasının ve Nisa 94’te ‘’ Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, "Sen mü'min değilsin" demeyin….’’ Denilmesinin verdiği temel mesajda da bu samimiyetsizlik zikredilmekte, kendi menfaatları ve sahip oldukları anlayışların üstünlüğü adına Allahın dininin kendi savaş malzemeleri haline getirilmesinin sebep ve sonuçları izah edilmektedir.
Yüreği hakikate teşne olanlar samimiyetsizlik sorunu yaşamazlar.Hakikatin muştusunu görüp, duyup, sezdiği her kapının tokmağını çalmaktan kaçınmazlar.Bulduğu her hikmeti avuçlar, kucaklayıp sarılır sahibini sorgulamazlar.Hakikat sancısını yüreğine konuk edenler, o sancıyı sükunete çevirenlere minnet beyan edip, çareyi müshil bilerek, vahyin görülemeyen, erilemeyen uzantısı sayarlar.Hakikati her haliyle diri tutma gayretinde olanlar sahip olduklarını hakikat saymanın arzu ve isteklerini, menfaat ve haksızlıklarını Hakikat üzerinden Rableştirdiklerini görecek bir ferasetin sahibidirler.Allah hakikat taliblilerini, hakikate açık bir yüreğin, idrake hazır istidatın sahibi kılsın.