Necip Fazıl' ın 1949 yılında Ankara'ya  seyahat ederken Sakarya Nehri'nin büyüsüne kapılıp yazdığı Sakarya Türküsü Şiir'inde vurguladığı;
"...Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir" dizesi ile betimlediği dünya hayatı tam manasıyla iyi ile kötünün mücadele alanıdır.
İnsan bu mücadele alanında ya doğrudan yana yön bulacak iyi insan olacak, ya da yanlışa yönelip kötülüğün esiri olacak.

Bugün konfor alanı genişleyen insan bunu kaybetme korkusuyla en yakınında meydana gelen zulüm ve haksızlıklara dahi göz yumabilmekte, hatta alanını genişletebilmek için sahip olduğu değerlerinden taviz verebilmekte,
bunlara da kendince çok haklı gerekçeler üretebilmektedir.

 Konfor alanı genişleyen günümüz insanı sahip olduğu becerilerinin birçoğunu da ya kaybetmekte, ya da bu yeteneklerinin azaldığını çaresizlik içinde izlemekte, ancak buna bir çare de  bulamamaktadır.

İnsan yaratılışı gereği; hazza varma, elemden kaçma eğilimindedir. 
Buna manevi anlamda nefsine yönelmede denilebilir.
İnsan hazza varma arzusuyla aslında bir nevi kendi sonunu hazırlamakta, daha daha diyerek sahip olduklarına yenilerini ekleme çabası ile çırpınmaktadır.

Ancak ne hazindir ki   hep daha fazlasını isteyerek bir türlü mutluluğu da yakalayamamaktadır. 

İhtiyacı olmadığı halde ihtiyacı imiş gibi kendisine sunulan hayallerin peşinden koşmakta, ancak genellikle de hedefine ulaşamamaktadır. 
Çünkü günümüzde birçok insan hayalinin peşinden koşmak yerine, başkasının hayalinin bir parçası durumuna gelmiştir.

İnsan, yaşam kaynağı olan dünyayı alanını genişletmek için  kendi elleriyle yok etmekten çekinmemekte ve bu sayede kendi sonunu hazırlamaktadır.

Yıllar önce üniversitede iktisada giriş dersimizde iktisadın tanımını yapan hocamız;
 "iktisat bilimi, sınırlı doğa kaynaklarıyla, sınırsız insan ihtiyaçlarını karşılama bilim ve sanatıdır demişti."

Bu tanım o gün bana çok şaşırtıcı gelmişti. 
Ne demekti sınırsız insan ihtiyacı? Öyle bir şey olabilir miydi? İnsan sınırsız bir talep içerisinde nasıl olurdu? 

Ancak o gün genç bir üniversite öğrencisi olarak şaşırdığım bu tanımın, bugün gerçekleştiğini üzülerek gözlemliyorum.

Ezcümle;
Aşık Ruhsati'nin dediği gibi:

"Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor."

100 yıl sonra hiçbirimiz bu dünyada olmayacağız. 

Dünya Yunus Emre'nin şu iki dizesinde özetlenmiştir sanırım.

"Dünya bir penceredir,
Her gelen baktı geçti."

Sağlıcakla kalın...