"Bir milleti veya devri anlamak için sadece yazılı tarihlerini okumak yetmez. Tarih kitapları sadece olayları haber verir. Oysa romanlar, şiirler, destanlar, hikâyeler, efsaneler ve masallar gerçekte ne olduğunu anlatır. Tarih kitapları harici tarihi yani hükümdarların tarihini anlatır. Oysa dahili tarih yani halkın tarihini anlatanlar ise o topluma ait romanlar, şiirler, destanlar, hikayeler, masallar gibi halka mal olmuş edebi unsurlardır."
Aliya İzzetbegoviç'ten alıntı bu cümlelere Türk tarihi açısından türkülerimizi de ekleyebiliriz.
İnsanımız türkülerle dile getirmiştir aşklarını, sevgilerini, sevinçlerini, hüzünlerini; türkülerin
içine gizlemiştir hikayelerini.
Kültürümüzün en önemli taşıyıcı unsuru olması yanında, tarihimize ışık tutan içerikleri de içerisinde barındırmaktadır türküler.
Hey Onbeşli Türküsü, Çanakkale Savaşı'nda yaşanan acıların bir ifadesi iken, Yemen Türküsü Yemen'de şehit düşen ecdadımıza yakılan bir ağıttır.
Vardar Ovası Türküsü bize 14. yüzyıldan seslenmekte, Drama'nın İçinde Yaparlar Pazar Türküsü bizi Doğu Makedonya'ya götürmektedir.
Yozgat Sürmelisi Türküsü'nde: "Ölüp de kabire girdiğim zaman, ben susayım; kemiklerim söylesin" diyen şair sevdayı daha güzel nasıl anlatabilirdi ki?
Abdurrahim Karakoç Mihriban Türküsüne gizlemiştir sevdasını.
Sunam Türküsü bizi hüznün doruklarına çıkarırken, Tiridine Bandım Türküsü ise neşemize ortak olmaktadır.
Tanburam Rebap Oldu derken rebabın çok eski çağlardan beri kullanılan bir Türk sazı olduğunu öğreniyoruz.
Kul Olayım Kalem Tutan Ellere Türküsünün hikâyesinde 16. yüzyıl Türk tarihinin izleri gizlidir.
Aşık Veysel, Uzun İnce Bir Yoldayım derken kısa dünya hayatını özetlemiştir sanki...
Birçoğu anonim olan türküler bu özelliği ile milletimize mal olmuş, hepimizin ortak değeri haline gelmiştir.
Bu değerleri yaşatmak ve gelecek kuşaklara aktarmak hepimizin en önemli görevlerindendir.
Çünkü milletler değerleriyle ayakta kalırlar.
Unutmayalım, değerlerimizi yaşayarak öğretiriz, anlatarak değil.
Yaşayalım ki, yaşatabilelim.
Sağlıcakla kalın...
---